Milliyetçiliğin izini sürmek için mazoşist gibi kötü roman okudum

Güncelleme Tarihi:

Milliyetçiliğin izini sürmek için mazoşist gibi kötü roman okudum
Oluşturulma Tarihi: Kasım 15, 2008 00:00

Ulus olarak nereden geldiğimizi ve gelirken bizi biz yapan hangi özellikleri yanımızda taşıdığımızı ilk ne zaman merak ettik dersiniz? Bugün bizi temsil ettiğini düşündüğümüz pek çok özellik sonradan kurgulanmış olamaz mı? Murat Belge, İletişim Yayınları yayımlanan "Genesis-Büyük Ulusal Anlatı ve Türklerin Kökeni" adlı kitabında işte bunun izini sürüyor.

18. yüzyılın sonunda Avrupa’da toplumlar ’milliyet’lerini bulmaya başladılar. Ulus-devletlerin çıkışı da bundan sonra oldu ve imparatorluklar parçalanmaya başladı. Fakat bu aşamada yapılması gereken bir şey vardı. Ortaya çıkan ulusu ulus yapan özellikleri keşfetmek ya da bulmak. Bunun için edebiyata görev düşüyordu. Millete ’öz’ünün ne olduğunu göstermek yazarların işiydi. Murat Belge de çalışmasında yazarlarımızın Osmanlı’nın son dönemlerinden itibaren yazdıkları romanlar aracılığıyla bize nasıl bir öz ve geçmiş yaratmaya çalıştıklarını inceliyor.

Milliyetçiliğin ortaya çıkışı bizde Osmanlı’nın son dönemlerine, yani imparatorluğun parçalanma sürecine denk geliyor. Travma mı başlattı bizdeki bu öz arayışını?

-İmparatorluk bazı şeyleri geciktiriyor. Mesela aynı şey Avusturyalı yazar Robert Musil’de var. Niteliksiz Adam’da Habsburg İmparatorluğu içindeki herkesin kendi milliyetçilik davasını güttüğünü anlatır. Macarlar, Çekler arasında milliyetçilik yayılırken bir tek Almanların ağızlarını açamadığını söyler. Herkes biliyor ki sonuçta bu onların imparatorluğu. Onun için Almanlık taslamıyorlar. Çünkü asli unsur kendileri. İmparatorluk yıkıldıktan sonra aşırı bir Alman ırkçılığı ortaya çıkar ama o noktaya gelene kadar kendini zaptetmiştir.

Bizde de benzer bir durum söz konusu değil mi?

-Evet, bizde de Türklüğü, Osmanlı Türklerine öğretenler Rusya’dan gelen Tatar, Azeri aydınlar olmuştur. Onların Osmanlı tarihini kollayalım diye bir dertleri yok. Yusuf Akçura daha 1905’te Üç tarz-ı Siyaset’te, Osmanlılık’la, İslám’la falan olmaz, Türklüğü öne çıkarın, demiştir. Türk aydınlar hálá Osmanlılığı öne çıkartır, çünkü hala kurtarılacak bir imparatorluk nosyonu vardır onlar için.

Ele aldığınız romanlarda "milletin başlangıcını" Osmanlı’nın kuruluşunda görenler var, Malazgirt’e ya da Orta Asya’ya götürenler de.

-Romanlardaki Osmanlı artık başka bir şey. İmparatorluğu ayakta tutmak falan değil de, bizim gerçek tarihimiz nerede başlıyor sorusuna cevap bulma kaygısı.

Milliyetin ’icat’ edildiği ya da ’keşfedildiği’ yönünde iki görüşten bahsediyorsunuz ve siz daha nötr olan ’bulma’yı kullanıyorsunuz. Siz ne düşünüyorsunuz, milliyet kurgulanır mı yoksa keşif mi edilir?

