Lütfen çocuklar duysun

Güncelleme Tarihi:

Lütfen çocuklar duysun
Oluşturulma Tarihi: Nisan 14, 2003 10:07

Bir ülke nasıl fethedilir? Kuvvetler ayrılığı ilkesinin üçüncü sacayağı; yasama, yürütme ve yargı ele geçince elbette. Peki ya beşinci kuvvet medya? Medyaya hakim olan değil bir ülke, tesbih taneleri gibi fethedeceği ülkeleri sıraya dizebilir. Medyaya hakim olan, dünyaya hakim olur. Peki ya beşinci kuvvet bilgi? Efendim? Bilgi mi dediniz? O da ne ki? Sizi gidi çok bilmiş, entel burjuvalar. Bilip de naa’pacaksınız? Bakın aşağıda bir ülkenin gelmişinin, geçmişinin ve de (şayet kaldı ise) geleceğinin nasıl ele geçirildiğine dair örnek bir olay okuyabilirsiniz. Ya da “Canım ne gerek var okumaya…” diyerek, siz yine bu akşam televizyonun başına geçip canlı (ya da kanlı) yayında olanları seyrederseniz, olacaklardan sorumu değilim ona göre.

Haberin Devamı

Hepinizin bildiği şu en zamane modalarından birisi hakkında, beşinci kuvvet bilgiye başvuracağım. Ama galiba dördüncü kuvvetmedyanın sesi, her zamanki gibi daha gür çıkacak. Olsun, ben sesimin bastırılacağı zehabıyla yaşamaktansa, “Bir ses ver geleceğe ve sesini duyur!” ilkesince hareket edeceğim.

Çocuklar neyi duymasın?

 

Böyle bir girişten sonra ne yazacağımı tahmin ediyorsunuzdur. Konu: Amman Çocuklar Duymasın. Ben bildiklerimi yazayım da, ister çocuklar, isterse de büyükler duymasın. Ama geleceği umursamayan bunca büyük (!) arasında, en azından şu koşuşturdukları sınav maratonu ile geleceklerininumurunda oldukları izlenimini veren çocuklar duysun. Ama lütfen duysun.

Haberin Devamı

 

Dördüncü kuvvet medyanın bütün çığırtkanlığı ile, Amerikalı abilerim herkesi döver edasıyla halka psikolojik destek (!) pompaladığı şu günlerde, dizinin Amerikalı patron ablasına bakmak gerekiyor. Medyanın Amerikalı abilerimiz herkesi döver şarjında, unutulan Amerikalı ablalarımız, dizi boyu kadın erkek demeden herkesi pataklıyor.

 

Yahu benim bildiğim, şanlı tarihi itibarı ve şu 15-20 senelik 80 sonrası atılımlarla, bütün dünyaya Türk gibi kuvvetli lafının bina kısmını isbat etmiş bir millet değil miyiz? Dünyanın en muhteşem, en sağlam ve en ince olmasına rağmen 15 büyük depremden sonra bilem yıkılmayan Mimar Sinan şaheserleri bizim değil mi? Rusya’dan Pakistan’a, Orta Doğu’dan Libya’ya ve Macaristan’a kadar en büyük iş ve alışveriş merkezlerinin, milletvekili lojmanlarının ve toplu konutlarının mimarı bizim yüzde 100 yerli Türk müteahhitlerimiz değil mi? Öyleyse, orta ölçekteki bir yerli inşaat şirketinin başına Amerikalı bir ablamızı geçirmek, en azından inşaat sektörünün haklı gururu “Karadenüz uşağı müteaahitleri” üzmek demek değildir de nedir?

Haberin Devamı

Ama uşağumun aklu fikrü, kadınlarda diyeceksiniz. Haklısınız da. Türk gibi kuvvetli dedik ya. Bu kadar kuvvetli olunca, bu kuvveti birilerine göstermek, bir yerlerde harcamak gerekiyor tabi. “Fısfıs İsmayil”in imajı da buradan geliyor zaten. Onun şahsında, bütün Türk erkeklerine biçilmiş hazır kefen (pardon) kaftanlar var. Zengin oldun mu, elin 3-5 kuruş para pul gördü mü, soluğu feyşın tivi defilelerinde alacaksın. Haarika bir sekreter bulacaksın. Dışarıda kadın kalmayınca, iş yerindeki kadınlara dadanacaksın. Biçilen tipik Türk erkeği tiplemesi böyle. Hemde bütün çocukların gözleri önünde. Orta yerde.

