Siz uyuyun, yazarınız Heybeli’de mehtaba çıktı

Güncelleme Tarihi:

Siz uyuyun, yazarınız Heybeli’de mehtaba çıktı
Oluşturulma Tarihi: Şubat 06, 2007 15:51

Siz uyuyun, yazarınız Heybeli’de mehtaba çıktı


Lodostan vapur seferleri iptal olur diye korktum, şansımız yaver gitti.
Haberin Devamı

Sirkeci’den vapura bindik.

Bu sefer gözümüz yemedi, içeride oturduk; çayımızı içtik, bilmece çözerek Kadıköy – Kınalıada – Burgazada ve Heybeliada...

(Ne alakası var ama... canım size yazının yanında Sevemem artık dinletmek istedi. Kenan’ım rahmet mi istedi nedir! Yok illa konuyla ilgili bir parça istiyorsanız, size Vivaldi’nin Dört Mevsim’inden
Kış’ı önerebilirim...)

İskelede, denizden ağrı esen rüzgâr çivi gibiydi çivi...

Faytonla tıngır mıngır otel. O ayazda, faytoncunun ellerinin ve yüzünün nasıl donduğunu bilirim, çenesi kitlenir adamım. Dokuz lira için, günde Allah bilir ya üç ya beş müşteri... (Bknz. Benim mesleklerim başlıklı yazı, 3 haziran 2003)

Hadi adını söyleyelim bari (bak şimdi az kaldı Ledra Palas diyecektim) Halki Palas. Lobisi, merdivenleri filan eski tarz, Pera Palas’ın sadesi. Odalar daha modern.

Öğleden sonra uzun bir yürüyüş. Kazaklar, kulakları örten yün takkeler, kalın botlar. Halbuki sokak aralarında hava mutedil.

Öğleden sonra gümüş rengi gökyüzü. Arabasız ve insansız sokaklar bomboş. Kirlilik de yok. Bir iki ışık yanan ev dışında, kapatılmış yazlık evler. Çocukluğumun Yeşilköy’ünü hatırlatan çoğu bakımsız, boyasız ahşap konaklar. Kırık camlarından dışarıya tozlu tül perdeler uçuşan, bahçesi adam boyu ot kaplı perili köşkler.

- Emekli olunca Heybeliada’da küçük bir ev alabilir miyiz acaba?

- Amaaan Serdar, sen çocuklarını, torunlarını bırakıp buraya gelebilir misin sanki? Bi’defa sizin ailede emekli olan mı var ki...
- Olurum olurum, ben olurum. Sonra burası cennet gibi yer, torunlar yazın gelip bizde kalırlar...

Biz ne ümitsiz dualara amin dedik, bir fazla bir eksik...

- Bak şu köşk satılık.
- Çok büyük, istemem. Nasıl ısıtacaksın bi’defa...
- Doğru! Bize şöyle iki göz oda, tek katlı bir ev yeter. Ama üç yüz beş yüz metre bahçesi olsun.

İn cin top oynuyor Heybeliada sokaklarında. Belli ki ada, esnafa, (bizim gibi) emeklilere ve zengin evlerin bekçilerine kalıyor bu mevsimde.

- Kışın insan kendini çok yalnız hissedebilir burada.
Hüzün çökmez mi acaba içine? Bari şöyle kıyısından köşesinden deniz görse evimiz...

Sohbet ede ede ‘şehre’ varıyor yolumuz. Küçük lokantada bizden başka iki üç müşteri var. ‘Bir porsiyon istavrit, yarım kilo kadar da hamsim var’ diyor patron. Kalamar filan? I-ıh, kolesterol vaziyetleri. ‘O zaman tam size göre bir soğuk mezem var. Soya yağında uskumru. Kolesterol ilacı. Tadımlık getireyim...

Tazecik hakikaten balıklar. Ama... karımın dediği gibi ‘uuysuz’ bir adamım ben. Hamsiyi sevmem. İstavrit de – kimse kusura bakmasın – mazot kokuyor. Neyse, mevsim salatası güzel, ekmek tazecik.

Kediler biliyor sanki, lokantadan çıkışta elimizdeki torbanın balık kılçığıyla dolu olduğunu. Benimki dertleniyor ‘Kışın kim besler bu kadar kediyi?’ Zayıf da değiller ama...

Dönüş yolu, akşam karanlığında az buçuk
kasvetli. Aylardır insan görmemiş (hepsi bakımlı ve aşılı) köpekler de bizimle oyuna davranmasa, kimsecikler yok ortalıkta. Halbuki bakkallar hâlâ açık (yazlıkçı müşterileri hesaba katarak bu kadar çok bakkal açılmış zahir, kışın işleri zor), berber de, kadın terzisi de boş dükkânında tek başına, pür dikkat tepede asılı televizyona bakıyorlar. Tavandaki tek floresan lamba büsbütün kasvetli hâle getiriyor bu beyhude bekleyişi.

‘Evde otursak n’apıcaz? Burada da televizyon seyrediyorum işte. Bu arada bi’müşteri düşerse...’

Şubat ayının buz gibi bir gününde, Heybeliada’da kadın terzisine kim niye... Neyse, Allah rızkını veriyor demek ki...

Kül rengi, terk edilmiş (Satılık diyen branda afiş bile rüzgâra dayanamamış) ahşap evin önünden geçerken bir an duruyoruz. Bahçedeki dev palmiyenin dalı rüzgârla ahşap kepenge
Tak! Tak! vuruyor. Fonda, denize ışığı düşen çiğ beyaz dolunay. İçeride bir ışık mı yapıp söndü ne?

Korku filmi gibi...

Giriş katında ışık yanan pembe beyaz evin kapısındaki tabela ‘
İsmet İnönü 1925-1973’ diyor. Karıma Paşa’nın meşhur ‘çivileme’sini anlatıyorum. ‘Senede bir kere mi denize giriyordu yani?’ diye içine ediyor hikâyenin.

- Hep Heybeliada’ya geliyoruz biliyor musun, diyorum; baharda Burgazada’ya ve Kınalı’ya da gidelim. Belki orası daha çok hoşumuza gider. Belki bize uygun bir yer buluruz.
- Piyangodan para mı çıktı? diye gülüyor.
- Bozma be keyfimi kadın. Hayali bile güzel...






Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!