İstanbul’a 16’ncı yüzyıl marangozu lazım

Güncelleme Tarihi:

İstanbul’a 16’ncı yüzyıl marangozu lazım
Oluşturulma Tarihi: Mayıs 12, 2017 12:21

Murat Belge, adı İstanbul’la özdeşleşen, bu şehrin birkaç uzmanından biri. Yıllardır bu büyüleyici şehri anlatıyor, tanıtıyor... Yazdığı ‘İstanbul Gezi Rehberi’ artık bir klasik. Şimdi klasik olmaya aday bir eseri daha var. Açık Radyo’nun ilk kurulduğu yıllarda, artık aramızda olmayan eğitimci Tanyeri Erkman’la İstanbul’u semt semt anlattıkları tadına doyulmaz radyo programı, ‘Bu Şehr-i İstanbul ki’ adı altında kitaplaştırıldı (Üstelik bu müzikli bir kitap; sayfalardaki kodları akıllı telefonlarınızla tarayarak; Belge ve Erkman’ın kendi arşivlerinden çaldıkları, bulunmaz kayıtları dinleyebiliyorsunuz). Kitabı vesile ettik, Belge’yle ‘şehirlerin şehri’ni konuştuk.

Haberin Devamı

Tanyeri Erkman ile sohbetinizde “Biz İstanbul şımarığıyız;  İstanbul’da her şeyin bir zamanı, bir mevsimi var; mevsimlerin dışına çıkmayız” diyorsunuz. Nedir bu tam olarak? İstanbullu kafasında hep bir takvimle mi dolaşır?

- Evet, biz İstanbul şımarığıyız. İstanbul’da her şeyin bir zamanı vardır. Mesela balığın. Hatırlıyorum, bir sene alışık olmadığımız kadar lüfer çıktı. Karaköy’den vapura binerken, leğen içinde zıplayan, sıçrayan lüferler satıyordu birisi; aldım. Adam torbaya koydu. Vapura bindim. Yanımda hareket halinde bir torba. Herkes anlıyor tabii; “Adam balık almış” diyorlar. Oradan indim; torbayı delmiş lüferler, kaldırıma saçıldılar. Onları yerden aldım; elimde balıklarla hemen yakındaki markete daldım; kasadaki adam, hiç şaşkınlık göstermeden bir torba uzattı. Aynı günlerde eşim de dolmuş durağında, yerde zıplayan bir lüfer görmüş.

Haberin Devamı

İstanbul’a 16’ncı yüzyıl marangozu lazım

Bu örnekteki kişi herhalde bırakıp gitmiş balığı...

- Evet işte, Londra’da, Paris’te böyle zıplayan balıklarla gezemezsin. Bu tazelikte balık bulamazsın. Olmaz. Bir de şu var: Lüferi, kalkanı alıp o akşam pişirmezsen de olmaz.

İstanbul’un meşhur bostanlarından, bahçelerinden türeyen mevsimler de var, değil mi?

- Şimdi çağla, badem var. Sonra bunun iç baklası var; cevizi var. Erguvanlar bugünlerde zaten faaliyette. Birkaç gün daha gider. Mimozalar geldi geçti.

Lale mevsimi de yaşıyoruz artık. 

- Lale gerekli değildi bana sorarsan ama yapay Osmanlı merakından o da getirildi. Ama lale bir defa ektiğin, sonra yıllar boyu giden bir şey değil. Sürekli ekmen gerekiyor. Masraflı. Etrafı milyonlarca laleyle döşeyeceğim fikri ekonomik bakımdan çok rasyonel değil. İstihdam yaratılacaksa, başka şeyler bulsunlar.

İstanbul’a 16’ncı yüzyıl marangozu lazım

YANIK SARAYLAR, TAVUKUÇMAZ, SORMAGİR...

Haberin Devamı

Kitapta Cihangir’den bahsederken enteresan sokak isimlerini de anıyorsunuz...

- Evet, otantik isimli sokakları vardır İstanbul’un. Yerel, gündelik yaşantıyı yansıtır. Renklidirler.

Sizin favorileriniz var mı?

- Cihangir’deki Sormagir. Yine Cihangir’de Tavukuçmaz Yokuşu... Perçemli Sokak var. İnsanın aklını zorlayan bir isim. Nitekim Oktay Rifat kitabının adını koydu. Ona benzer Eminönü’nde Yanık Saraylar Sokak var...

O da Sevim Burak’a mı ilham verdi acaba?

- Herhalde “Ah, tam da bu” demiştir. Bir sanatçıya, yazara bir şeyler düşündürten isimler bunlar. Karga Zarife geliyor aklıma. Belki ‘Karga’ lakabı takılan bir Zarife Hanım yaşıyordu orada.

Bet sesliydi herhalde.

