Neslihan Acu’yu okuyun pişman olmayacaksınız

Güncelleme Tarihi:

Neslihan Acu’yu okuyun pişman olmayacaksınız
Oluşturulma Tarihi: Mayıs 22, 2004 00:00

Onun adı Neslihan Acu.Önce düşmanım, sonra dostum oldu. Bir gün Radikal 2’yi açtım ve ortasında kendi fotoğrafım bulunan bir yazıyla karşılaştım. Diyordu ki: ‘Ayşe Arman eli ayağı düzgün olduğu için satan, okunan biri.’ Hiç tanımadığım bu kadın beni fındık beyinli ilan ediyordu. Sinirlendim. Siz olsanız sinirlenmez misiniz? Ben de bir yazı döşendim. ‘Ne münasebet efendim’ gibisinden. Sonra aradan zaman geçti. Birden pat diye karşıma çıkıverdi: ‘Ben Neslihan Acu.’Bir yerden hatırlıyorum bu ismi. Tamam, o benim hakaretçim! Bir şey oldu, bir şekilde dost olduk. Bir süre daha geçti. ‘Kitabım çıktı’ dedi. Tutturdu ‘Eve geleceğim, sana elden vereceğim.’ Kardeşimin o gün doğum günü, beş bin tane programım var, elim ayağım birbirine karışmış vaziyette. Kapıdan göndersen bacadan gireceklerden, inat etti. İki arada bir derede eve geldi, boynuma çöktü. Kitabını elime tutuşturdu. Doğrusu, örneği çok olduğu için fazla ciddiye almadım. Ama onu kırmamak için öyküsünü öğrenmek istedim. Yandaki konuşmaları teybime kaydettim. Siz önce röportajı okuyun, sonra yeniden buluşalım...Baştan başlayalım Neslihan...- Yok hayır sondan başlayalım. Sonda anlatacaklarım daha enteresan...Arıza mısın nesin Neslihan? Kitabım hakkında yazı yaz diyorsun. Kitabı henüz okumadım. Ama sen vazgeçmiyorsun, ağzımdan girip burnumdan çıkıyorsun, elinde kitabın evime geliyorsun. Gözünü seveyim beni yorma, geldin bari kendini anlat...- E vaktim yok diyorsun!Neslihan lütfen beni delirtme!- Öyle kayda değer bir öyküm yok. 40 küsur yaşında bir kadınım. ‘Meltem K.’yı Kim Öldürdü’ benim ilk romanım. Yazmak benim hastalığım. Ant içtim 40’ımdan sonra romancı olacağım...Bu da iyi! Bir paragrafta bitti. Bana yazacak başka şeyler gerekli. Nasıl bir çocukluk seninki?- Annem ev kadını, babam taksi şoförüydü. Varlıklı bir aile değildik yani. Üç kardeşiz. Ama onlar İstanbul’dan göç etmek zorunda kaldılar. Eğitim?- Mecidiyeköy Lisesi’ni bitirdim. Sonra da üniversite imtihanlarında ilk 100’e girdim. Ve kendimi Boğaziçi Üniversitesi Endüstri Mühendisliği’nde buldum.Mecidiyeköy Lisesi’nden çıkıp nasıl ilk 100’e girdin? Dershane, mershane...- Yok canım nerde? Para mı vardı dershaneye gidecek? Matematiğim, fiziğim oldum olası iyiydi. Ailenin tepkisi ne oldu? Boğaziçi Endüstri’yi kazanmak boru değil...- Farkında bile değillerdi. Ben ot gibi kendi kendime büyüdüm.Sonra?- Ne demek ‘sonra’? Mecidiyeköy dutluğundan çıkmış bir kızı Boğaziçi’nde düşünebiliyor musun? Kültür şokuna girdim. Resmen dağıttım. Her şeye saldırdım. Evet muhteşem bir okul, insana muazzam bir hayat görüşü kazandırıyor. Ama elit bir kitle için hazırlanmış bir okul. Robert Kolej’ken Boğaziçi Üniversitesi olmuş, zengin çocuklarının gittiği bir okuldu o yıllarda. Üniversite imtihanı nedeniyle araya benim gibi sızıntılar girmiş. Onlar da eşek gibi çalışıyor, çoğu zaten üstün başarı gösterdiklerinden Amerika’ya gidiyor. Ben ne oyum ne bu. Babası taksi şoförü olan başka arkadaşım da yoktu. Çok bocaladım anlayacağın.Bu arada nasıl geçiniyorsun?- Ha o da ayrı mesele. Yazar-çizer olmayı, daha o zamanlar kafama koymuştum. Ahmet Cemal’le çalıştım, Tomris Uyar’la ahbap oldum. Evlerine gittim geldim, Turgut Uyar’larla meyhane fasılları filan. Fakat gördüm ki: Bu memlekette edebiyat yapmak belirli bir sınıfın tekelinde. Tomris Uyar’ın zaten kendisi söylüyordu: ‘Aileden kalma evim, kira gelirim filan olmasa yemin ederim biz ölürüz!’ Okulu bitirdikten sonra bin türlü iş yaptım, geçinmem gerekiyor çünkü. Fakat oldum olası bir ‘tutunamayan’dım. Halim tavrım anarşist. Gittiğim yeri birbirine katıyorum, eğreti duruyorum. Ayrık otu gibi. ‘Bari Bodrum’da yaşayayım bar-mar açarım’ dedim. Başka da hiçbir halta yaramam! Fakat onu da beceremedim. Bodrum’da da kadınlar alkolik oluyor. Böyle darmaduman, 30 yaşıma kadar geldim. Çocuk krizim tuttu, bir de aşık oldum, tuttum evlendim. İzmir’e yerleştim. İyi kötü bir düzen tutturduk ama günün birinde fark ettim ki, ben mutsuzum. Hayattan neler beklemişim, başıma neler gelmiş...Hálá edebiyat tutkun devam ediyor, öyle mi?