 

Dizi hayatımızın içine bu derece girmeden önce, karısının sözünden çıkmayanları sevgi dolu, sempatik filan diye tanımlardık. Kabalık olmasın diye kılıbık filan bile diyemezdik. Ama şimdi en duyarlı ailelerde bile, babasının “peki karıcığım” demesine “Laytt erkeksin baba ya sen!” lafını yapıştıran afacanlardan geçilmiyor.

Haberin Devamı

 

Ve de “taş fırın erkekliği”. Erkek oldun mu, taş fırın erkeği olacaksın. Kadınlara sataşacaksın. Okulda hır gür çıkartacaksın. Yarım bacak boyuna bakmadan, İngilizce öğretmenine sulanacaksın. Ve okuldan kız tavlamak için taş fırın erkeği arslan yürekli (pardon) taş yürekli babandan özel dersler alacaksın. Dizi aile hayatımızda sempatik ve zavallı anne ile acımasız maço babayı oynuyor. Babalardayız yani.

 

Ya Dominant teyzemize ne demeli. İstediğin kadar haklı ol, azıcık üsteledin mi adın hemen dominant teyzeye çıkıyor. Ve adın çıktı mı dokuza, inmiyor sekize. “O’lum, bırak bu dominant teyze ayaklarını…” Valla, dominant teyzenin, sürekli birilerinin bi taraflarına savurduğu ayaklarını bir tutabilsem, bi daha hiç bırakmı’cam ama.

Haberin Devamı

 

Mesajın mesajı

 

En çok etkilendiğimiz bir başka alan da, çocukların kendi arasındaki iletişimi ve ilişkisi. 2-3 yaşındaki çocuklarda bile, siz istediğiniz kadar çocuklar duymasın deyin, duyanlar duyuyor, olanlar oluyor. Şimdi size bir NLP uygulaması. Bir sonraki cümlede size bir komut vereceğim. Okuyunca söylediğimi yapmayın, olur mu? Beyaz, büyük bir fili düşünmeyin. Efendim? Ne oldu? Düşündünüz mü? Hem de kocamanından ve beyaz ötesi bir fil mi belirli zihninizde?

 

Yaani… “Amman çocuklar duymasın!” aslında çocuklara “Çocuklar amman ha, sakın haa, bu diziyi kaçırmayın haaa!” mesajları veriyor. Hem de insan beyninin, duygu ve düşüncelerinin ve davranışlarının ana kumanda merkezine; bilinçaltına.

Haberin Devamı

 

Daha şimdiden kendini “Havuç” diye tanımlayan çocuklar peydahlandı. Kibar ve duyarlı ve nazik ve duygulu kızımızı hatırlayan var mı? Varsa da yoksa da havuç. Ya da Haluk. Al birini vur ötekine.

 

Anne baba ilişkisine bir bakın. Siz istediğiniz kadar “mutfak” diye çığırtın, her şey ama her şey çocukların ve çocuklarımızın gözlerinin önünde oluyor. Ondan sonra mutfağa giden herkesi, karısı ile kavga eden ayrılıkçı gerilla olarak algılıyoruz. Bundan 20 yıl sonra, Türk toplumunda mutfak fobisi başlarsa, söylemedi demeyin. Biz NLP’de psikolojik bir durum yaratan uyarıcıya “çapa “diyoruz. Mesela “ba ba ba ba ba ba” gibi bir lafı 10 kez, 20 kez aynı ses tonu ve aynı tını ile duyarsanız, o ses sizde bir şeyleri çağrıştırır.

 

Eski bir şarkı, dumanı tüten bir mantı, ya da her gördüğünüzde sizin milliyetçilik duygularınızı kabarırken, bir şehit anasını hüngür hüngür ağlatan bir bayrak. Herkes farklı farkı çapalanır çünkü. Her “mutfak” lafını duyduğumuzda arkasından kavga geliyorsa, mutfakları yaşanabilir mekanlar haline çevirmeye çalışan tezgah, raf ve dolap firmaları, bu tezgahın içinden çıkamayacaklar bence.  Çünkü acayip çapalanıyoruz.

