Kıskanmayanlar okumasın!

Güncelleme Tarihi:

Kıskanmayanlar okumasın
Oluşturulma Tarihi: Temmuz 16, 1998 00:00

Pakize SUDA
Haberin Devamı

Son günlerde çok meşgulüm, bir arkadaşım için hafiyelik yapıyorum.

Arkadaşımın iki-üç sene süren ilişkisi bundan birkaç ay önce sona erdi. İlişki bitti, ama arkadaşımın sevgisi devam ediyor. Aklı adamda. Bütün merakı adamın yeni bir sevgilisi olup olmadığı. Kolunda birini görse tamamen umudunu kesip, yeni bir hayata başlayacak. Ben de baktım gerçekten umudunu kesmesi için böyle bir sahneye tanık olması gerekiyor, yardım etmeye karar verdim.

Yardım dediğim şu: O, pazar günleri bütün gün, hafta içi akşamları, arabasıyla adamın evinin önünden geçiyor, ben de boş zamanlarımda bu gel gitlere eşlik ediyorum. Habire gidip geliyoruz. Adamın arabası kapıdaysa sorun yok, evde uslu uslu oturuyor demek. Bu, arkadaşımın fikri tabii. Benim fikrime göre adam bal gibi bu sırada evde bir kadın arkadaşını ağırlıyor olabilir. Eğer kapıda arabası yoksa yandık. Arkadaşıma göre bu şu manaya geliyor: Adam ya bir kadının evinde ya da beraber bir yemekte içmekteler. Bir insan başka hiçbir şey için evden çıkamaz!

Hayal bu ya!...

Hadi bakalım, ne kadar restoran varsa önünden geçiyoruz. Fır dönüyoruz İstanbul'da. İnanmayacaksınız, ama buluyoruz onu. Manavdan erik alırken yakalıyoruz, çünkü arkadaşımın fikrine göre bu adam bu erikleri eve götürüp televizyonun karşısında tuza bandırıp yemeyecek. Ya ne yapacak? Erikleri alıp kadının evine gidecek, bunları yerken yanında içki içecekler sonra dans edecekler, sonrası malum. Ben böyle hayal gücü kuvvetli insan görmedim. Erikten yatağa. Yaşı tutsa eski Türk filmlerinin senaryolarını bunun yazdığını düşüneceğim.

Seven ne yapmaz

Bir yandan da ona hak vermiyor değilim. İnsan sevince mantık falan bir kenarda kalıyor. Ben de zamanında ne saçmalıklar yaptım. Hemen aklıma gelen birini anlatayım: Seneler önce, bir akşam o zamanki arkadaşımla yemeğe çıktık sonra beni eve bıraktı, kapının önünde vedalaştık, o da evine gitmek üzere yola çıktı. Benim içime bir şüphe düştü. ‘‘Takip edeyim, bakayım nereye gidiyor’’ dedim. Hemen arkasından bir taksiye binip, peşine düştüm. O gidiyor, ben gidiyorum. Gide gide Unkapanı Köprüsü'ne geldik. Bu arada arabayı kaybettim. Şoföre söyleniyorum ‘‘Ah kaçırdık, daha hızlı gidelim, şu önümüzdeki arabaları geçelim’’. Arka koltukta kendimi bir o tarafa bir bu tarafa atıyorum. O sırada arkadan ısrarlı bir korna sesi duydum. Meğer biz onu geçmişiz. Önündeki taksinin içinde beni görünce ‘‘Ben bunu eve bırakmıştım. Bu saatte taksiyle nereye gidiyor’’ diye peşime düşmüş. Ben aniden ava giden avlanır durumuna düştüm. Bu arada hemen belirteyim, bulunduğumuz mevki arkadaşımın evinin tam tersi yönde. O saatte orada ne aradığımızı uzun uzun anlattıysak da birbirimizi inandıramadık.

Şimdi siz bu satırları okurken, bizim evde bir aile faciası yaşanıyor olacak. Annem bize hiç yakıştırmaz böyle şeyleri. Üstünden seneler geçmiş olsa da bunun hesabını soracaktır mutlaka. Ona göre flört etmek falan iyi aile kızlarına göre bir şey değildir. Hatta evlilik için bile kardeşimle ikimize ‘‘Durun bakalım, başınız bacadan mı çıktı? Daha zamanı var’’ diyor. Bu gidişle huzurevine girişle dünyaevine girişimiz aynı günlere denk gelecek. Neyse artık olan oldu, bir anı daha anlatayım.

Baskın basanındır!

Bir gün boy friend'im (Annem İngilizce bilmez) bir iş için yanında iş arkadaşlarıyla beraber Şile'ye gitmişti. Akşam geç bir saatte telefonla konuştuk. Gayet iyi bir sohbetten sonra ‘‘İyi geceler’’ deyip kapattık telefonu. Bu arada yorgun olduğu için hemen yatacağını söyledi. Benim yine içime bir şüphe düştü. Duraktan tanıdık bir taksi çağırdım, doğru Şile'ye. Telefon konuşmasından tam yarım saat sonra Şile'deyim. Arkadaşım otelin restoranında ekipten bir kıza sımsıkı sarılmış dansediyordu. Çok yorgun olduğunu söylemişti ya, düşmesin diye kıza o kadar sıkı sarılıyordu herhalde. Beni karşısında görünce on dakika kadar dili tutuldu.

Nereden nereye geldik, arkadaşımı anlatıyordum. O erik mevzusundan sonra ben pes ettim, birkaç gündür turlara katılmıyorum. Ancak bundan böyle elinde erikle giden bir erkek görsem hakkında iyi şeyler düşünmeyeceğim. Her ilişkide bunlara benzer şeyler yaşanıyor büyük ihtimalle. İnsan içinde yaşarken durumu doğru değerlendiremiyor. Şimdi düşünüyorum da kıskançlığın altında çok sevdiğiniz birini kaybetmekten korkmanın yanı sıra başka şeyler de yatıyor. Mesela araya giren hemcinsinize yenilmeyi kabul edememek ya da ilişkinin süresini sizin değil de karşı tarafın tayin etmesini sindirememek gibi. O anda paylaşamadığınız, uğruna savaş verdiğiniz adamın pek bir önemi yok. Hatta bu adam, bir sürü huyuna kızdığınız, sık sık kavga ettiğiniz, arkadaşlarınıza şikayet ettiğiniz, belki de daha iyisini bulsanız kapıya koyacağınız biri olabilir.

<>

Viagra katarakt yapıyormuş.

Olsun aşkın gözü de körmüş zaten.

Şişman ailelerin çocukları da şişman oluyormuş.

Çocuktan gizli yiyip içmiyorlarsa öyle olur genelde.

Nar, göğüsleri büyütüyormuş.

Yanaklar elma

Dudaklar kiraz Memeler nar takviyeli

Kadın değil ‘‘şen manav’’. Sırtımızda bir fiyat etiketimiz eksik.

Dört iş yeri açılıp, biri kapanıyormuş.

Bu da mı dert? Üç tane açsınlar hiçbiri kapanmasın.

Gizli fuhuş yapanların sayısı 2 binden 5 bine çıkmış.

Kaç kişi oldukları biliniyorsa pek gizliliği kalmamış bu işin.

Dünya, tarihin en genç nüfusuna sahipmiş.

Bu sonuca benim de bir katkım olmuş mudur acaba?

12 bin yıldır ekmek yiyormuşuz.

Göbeğim bunun en canlı kanıtı.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!