Portrenin acımasız mucidi

Güncelleme Tarihi:

Portrenin acımasız mucidi
Oluşturulma Tarihi: Temmuz 31, 2011 00:00

Titizdi, takıntılıydı, portresini yaptığı öznelerini günlerce atölyesinde tutar, eser bitmeden bırakmazdı. Tıpkı büyükbabası, psikanalizmin kurucusu Sigmund Freud’un hastalarını deşifre etmesi gibi, Lucian Freud da tuvalleri ve boyalarıyla öznelerini hem fiziksel hem de manevi olarak çırılçıplak ortaya koyan bir ressamdı

Lucian Freud, geçen haftaya kadar, İngiltere’nin en önemli yaşayan sanatçısıydı. Aralarında Kate Moss ve İngiltere Kraliçesi İkinci Elizabeth’in de yer aldığı portrelerin; aksi ama içten, realist, hatta kimilerine göre süperrealist olarak tanımlanan ressamı; psikanalizin öncülerinden Sigmund Freud’un torunu, Lucian Freud kısa bir hastalık sonucunda 88 yaşında Londra’daki evinde hayata veda etti.
Lucian Michael Freud, yaşayan sanatçılar arasında eseri en yüksek fiyata satılan ressamdı. ‘Benefits Supervisor Sleeping’ (Uyuyan Yardım Denetçisi, 1995) isimli çıplak şişman kadın portresiyle ismini sanat tarihine kazıyan Freud, 1923’te Berlin’de doğdu. 1933’te Nazi işgalinden kaçan ailesiyle İngiltere’ye taşındı. 1939’da İngiliz vatandaşlığına kabul edilen Freud’un ilk otoportresi 21 yaşındayken Horizon dergisinde yayınlandı ve hemen ardından Lefevre Gallery’de ilk kişisel sergisi açıldı. 60 yılı aşkın sanat kariyerinde pek çok sergisi açılan Freud’un en dikkat çekici çalışmaları öznelerini tüm kusurlarıyla çıplak yansıtan portreleriydi.
Bir portre üzerinde saatler, günler hatta aylar boyunca çalışan Freud’un en uzun süren çalışması yaklaşık 2 bin 400 saat sürmüş. 16 ay süren resim boyunca model, yalnızca dört gün izinliymiş. İşin en enteresan tarafı, Freud’un öznelerini resim üzerinde çalıştığı süre boyunca atölyesinde bulunmaya mecbur tutmasıydı. Bu da, sanatçının eserlerindeki öznelerin yüzlerinde ve vücutlarında hissedilen yorgunluk, bitkinlik ve hüznün muhtemel sebebiydi. Portrelerine, öznesinin yüzünden başlayıp etrafa doğru devam etmeyi tercih eden sanatçı bir resmi bitirene kadar mutlaka tuvalinde boş bir alan bırakırdı. Freud’a göre bir resim ‘başka birinin tuvali üzerinde çalışıyormuş gibi hissettiği an’ bitmiş sayılıyordu.

