Güncelleme Tarihi:
Tamam, artık hepimiz kabul ediyoruz, kahvaltının mutlulukla bir ilgisi var.
Ama şu neredeyse bütün şehirlerimizi ve tatil yörelerimizi istila eden “serpme kahvaltı” denilen olgunun neyle ilgisi var?
“Serpme kahvaltı” denildiğinde... Benim aklıma şunlar geliyor:
- Koca masaları bazılarına hiç el sürülmeyen ve el sürülmeyeceği bilinen küçük tabaklarla donatmak...
- Birçok tabağı bir çatal bile dokundurmadan geri göndermek...
- Asla yatışmayacağı bilinen “göz doyması” adlı canavarı doyurmaya çalışmak...
- Beş muhteşem çeşitle oluşturulabilecek harika bir kahvaltıyı, araya sıradan 35 çeşni katarak mundar etmek...
- “Yiyiniz içiniz ama israf etmeyiniz” kutsal buyruğunun tam tersini yapmak...
“Serpme kahvaltı” hiç olmasın demiyorum.
Hobi olarak yine olsun.
Ama hiç değilse her gittiğimiz yerde maruz kaldığımız bir kahvaltı çeşidi olmaktan çıksın.
BENİ PAPERMOON’A ANCAK FEHMİ ABİ GÖTÜREBİLİRDİ
Fehmi Koru Habertürk’teki röportajında demiş ki: “Ahmet Hakan’ı Papermoon’a ilk ben götürdüm.”
Doğrudur.
Gerçekten de Papermoon’a ilk kez beni Fehmi Abi götürmüştür.
Zaten başka türlüsü de olamazdı.
“Papermoon” gibi...
Demode bir vitrin yerine, görülmek arzusuyla yanıp tutuşan yeniyetme heveskârların akıllarına gelebilecek ilk mekâna, insana “Buraya bir daha gelmemeliyim” dedirten bunaltıcı ve pozcu bir yere...
Fehmi Abi’den başka kimse götüremezdi beni.
Ben bir heveskârım, doğrudur.
Ama Fehmi Abi...
Benden daha heveskârdır.