Haberin Devamı

- Muhtemelen. Moda’da uzun zaman Yeni Fikir Sokağı’nda oturdum. Ama fikir neydi, nesi yeniydi bilmiyorum.

Eski İstanbul’u yansıtan bir semt kalmadığını anlatıyorsunuz kitapta. Neden bu kadar değişti İstanbul?

- Her kent değişir... İstanbul, on dokuzuncu yüzyılı, Batı’nın Sanayi Devrimi’ni yaşadığı gibi yaşamadı. Bu yüzden evler ahşap kaldı. Anıtları bir kenara bırakırsak, yaşayan kent, konutların yoğun olduğu mahallelerde kendini belli eder. Büyük İstanbul yangınlarından sonra o ahşap, güzel İstanbul’dan geriye pek bir şey kalmadı. Kilise, cami var ama mahalleler nasıl yaşardı? Çok bilmiyoruz.

Bütün bir semt demesek de, o günlerden esintiler taşıyan sokak da mı yok?

Haberin Devamı

- Süleymaniye’de Ayrancı Sokağı var. Elbette çok değişmiş ama aşağı yukarı “Böyleydi eski İstanbul” diyebileceğiniz bir yer. Bir de Zeyrek’in bazı sokaklarında bu duyguyu hissedebilirsiniz. Çelişkili bir hal var burada. Bu sokakları, semtleri kendi haline bıraktığınızda çürüyüp gidiyorlar. Müdahale etmek isterseniz, iyi bir şeyler yapmayı bilen de bulamazsınız.

Nasıl çıkılabilir bu çelişkinin içinden?

- Amsterdam’daki Denizcilik Müzesi’nde, sonradan yapılan o 18’inci yüzyıl gemisini görmüştüm. Orada öğrendim: Gemiyi yapan marangozlar, o yüzyılın aletleri neyse onları kullanmışlar. O koca, anıt gibi gemi bitince de bu alanda çok ustalaşmışlar. Ardından bu marangozluk biçimi onlara hayat boyu garanti olarak sunulmuş.

Haberin Devamı

“Siz bundan sonra 18’inci yüzyıl marangozu olun” mu demişler?

- Evet, bu tür işler yaparak, karşılığında da yüksek bedeller kazanarak yaşayıp gitmişler. Bizim de meslek okullarımız var, biliyorsun. Böyle insanlar yetiştirmeliyiz. Aslında bazen iyi örnekler görüyoruz. Örneğin Süleymaniye’de Kayserili Ahmet Paşa Konağı’nı biraz bu fikre uygun şekilde restore etmişlerdi. Ama işte böyle kanallar çok açılmıyor bizde. Daha çok “30 metre boyunda Mevlevi heykeli yapalım” diye fikirler çıkıyor. Oysa bize 16’ncı yüzyıl marangozu lazım!

İSTANBUL’U BİRAZ DA BEN BOZDUM

Özellikle Eminönü’nün bozulduğunu söylüyorsunuz.

- Eminönü tarafları iyice modernizmin kurbanı oldu. Yine de hanları görmeli. Onları öğrenmek gerekir. Kimler orada çalışmış, oralardan gelmiş geçmiş...

Yeni gelip geçenler de var. Sanatçı Halil Altındere’nin atölyesi Büyük Valide Han’da örneğin. Hanlar sanki yeniden ‘havalı’ oluyor gibi.

- Evet ama işte bozulacaklar. Ben de İstanbul’un bozulmasında biraz rol oynadım doğrusu! Düşündükçe canım sıkılıyor. Göstersen bir türlü, göstermesen bir türlü.

İstanbullu yeni orta sınıf; konuştuğumuz semtlerin uzağında, surların dışında, sitelerde yaşıyor. Esas İstanbul’la çok ilişkileri yok. Normal mi?

- Hayır, bize özgü bir durum. Ben yıllardır bu şehri dolaştırırım; Taksim’den otobüse bineriz; surlarda bir noktada ineriz. Etrafımızı çocuklar sarar. “Hello, goodbye” diye bağırırlar. Türkçe konuşsan bile inanmazlar sana. Mümkün değil çünkü; orada hep yabancıları görmüşler. Öte yandan benimle beraber olanların çoğu da orayı ilk defa görüyorlar. İstanbul’u bilmiyor sayılmazlar ama ana arterlerinde dolaşmışlar hep. İki sokak içerisini tanımıyorlar. Böyle bir garip İstanbulluluk var.

Parisli, Londralı orta sınıf kendi şehrini bilir mi?  

- Bilir. Evlerinin, sokaklarının tarihlerini araştırırlar. Merak ederler. Kayıt da vardır; araştırdıklarını bulurlar. İstanbul’da gel de bul.

İstanbul’a 16’ncı yüzyıl marangozu lazım

GÜNBATIMI EN İYİ NEREDEN İZLENİR?