REMBRANDT’A HAYRAN DA VINCI’YE GICIK

Çağdaş sanatın git gide soyuta kaydığı 20. yüzyılda figüratif resim ve portreye sadık kalan az sanatçıdan biriydi Freud. ‘Et’ göstermekten çekinmiyor, göze hoş görünen portrelerden ziyade öznelerini kendi gördüğü gibi yansıtıyordu. Tarzı yıllar içinde gelişen ve güçlenen ama az değişkenlik gösteren sanatçılardandı. Yakın ailesini, arkadaşlarını, tanıdıklarını ve enteresan bulduğu kişilerin portrelerini yapardı. Profesyonel portre modellerini tercih etmiyordu çünkü onların bakılmaya fazla alışık olduğunu, gerçek düşüncelerini ve hissiyatlarını dışa vuramadığına inanıyordu.
Kim bilir, belki de büyük babası Sigmund Freud ile zannedilenden daha fazla ortak noktası vardı. Sigmund Freud’un hastalarını meşhur koltuğunda deşifre etmesi gibi, Lucian Freud da tuvalleri ve boyalarıyla öznelerini hem fiziksel hem de manevi olarak çırılçıplak ortaya koyuyordu. Tüm resimlerini birer ‘otobiyografi’ gibi görüyordu. “Çalışmalarım tamamen ben ve çevremle alakalı” demişti.
Freud, Hollandalı 17. yüzyıl ressamı Rembrandt’ın portrelerine hayrandı, Rönesans sanatçısı Leonardo Da Vinci’den hazzetmezdi. Manzarayla portreye aynı şekilde yaklaştığı için pek çok kişinini sıkıcı bulup burun kıvırdığı İngiliz romantik ressam John Constable’ın resimlerini beğenirdi. Constable’ın da yaptığı gibi Freud, karşısındaki kişiyi ya da objeyi olduğu ve gördüğü gibi çizerdi. Modellerini çıplak resmetmek istemesinin esas sebebi, onları isimlerinden, dünyevi sıfatlarından ve unvanlarından arınmış bir biçimde, gerçek kimlikleriyle ortaya koyabilmekti.
Freud, aralarında Kate Moss, Jerry Hall ve Kraliçe İkinci Elizabeth’in yer aldığı birkaç ünlü dışında yakın olduğu ve sevdiği insanları çizmeyi severdi. Kendi gibi ressam arkadaşı Francis Bacon’ın intihara eğilimli sevgilisi George Dyer’ı, portresini yapmak için çağırdığında, aslında onu depresyondan uzak tutmak ve ona bir meşgale yaratmak amacındaydı. Aynı şekilde babası vefat ettiğinde de annesinin bir seri portresini yapmıştı.

AT YARIŞI, KUMAR VE 13 ÇOCUK

Lucian Freud, içgüdülerine göre hareket eden bir sanatçıydı. At yarışı ve kumardan zevk alır, hızlı araba kullanırdı. Tüm bunları para, şan, şöhret gibi dünyevi şeyleri önemsemez bir tavırla, anlık heyecan uğruna yapan sanatçı, iyi yemek yemekten ve samimi olduğu kişilerle uzun sohbet etmekten hoşlanırdı. Telefonda konuşmayı sever ama kimseye telefon numarasını vermezdi.
İki evlilik yapan ve pek çok sevgilisi olan sanatçının 40’a yakın çocuğu olduğu söylense de resmi açıklanan yalnızca 13 çocuğu bulunuyor. Freud’un dört yıl evli kaldığı ilk karısı ünlü heykeltıraş Jacob Epstein’ın kızı Kathleen (Kitty) Garman’dan iki kızı var. 1953 ve 1957 arasında evli kaldığı ikinci eşi Caroline Blackwood’dan hiç çocuğu çocuğu olmayan sanatçının, Bernardine Coverley ile ilişkisinden ünlü yazar Esther Freud ve moda tasarımcısı Bella Freud olmak üzere iki kızı; Suzy Boyt’tan beş; Katherine Margaret McAdam’dan ise Paul, Lucy, David ve yine bir sanatçı olan Jane McAdam Freud olmak üzere dört çocuğu daha bulunuyor.

SİGARANI İÇ AMA KATE MOSS’A SÖYLEME

Kendisi de ressam olan David Hockney, Lucian Freud’a portre için poz verenler arasında yer alıyor. Aynı dönemde Kate Moss’un da Freud’un öznelerinden biri olduğunu söyleyen Hockney, Freud’un çok yavaş çalıştığını ve bu sebeple çalışma sırasında sohbet edebildiklerini anlatıyor. Poz verirken sigara içmek isteyen Hockney’e izin veren Freud, bu izni, Hockney’nin Kate Moss’a sigara konusundan bahsetmemesi kaydıyla vermiş...

SİYAH ÖRTÜ VE TEK BİR MUMLA ANILDI

Lucian Freud’un Londra’daki favori restoranlarından Wolseley, ölümünün ardından sanatçının en sevdiği masaya siyah bir örtü ve tek bir mum koydu. Bir diğer favori restoranı Clarke’s’ın sahibi Sally Clarke gibi Wolseley’nin sahibi Jeremy King de Freud’a portre modelliği yapmıştı.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!