- Etmez mi? Her şeyi okuyorum, piyasada olanlara da ifrit oluyorum. Ve tabii medyaya. Ben ortalıktaki yoksulluğu eşek gibi biliyorum ama açıyorum gazeteleri gözlerime inanamıyorum: ‘Ya bu insanlar aptal ya da bilinçli olarak yapıyorlar’ diyorum. Sonra bir şeyler birikti içimde. Dedim ki: Ben bu ülkenin her katmanında bulundum. Söyleyecek sözün var kardeşim. Bu işlerin içine ben de gireceğim. Zannettim ki...Bu işlerin içine girmek kolay...- Aynen! Nerelerden kovulduğumu anlatamam. 40 yaşında röportajcı olmaya karar vermişim. İzmir Life Dergisi’nin kapısını çalmışım. ‘Deneyimin nedir?’ diye soruyorlar. Yok ki onların aradığı deneyim bende. ‘Siz bana şans verin’ diyorum. ‘Bir yapayım, bakın göreceksiniz.’ Beni başlarından savmak için ‘Gani Müjde’yle konuş’ dediler. Adamın izini buldum. Zar zor ikna ettim. Teybim bile yok. Bana acıyarak bakıyor: ‘Not mu alacaksınız?’ ‘Hafızam kuvvetlidir, siz anlatın’ diyorum. Dergidekiler ‘Olmuş’ dediler, röportajım basıldı ama çok da önemsemediler. Kedi gibi dolanıyorum dergide, bir röportaj daha yapmak için, ‘Git Meral Okay’la yap’ dediler.Para?- 50 milyon gibi bir şey veriyorlardı. Para çok da umrumda değildi. Artık inada binmişti. İşte o ara Radikal’e yazılar yollamaya başladım. Bombardıman halinde. Basmıyorlar. Sonunda seninle ilgili bir yazı yazdım. İnanamadım. Birinci sayfadan girdi, senin fotoğrafınla birlikte. Sen bana ertesi günü cevap yazdın. Güya atışıyoruz ama ben nasıl mutluyum anlatamam. Sonunda sesimi duyurabilmiştim. Bana hakaret ederek mi?- Yok canım. Seni eleştirmek gibi bir amacım yoktu. ‘Bu ülkede sadece sarışınlara, eli ayağı düzgünlere mi şans veriliyor?’ çığlığıydı o yazı. İmdat çığlığı. Aklımca sistemi eleştiriyordum. Ama Radikalciler de sana küfrettiğimi sandı, yazıyı bastılar. Tuğrul Eryılmaz’la tanıştım. ‘Gerçekten tutkuluyum, bu işi yapmak istiyorum’ dedim. ‘Kaç yaşına gelmişsin. Seninle mi uğraşacağım?’ dedi. ‘Birikimim var’ dedim. ‘Beni ilgilendirmiyor’ dedi. Daha da hırslandım. Bu yüzden önce düşman olduğum kadınla dost olabilir miyim diye senin peşine düştüm...Kafama ateş etmişsin, ama benden yardım bekliyorsun. Bu da iyi!- Zannediyorum ki, seninle tanışıp derdimi anlatacağım, sen de ‘Şahane yazıyorsun sen, gel seni yayın yönetmeniyle tanıştırayım’ diyeceksin. Kitabım basılınca da kapıp sana geldim. Çünkü şimdi ikinci mücadelem başlıyor...Nedir o?- Bu ülkede bir dolu iyi kitap, gömülüp gidiyor. Tanıtılmıyor, duyrulmuyor. Yazıktır! Benim kitabımın kaderi böyle olsun istemiyorum. İnsanlar haberdar olsun, okusun istiyorum. Daha önce de üç kitap yazdım, aklına gelebilecek bütün yayınevlerine götürdüm. Suratına bile bakmadılar. Tanıdıkla yürüyor bu işler. Kim takar beni? Hiçbiri basılmadı tabii. ‘40 yaşına gelmişsen bir bok olmaz artık’ diye bir şey var ya insanların kafasında, hele kadınsan. Ben aksini ispat etmek istiyorum. Ve iddia ediyorum: Ben iyi edebiyat yapıyorum. Ve inan, bu yazacağım son kitap olmayacak. Sonuna kadar uğraşacağım, ant içtim ben bu ülkede çok tanınan bir romancı olacağım...*Şimdi söyleyeceklerimi iyi dinleyin. Ben de onu hafife almışım. Birkaç sayfa karıştırarak başladım, bir anda 150 sayfa atmışım. Neslihan Acu, bence ciddiye alınacak bir romancı. Vahşi bir kitap yazdığı. Gerçek bir kitap. Çıplak gerçek. Sert. Bu yüzden acı. Öfkeli. Ve büyüleyici. Elinizden bırakamayacağınız bir efendi-köle ilişkisi. Günümüzde geçiyor ve bu toplumu anlatıyor. Mutlaka okunmalı. Değerlendirilmeli. Bana acayip heyecan verdi. Onun sıkı bir romancı olduğuna, daha da iyi olacağına ve adını herkesin duyacağına inanıyorum.İnşallah, ileride bana tekrar küfretmez!
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!