- Aslında ikisi de var. Aynı dili konuşmak bugün hálá milliyeti tanımlayan çok temel bir şey, istisnaları olmakla birlikte. Aynı dili paylaşmak başka hiçbir alanda olmayan bir ortaklık duygusu veriyor. Bu çok eski zamanlardan beri var. Dolayısıyla dili icat etmiyorsun, sen milliyetçi olduktan sonra onu buluyorsun. Önce milliyeti icat ediyorsun, sonra ona ait ne varsa onları keşfetmeye çıkıyorsun. Keşfettiklerinden çoğu da kurmaca olabiliyor. Çünkü bu, bir topluluğu belli bir hedefe doğru yönlendirme işidir.

Büyük Ulusal Anlatı olarak nitelendirdiğiniz bu romanlarda yapılan tam da bu mu?

-
Evet, aynısı. Ben Türkiye’de bu işin nasıl olduğunu anlatıyorum ama bunun olduğu dünyanın her yerinde, üç aşağı beş yukarı aynı şeyler var.

Kemal Tahir’in Devlet Ana’sıyla Tarık Buğra’nın Osmancık’ını ve Erol Toy’un Azap Ortakları’nı aynı grupta inceliyorsunuz ve onların başlangıcı Osmanlı’ya dayandırdıklarını söylüyorsunuz. Necati Sepetçioğlu’nda başka bir tarihe, Nihal Atsız’da çok başka bir yere gidiyor. Bu ayrılığın nedenleri neler?

-
Türklerin milliyetçiliğinin başlangıcını illa bir tarihe sabitleyeceksek en makul olanı Osmanlı’dan başlatmak. İnsanlar bayılırlar daha da eskilere gitmeye ama o bana çok platonik geliyor. Sepetçioğlu gibi ülkücü hareketten gelme birisi Türklerin Anadolu’ya ayak basmasıyla başlatıyor bunu. Kemal Tahir de, Tarık Buğra da bizi biz yapan şeylerin Osmanlı’da ortaya çıktığını düşünüyorlar. Ama onun ne olduğuna dair ikisinin farklı görüşleri var. Devlet felsefesinde buluşuyorlar ama Kemal Tahir o felsefeyi Asya tipi üretim tarzına dayandırıyor, Tarık Buğra daha elle tutulmaz bir ideal arıyor.

Günümüzdeki milliyetçiliğe baktığınızda hangi romanların daha etkili olduğunu düşünüyorsunuz?

-Bugünkü milliyetçiliğin de tek bir şekli yok. Nihal Atsız çizgisinde gelişmiş bir milliyetçilik var, onunla kendisini ayırdığını söyleyen bir Kemalist milliyetçilik var ama ben ikisi arasında doğrusu çok da fazla bir fark görmüyorum. Hatta Kemalist miliyetçi olarak ortalıkta dolaşan kişilerin Kemalistten çok İttihatçı milliyetçi olduğunu düşünüyorum.

Atatürk’ün milliyetçilik anlayışı hangisine giriyor sizce?

-Atatürk’ün siyasi gerçekçiliği var. İttihatçı kadrolarının böyle bir özelliği yok. Yoksa Osmanlı’yı apar topar dünya harbine sokmazlardı. Burada tabii daha çok Enver Paşa’yı kastediyorum İttihatçı milliyetçiliği derken. Mustafa Kemal, Turancılık denebilecek bir siyasi ırkçılık yapmadı, kültürel ırkçılık yaptı. Ama sanıyorum onun da pragmatik gerekçeleri vardı. Çünkü 600 yıllık bir padişahlıktan sonra Cumhuriyeti kurup onun başına geçen adam. Dolayısıyla bu imparatorluk mirasına karşı bir başka meşruiyeti savunuyor. O tarihin öncesine gidip böyle bir milletin bireyleriyiz, deme gereğini duyuyor.

Diğer ülkelerin ulusal anlatılarıyla bizimkiler arasında bir fark var mı?

-Bu tür kitaplar kötü edebiyat olduğu için başka dillere pek çevrilmezler. Onun için tam bilemiyorum. Ama tanıdığım insanlardan sorarak öğrendiğim, bizdekilerin biraz abartılı olduğu. Savaşçılık, kahramanlık, bunlar gerçeküstü boyutlara gelebiliyor bütün bu kitaplarda. Ve estetik değerine hiç kimsenin aldırış ettiği yok.