 

Zaten onlar da bunun farkındalar ki, şimdilerde bir büyük firmamız, bu çapayı paraya çevirmek için, ev tekstili ürünlerin reklamlarında Meltem’la Haluk’u oynatıyor. Önce dizide çapalıyorlar. Arkasından evde hanımlar tutturuyorlar; ben de Meltemlerin yatak örtüsünden istiyorum. Meltemlerin yatak örtüsünün onların mutluluğuna en ufak bir katkısı yok ama yine de aynı yatak örtüsünden alamamak bizim evlerimizdeki mutluluğu bir şekilde etkiliyor.

 

Peki hiç olumlu bir şeyler yok mu? Var elbet. Mesela Türk toplumunda adı deli doktoruna çıkan psikologlara bakışımız değişti. Nazik, kendisi ile barışık, işinde başarılı ve algısı yüksek bir hanımefendi, ikide bir zırt pırt psikologlara gidebiliyor. Onun bile cılkı çıktı anlayacağınız. İş neredeyse, alo psikolog hattı kurup, “Eşim yemeği evde değil dışarıda yememizi istiyor ne yapayım, eşim çocuklarımın ödevine yardımcı olmamı istiyor ne yapayım”a döndü. Bir tarafta çizilen o yüksek başarı imajını, diğer tarafta kendi senaryoları ile zedelediklerinin farkındalar mı acaba? En sonunda “oğlum ayakkabısının bağcıklarını bağlayamıyor, yardım edin”e dönerse iş hiç şaşırmayın.

 

Tabi bu arada kurumsal ve kişisel gelişimlerine önem veren bir çevrede bulunmaları ve kişisel gelişim seminerlerine katılmaları hasebiyle, bu seminerlerden aldıkları bilgilerle kendi küçücük şahsi meselelerini çözememeleri de başka bir handikap ya. Neyse biz onu da artı hanesinde sayalım. Seminer seminerdir sonuçta.

 

Bir de tamamlayıcı tıp konusu var dizinin iyilikler hanesinde. Milleti Feng Shui ile, meditasyon ile ve yoga ile tanıştırdılar. 4 yaşındaki bebeler bile kızdıkları babalarına, baba seni yogaya gönderelim de sinirlerini alsınlar demeye başladı.

 

En son geçen bayram yaşadığım bir anı ile yazıma son vereyim. Bayram sabahı Havuç’a verdiği 20 milyon hakiki Türk lirasını, kaç milyon normal yurdum insanın verip veremeyeceği düşünüldü mü acaba, değerli senaryo yazarı arkadaşımızca? Her bayram 250 bin’liklerle idare eden, 1 milyon aldı mı gerçekten bayram eden çocuklarımızın, o yeşil ve buruşmamış paraya kavuşamayınca, bayramlarını zehir edecekleri hiç düşünüldü mü? Ya da mütevazı bir işte çalışan babaların, 20 milyon bayram harçlığı veremediği durumlarda, çocuğun gözündeki baba ve başarı imajı?

 

Neler, neleri değiştiriyor?

 

Bütün bu değişim ve etkileşim zincirinde, Türk halkının geleceği değişiyor. Yahu bir diziden ne olacak demeyin sakın. Tefrişat ve mefruşat anlayışımız değişti inanın. Ana babaların çocuklarına bakışı, çocukların anne babaya bakışı, çocukların iş ahlakına ve yaşam kültürüne bakışı da değişiyor. Çocuklar ister duysun ister duymasın, Türk neslinin çocukları değişiyor efendim. Hem de kötü bir şekilde. Yemesi içmesiyle, gelmesi gitmesiyle, yatması kakmasıyla, çalışması uyumasıyla, susması ve konuşmasıyla Türk neslinin kültürü değişiyor.

 

Ve baş rolleri Amerikalı abilerimizin ve ablalarımızınoynadığı bu değişim oyunun dört köşesini tutan dördüncü  kuvvet medya da bu değişime çanak tutuyor galiba.

 

Benden söylemesi. “Bu akşam pişirdiğim yemeğin tuzu fazla dedi” gibi safsatalarla uğraşacağınıza, gerçek bilgi sahibi psikologlarımıza sorun dizinin ve çocuklarınızın durumunu. Ve de kararınızı verin son dönemlerin moda uygulaması dizileri hakkında. Ya da boşverin gitsin. Nasıl olsa işler olacağına varır.

 

Münir Arıkan

Düşünce Öğretmeni - NLP Trainer

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!