Mesafeli futbol

Güncelleme Tarihi:

Mesafeli futbol
Oluşturulma Tarihi: Haziran 05, 2002 00:00

TÜRKİYE Brezilya'ya 2 - 1 yenildi. Sağlık olsun! Size yemin, skor tabelası lehimize bir sonuç gösterseydi de sadece kutlu olsun derdim.Hepsi o kadar!* * *O kadar, çünkü galibiyet de, mağlubiyet de bir ‘‘milli gurur’’ (!) sorunu yapılamaz. Tamam, bütün zamanların en popüler ve en kitlesel sporu olan futbolu Marksist bir lafazanlıkla ‘‘halkın afyonu’’ diye nitelendirmiyorum ama, işte eninde sonunda bir oyun. Tesadüf dahil, bin bir faktörün devreye girdiği bedeni bir mücadele tarzı.Bunun ne zaferi, ne de hezimeti ülkeyle, vatanla, falanla filanla özdeşleştirilebilir.Ve yine tamam, Taha Akyol'un dün Diyarbakır'daki Kürt kökenli yurttaşların maç izleme ortamını anlattığı gibi, futbol pozitif bir ‘‘bütünleştiricilik vektörü’’de olabilir.Ancak, ölçü kaçıp bir ‘‘uluslaştırma’’ (!) gündeme geldiği takdirde, yandı gülüm keten helva, durum fena halde vehamet arzetmeye başlamış demektir.Böyle bir olgu, kollektif bilinçaltındaki derin komplekslerden ülkenin rejim tarzına, bir dizi travma ve zaafın dışavurumuna tekabül eder.Birincisinden başlayalım.* * *GEÇEN gün Senegal Fransa'yı yendi ya, doğrusu, televizyon ekranlarında Dakar'daki çılgın sevinci görünce hem çok üzüldüm, hem de çok kızdım.Sömürgeciliğin ‘‘intikamı’’ (!) alınmışmış.Elinin körü!Eğer eski köleler eski efendilerin kalesine attıkları golle ‘‘intikam’’ (!) aldıklarını düşünüyor ve bununla avunuyorlarsa, heyhat ki heyhat, hiç şüpheniz olmasın o köleler hala ‘‘köle’’ ve o efendiler de hala ‘‘efendi’’ kalmış demektir.Çünkü, intikam duygusunun ilkelliği bir yana, ‘‘kölelikten’’ gerçek anlamda kurtuluş; yani rasyonel aklı özümseme; yani hissiyatta ve maddiyatta özgürleşme, ancak ve ancak, ‘‘rövanşı’’ stadyumdaki zafer veya hezimete indirgeyen kompleksleri yırtmakla mümkündür.Gerisi laf-ı güzaftır ve isterse Senegal Fransa'ya bir değil üç; Kongo Belçika'ya beş; Gana da İngiltere'ye altı çeksin, bu ülkelerin hiçbiri ‘‘rövanş’’ı kazanmış olmayacaktır.* * *ÖTE yandan, sporun ‘‘uluslaştırılması’’ tabii ki aynı zamanda da, yönetim mekanizmalarında hüküm süren otoritarizmin ve totalitarizmin tezahürüdür.Hadi, 1966 Dünya Kupası'nda milli takım Portekiz önünde yenildi diye, Komünist Kore diktatörü Kim İl Sung'un golcü Pak Do-ik hariç bütün oyuncuları yirmi yıl zindana mahkum etmesini, ‘‘Kızıl Güneş’’ lakaplı herif zaten manyaktı diye bir kalem geçeyim. Peki ama, eğer eski Doğu Almanya ceberrut rejimle yöneltilmeseydi, yüzme şampiyonalarında tüm altın madalyaları toplayarak Batı'daki rakibine karşı ‘‘üstünlük’’ kanıtlasınlar diye, o zavallı kızlarını ölümcül hormonla dopinglemeye cüret edebilir miydi?Veya, aletli cimnastikte Çavuşesku'nun adını duyursunlar diye, Romanya bir o kadar küçümen çocuklara bir o kadar ölümcül ilaçları şırıngalamak cesaretini gösterebilir miydi?Kıçlarına kına yaksınlar, işte gördük, komünist devletler uluslararası arenadaki yegane ‘‘zafer’’lerini atletizm podyumlarında ya da futbol sahalarında ‘‘kazandılar’’!Dolayısıyla, isterseniz ta Hitler'in Münih olimpiyatlarına çıkalım, evet, modern zamanlarda sporun ‘‘uluslaştırılması’’ daima totalitarizm ve otoritarizmle de at başı gitti.Bu yüzden diyorum ki, Türkiye Brezilya'ya 2 - 1 yenilmiş, eh sağlık olsun.Fakat pazar günü belki Kosta Rika'yı yeneriz.O zaman da kutlu olsun ve işte hepsi o kadar.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!