Konu sakıncalı, kısa keselim

Güncelleme Tarihi:

Konu sakıncalı, kısa keselim
Oluşturulma Tarihi: Ekim 10, 2006 17:37

 

Haberin Devamı

“Birdenbire ve hiç hazırlıksız, peşinde dokuz adamınla, dağlarda tek başınasın!” demiştim son olarak, yanılmıyorsam.

İçgüdülerinle hareket ediyorsun. Aldığın eğitim sana ‘babana bile güvenmemeyi’ özellikle de en yakınlarına güvenmemeyi öğretmiş. (Mafya usulü, seni yakınlarına temizlettirirler, biliyorsun.)

Önce, adamlarından ayağına çabuk birini, eline bir dürbün tutuşturup, uzaklaşmakta olan eski takımının peşine salıyorsun:

- Git ve kendini ele vermeden hangi yönde ilerlediklerini öğren! Ve bak bakalım, bizi izleyen var mı?

Bu bilgi yarın lazım olabilir sana.

Bir müddet 954 rakımlı tepeye doğru ilerliyorsun. Eski takım komutanının ve arkadaşlarının seni artık göremeyeceğinden emin olunca, saat 3 yönünde rota değiştiriyorsun.

Gece tam bastırmadan uygun bir yer bulmalısın. Büyük bir kayanın dibini seçiyorsun. Burası ‘Ben olsam kampımı hayatta buraya kurmam’ diyeceğin bir yer. Demek ki doğru seçim... İlk gece çadır kurmuyorsun. Sabah güneşinde parlayabilecek her şeyi çalılarla, dallarla örttüğüne emin olduktan sonra, yine iki branda arasına kıvrılıp uyuyorsun.

Üç dört gün burada kalıyorsun. Gıda ve sair malzemeni ikiye üçe bölerek gömüyorsun. Baskın yememek için yirmi dört saat nöbetçi dikiyorsun. Araziyi tanımak ve ‘düşman’ hakkında istihbarat toplamak üzere dört yana ikişer kişilik ekipler çıkarıyorsun. Değişen timler.

Ama bunlara önce iyice belletiyorsun: Yerleşim birimlerinden, seyir halindeki araçlardan ve insanlardan uzak durun. Karşılaşırsanız, kaçmayın ve şüpheli hareketler yapmayın. Konuşmak zorunda kalırsanız şu şu şekilde yanıltıcı bilgiler verin, şunu şunu sorun. (Ki düşman, aynı şahıslardan bilgi almak isterse, yanlış yönlendirilsin.)

Bu arada sen, bir yardımcıyla birlikte kampta kalıyorsun. Ama asla ana kampta değil. Ekiplerden biri seni satmış, yahut izlenmiş olabilir. Ana kampı iyi gören bir noktada ve 24 saat telsiz dinlemede gizleniyorsun. Ve adamların döndüğünde, belli bir süre bekleyip, keşiften döner gibi ana kampa geliyorsun.

Ekiplerden biri boş bir kamp bulduğunu bildiriyor. Ertesi gün, farklı yönlerden ve üçer dakika arayla söz konusu kampa yöneliyorsun. Bir tuzaksa ve ekiplerden biri tuzağa düşerse, diğerleri kaçabilir ya da basabilir, duruma göre.

Düşman kampı korumasız bırakmış, belki de kaçmak zorunda kalmış. Taşıyabildiğin kadar yiyecek, içecek, battaniye, çadır malzemesi yükleniyorsun. Taşıyamadıklarını çamura gömüyor, kullanılmaz hale getiriyorsun. Sonra, yakındaki asfalta kadar iz bırakarak, ters bir yönde ilerliyorsun. Asfaltı geçip duruyorsun. Burada, adamlarının itirazını dinlemeden, ayaklarındaki çamurlu postalları çıkartmalarını söylüyor, bir müddet (iz ve çamur bırakmadan) asfaltta yürütüyorsun. Sonra, ellişer metre aralıklarla postallarını tekrar giyip, teker teker ormana sokuyorsun. İzinizin sürülememesi için bu işlemi (homurdanmalara aldırmadan) iki kere daha tekrarlatıyorsun.

Bu arada korkunç bir yağmur bastırıyor. Bir köprünün altına sığınıyorsun. Titreye titreye hava kararana kadar bekliyorsun. Burada en çok yemek, sigara ve ateş disiplinini korumakta zorlanıyorsun.

Tabii sinirler gergin, herkes her an pusu ve baskın korkusuyla yaşıyor, grup içinde sen-ben kavgası dorukta, hem ‘takım ruhunu’ korumak, hem de ‘sana karşı birleşmelerini engellemek’ için ‘kontrollü çatışmaya’ göz yumuyorsun.

15-16 yaşında, en büyüğü 18 yaşında gençler. İtiraf edemiyorlar ama kampa katıldıklarına çoktan pişmanlar. Korkuyorlar, üşüyorlar, sıkılıyorlar, evlerini özlüyorlar, sıcak bir yatağın, (ne de olsa zamane gençleri) kocaman bir hamburgerle kızarmış patatesin hayalini kuruyorlar. Emirlere rağmen sürekli yemekten, içmekten, evlerinden ve ‘sivildeki hayatlarından’ konuşuyorlar.

Otoriteye isyan edecekler, edemiyorlar. O zaman değil cep telefonu, dağ başında ankesörlü telefon bile yok. Olsa zaten kullanmak yasak. Kız arkadaşlarını, erkek arkadaşlarını, geride bıraktıklarını düşünüyorlar. Ufak tefek flörte (el ele tutuşmak, gizli gizli öpüşmek, uyku tulumunun içinde birbirine sarılarak uyumak) izin veriyorsun, bu kadarını zaten engelleyemeyeceğini biliyorsun. Takımda, seninle yardımcını saymazsan, sekiz kişiler. Altı erkek, iki kız. ‘Paylaşım’ sorunu çıkıyor. Mutsuzlukları doğukta...

Ama zaten sen de daha çocuk yaştasın, bu yükü zor kaldırıyorsun, ne yapman, nasıl davranman gerektiğini bilemiyorsun, her an isyan edecekler (sen ‘doğal komutan’ değilsin, düne kadar onlar gibiydin) seni dinlemeyecekler diye korkuyorsun, geceleri uyuyamıyorsun, gün geçtikçe geriliyorsun, bitkinsin...

Daha böyle çok anlatacak şey var, olaylara hiç girmedim bile ama...

“Sözüm tamamen siyasetten, milli güvenlikten, terörden ve teröristten, hasılı ciddi konulardan dışarı…” demiştim ya peşin peşin; son söz olarak ekleyeceğim şudur ki:

Dağdaki hiçbir zaman dağda kalmak istemez, hayalinde her an düze dönmek vardır!

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!