Sıkılmadınız mı sadece bu amaca yönelik yazılmış romanları okurken?

-Okurken sıkılıyorum tabii ama bununla mücadele etmek gerekir, düşüncesi o enerjiyi veriyor. Yoksa bir tür mazoşizm bu benim yaptığım.

KENDİ KADINIMIZ BİRAZ FRİJİTTİR, DAHA KANLI CANLI OLMASI İÇİN RUM, SIRP OLMASI GEREK

Osmanlı’yı oluşturan Kayı aşiretinin kurduğu devlet modeli, klasik aşiret yapısına uyarak evlilik kapılarını dar tutamaz. Kapalı bir yapıda kurallar bellidir, şuradan kız alırsın, şuradan alamazsın diye. Ama burada artık o klasik aşiret yapısı söz konusu değil. Koşullar o yapının açılmasını grektiriyor. Onun için, artık fethettiğimiz yeni topraklarda bulunan kadınlar da girebilir klanımıza, yani gayrimüslimler. Bunu bütün bu romanlarda görüyoruz. Sırf romanlarda görünen bir konu da değil, bugünkü seks ideolojimizin de çarpık taraflarında ortaya çıkıyor. Saygıdeğer bir kadın, bizim açımızdan öyle seksten falan hoşlanan bir kadın değildir. Onun için, kendi stokundan evlendiği zaman bu kadın epey frijit bir şey oluyor. Daha kanlı canlı olması için Rum ya da Sırp olması gerekiyor. Bütün bunların yani cinselliğin de fütuhat mantığı içinde olması lazım. Onu da tabii erkek yapacak, yani fethedecek.

HANGİ ROMANLAR İNCELENİYOR

Devlet Ana (Kemal Tahir), Osmancık (Tarık Buğra), Azap Ortakları (Erol Toy), Bozkurtların Ölümü, Bozkurtlar Diriliyor, Deli Kurt (Nihal Atsız), Kilit (Necati Sepetçioğlu), Attilá (Peyami Safa), Kızıl Tuğ, Atlı Han (Abdullah Ziya Kozanoğlu), Turgutalp (Yavuz Bahadıroğlu), Uluç Reis, Turgut Reis (Halikarnas Balıkçısı)

Milliyetçilerin Cengiz Han meselesi

Kitapta Murat Belge, Cengiz Han’ın Türk romancıları tarafından işlenme şekline bir bölüm ayırıyor. Popülist milliyetçi kahramanlık romanlarıyla tanınan Abdullah Ziya Kozanoğlu’nun Kızıl Tuğ adlı ilk romanı (1925) Cengiz Han ve kurduğu imparatorluğa yeni Türk milliyetçilerin bakışını gösteriyor. Murat Belge’ye göre "yayıldığı metrekare hesabıyla dünyada en geniş alanı kaplamış Cengiz imparatorluğu Türkçüler için kaçırılmaması gereken bir fırsat" gibiydi. "Öte yandan Cengiz’in soyundan geldiğimizi söylemekle kendimizi sarı ırka sokmuş oluyoruz. Oysa o zamanın ırk tartışmaları içinde sarı olmak şık bir şey değil. Önemli olan beyaz kısma geçmek..."

İşte Abdullah Ziya Kozanoğlu, Kızıl Tuğ’da, o sıralar adı henüz Temuçin olan Cengiz Han’ı şöyle konuşturuyor: "Sen de çok iyi bilirsin ki Celme, Moğol diye aynı bir ulus yoktur. Bundan başka ben de, eski Göktürk soyundanım. Ben bu göçebe avulları, senin Moğol, Türk, Tatar, Özbek, Kırgız dediğin cılasınları bir araya, bir bayrak altına alacağım. Ben Türk, Moğol, Tatar derdinde değilim. Ben avul başbuğu değil, ulus hakanı olacağım..."

Belge’ye göre, romanın basımından 7 yıl sonra Birinci Türk Tarih Kongresi’nde Afet İnan, tıpkı Kozanoğlu gibi Cengiz’in bir Türk kabilesinden olduğunu, Moğol adının çok sonraları bu kabileye takıldığını ilan eder.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!