Güncelleme Tarihi:
Yeni romanınız “Sahilde Buluşalım” için “Fellini’nin ‘Amarcord’unu anımsatıyor” demişsiniz. Amarcord’un bir özelliği de yarı otobiyografik bir eser olması. “Sahilde Buluşalım” da öyle mi?
- Yok, otobiyografik değil. O sözü yayınevi o şekilde yazdı, ben de doğru dedim. “Amarcord”, yıllar önce seyrettiğim ve etkisinde kaldığım filmlerden biriydi. Ben kitabımda aynı ülke içindeki iki ayrı yaşam şeklini vurgulamaya çalıştım.
Farklı yaşam şekillerini vurgularken, Gülfidan, Çağatay ve Cemal karakterlerinin yaşadığı taşradaki olaylar üzerinden aşırı tutucu fikirleri de anlatmışsınız...
.
- Evet, din algısı üzerine de gitmek istedim. Din, çok kutsal bir şey. Bunun sömürülmesine, bundan yararlanıp özellikle kadınlara baskı uygulanmasına değinmek istedim.
Ülkemizde güncelliğini yitirmeyen bir konuya da değinmiş oldunuz. Son dönemde yaşananların da etkisi var mı bu tarz konuları işlemenizde?
- Son dönemde ağırlıklı olarak din baskısı yaşıyoruz. Bundan 10 sene önce de herkes Müslüman değil miydi? Müslüman’dı ama bu kadar göstermecilik ve bir sömürü anlayışı yoktu. Bunların en büyük zorluğunu da kadın çekiyor, onu belirtmeye çalıştım kitabımda. Kültürel çatışmayı, birbirinden kopuk yaşamları mizahi bir dille anlatmaya çalıştım. Ama “Bu doğru, bu yanlış” demedim, sadece anlattım.
DİZİLER, SAHTEKÂRLIK ÜZERİNE BİR DÜNYAYA GEÇTİ
Bir dönem televizyon için “Mahallenin Muhtarları” ve “Perihan Abla” gibi unutulmaz işlere imza attınız. Şimdilerde kitap yazmak daha mı keyifli geliyor?
- Bir yazarın en özgür olduğu yer, kitaptır. Diğer alanlara bakın; tiyatroda oyuncu ve yönetmen faktörü var. Televizyona iş yaptığınızda da o iş sizden uzaklaşıyor. Ben epeydir televizyondan uzakta kaldım. Şimdi en özgür olduğum alanda yazmaya devam ediyorum.
En son 2004’te “Aman Annem Görmesin”i yazdınız televizyon için...
- Başarısız bir çalışma oldu o. Öncesinde “Mahallenin Muhtarları”nı yazdık, 340 bölüm sürdü. Onun üzerine garip bir şeyler oldu, biz çalışamadık. Mesela Umur Bugay da 15 yıl süren bir iş yazdı, şimdi ikimiz de televizyon dünyasından uzaktayız.
Bu mesafeyi siz mi koydunuz?
- Bir yere kadar kendi isteğimle uzak kalmış olabilirim. Çünkü ben “Perihan Abla”dan beri küfürlü, vurdulu kırdılı, silahlı işlerden hep kaçtım. Şimdi televizyonda hiç güzel güzel geçinen birilerini göremiyorsunuz, sahtekârlık üzerine bir dünyaya geçti diziler.
Şimdi entrika olmazsa dizi izlenmiyor diyorlar...
- Yalan söylüyorlar. Seyirci, siz iyi bir şey verseniz de alıyor. Ülkenin yarısı televizyon seyrediyor. Kitap okunmuyor, tiyatroya gitme şansı da az. Böyle bir ortamda televizyonda kötü mesajlar vermeyi sevgisizlik olarak görüyorum. Eğitim ve ekonomik durumu son derece düşük olan bir ülkede para kazanacağım diye bu tip dizilerle insanları uyuşturursanız, ben bu ülkeyi sevmediğinizi düşünürüm.
Bu koşullarda televizyon sektöründen uzak kalmaya devam mı edeceksiniz?
- İstediğim gibi bir iş olursa kalmam. Ben bıraktıktan sonra konaklı, köylü diziler başladı. “Ben de köylüyüm ama Kadıköylüyüm, bilemem o işleri. Hata yaparım ve gülünç olurum” dedim. Nitekim birileri yaptı. Kırsal kesimden arkadaşlarım da o yapılan işlere “Hadi ya! Öyle iş olur mu?” dediler. Bizimkiler köydeki buluşmayı Nişantaşı’nda buluşma gibi yansıttılar!
MÜJDAT GEZEN YÖNETECEK
Oyun yazmaya devam ediyor musunuz?
- Evet, son dönemde kitap ve oyunlara ağırlık verdim. Yeni sezonda da dört oyunum oynanacak. Oyunlardan birini kendim yapacağım. “Yasaklar” diye bir oyunum vardı, şu yasaklar döneminde onu “Yasaklar 2012” yapacağım. Yasaklanmazsa oynayacağız.
Kimler oynayacak?
- Müjdat Gezen’in ekibinden oyuncular olacak. Büyük ihtimalle yönetmenliğini de Müjdat Gezen yapacak. Bir oyunumu Volkan Severcan oynayacak. Bir de Nedim Saban’dan haber bekliyorum.
Sinemayı düşünmüyor musunuz? En son “Abuzer Kadayıf”ı yazmıştınız, o filmden umduğunuzu bulabildiniz mi?
- “Abuzer Kadayıf” çok iyi gitti, biz onunla zarar etmedik. Şimdi de yeni kitabım “Sahilde Buluşalım”ı sinemaya uyarlama teklifi geldi. Onun dışında yazdığım iki senaryo daha var... Aslına bakarsanız bizi zamanında şımarttılar. O zamanlar telefon açıp “Kandemir Bey güzel komedi var mı? Hadi bize getir” derlerdi. Yemek masasında anlattığım, kabul gören diziler olurdu. Ama artık dosyalar hazırlamak gerekiyor. Ben şimdi kapı çalıp “Ben geldim” diyemem. Eşim, “Sana menajer lazım” diyor. Ben de “Geldik gidiyoruz, ne menajeri!” diyorum.
“Kapı çalamam” dediniz, peki bir kırgınlık var mı?
- Yok, çünkü sürekli üretiyorum. Ben üretmeden duramam.
Şu an 120 dakikalık bir proje için teklif gelse yazabilir misiniz?
- Kesinlikle yazarım. Eskiden de ekiple çalışıyordum, yine ekiple çalışırım öyle bir iş olsa. Tabii bir de yapacağım işe inanacağım. “Her bölümde beş kişi ölecek derlerse” yapamam. Dedim ya, ben onu ihanet gibi görüyorum.
MAHALLENİN MUHTARLARI’NI YENİDEN YAPIN DİYORLAR
“Mahallenin Muhtarları” şimdi yayınlansa, diğer diziler arasında şansı olur muydu sizce?
- Bana hep “Bıktık bu vurdulu kırdılı dizilerden, keşke ‘Mahallenin Muhtarları’nı yeniden yapsanız” diyorlar. Ama bir yerden sonra bu laflara itibar etmiyorum, çünkü beni gördükleri için öyle söylüyor olabilirler.
YAPIMCILAR SABIRSIZ VE PARAYA ODAKLI
Eskiden diziler 10-15 sene sürüyordu. Şimdi bir sezonu çıkardı mı “Oh!” diyor ekipler. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
- Sabırsız ve paraya odaklı yapımcılar var. Sendika yok. Oturmamış kaypak bir sektör, sömürü üzerine kurulu. Özellikle görüntüde olmayan set işçileri perişan... Bu savaş niye? Patron kazansın diye. Bu sektördeki telif hakları da sorunlu. Mesela benim kitabım ikinci baskıyı yapıyor ve yayınevi bana ikinci baskı için az da olsa ödeme yapacak ama diziler tekrar gösterildiğinde telif hakkı ödenmiyor...