İstanbul’da gündelik yaşantınızda en çok neyi seversiniz?  

- Şafak sökmesi benim pek gördüğüm bir şey değildir. Bir de İstanbul’da şafak pek önemli, aman aman güzellikte değildir. Ama günbatımı bir olaydır.

Nereden görmeli günbatımını?

- Batıdan battığına göre Doğu’dan bakmalı. Moda’dan, Adalar’dan... Bir de Salacak’tan elbette.

Çamlıca da iyidir sanırım?

- İyidir ama Boğaz’ın Anadolu kıyısında herhangi bir yerde olmak daha iyidir. Rumeli tarafında güneş arkanda kalır. Yahya Kemal’in “Tutuşur üç beş cam” diye tarif ettiği kızıllaşan pencereleri görürsün.

Sizin favoriniz neresi?

- Ekim ayında Kumkapı’ya gideyim; meydanda bir yere oturayım; günbatımını sokak aralarından göreyim isterim. O sokaklarda da çamaşırlar asılı olmalı...

‘ŞEHİRLERİN ŞEHRİ’Nİ NASIL GEZMELİ?

İstanbul Gezi Rehberi’ni yazdınız; halen çok satıyor. Epey kişiye gezdirdiniz bu şehri. İstanbul’u tanımak için evvela nereleri görmek gerekir? 

- Öncelikle Boğaziçi’ni... Enternasyonal İstanbul’u görmek için de Galata ve Beyoğlu’nu... Gayrimüslim nüfus oradadır; liman kenti olmanın sonuçları oradadır. Eski kentte Haliç boyunu gezmeli. Cibali’den başlayarak, Fener’e girmeli; Rum binalarını gezmeli. Balat’ta Müslüman, Yahudi, Ermeni, Rum nüfusun bıraktığı eserleri görmeli.. Oradan Ayvansaray’a... Hiç iz kalmadı ama Roman yerleşimleri oradaydı. Daha Osmanlı bir İstanbul görmek isteyense Zeyrek ve Süleymaniye’yi muhakkak görmeli. Ama en mühimi, her yerde küçük sürprizler çıkar bu şehirde. Kumkapı’dan, Samatya’dan çıkar...

İstanbul’a 16’ncı yüzyıl marangozu lazım

TÜRKİYE’NİN MODERNİZM BİÇİMİ MİMAR SİNAN’I BİR TÜR İŞKENCE MASASINA YATIRIYOR 

- Bugün yönetimde incelmiş bir zevkleri, kültürü olmayan birtakım kadrolar var. Her şey de onların elinde. Başlangıçta biraz olsun “Danışalım, edelim” diye bir kaygıları vardı. Şimdi o kaygılar da kalktı. Sadece bir özgüven yükselmesi değil bu. Tepeden “Sakın onlara bir şey sormayın” da diyorlar. Böyle bir atmosfer var. “Sakın onlara sormayın” diyen otoritenin, bir estetik kaygısı da yok zaten. Büyük olsun, hızlı olsun... Hepsi bu.

- Zevksizliğin ilk göstergelerinden biridir zaten büyüklük merakı. İkisi beraber gider. Güzelliği boyda bosta aramak... İlkel bir duygudur.

- Ayasofya, Süleymaniye... İmparatorluk açısından düşünüldüğünde bu büyüklük, bu anıtsallık normal. Ama bir yandan da Müslüman kültüründe tevazu vardır. “Dünya geçicidir; burayla fazla övünmemeliyiz” denir. Topkapı’ya git bak, “Burası dünyayı titretecek bir imparatorluğun sarayıdır” dediğinde, “Allah Allah” der bilmeyenler. Küçücük odalar, labirentler, geçitler... İki katlı, genellikle tek katlı, basık bir yer.

- Şehrin tarihini bildiğimizden de eskilere gittiğini Yenikapı’daki kazılardan öğrendik. Ki yeterince eski bir tarihimiz vardı; ona gereği gibi bakmış mıydık peki? Bu, tartışılır. Senin elinde Roma İmparatorluğu’ndan kalma bir hipodrom var. Hiçbir şey yapmadan, kapatmışsın duruyor. Aksaray’da katakomb var. Üstünü kapatmışsın, beton dökmüşsün. Yani bu Bizans’ı unutturmak üzere uygulanan, tutarlılığı ve devamlılığı olan bir politika.

- Bizimkisi tarihle ilişkisi bozuk kurulmuş bir toplum. Ama Bizans’ı korumamak bir devlet politikasıdır. Bu topraklarda kendimizi halen güvende hissetmememizin getirdiği bir durum. Samatya’da Sinan Hamamı’na git bak, Kültür Bakanlığı’nın izniyle veya katılımıyla yapılan bir yenileme çalışması var. İşte Türkiye’nin modernizm biçimi Mimar Sinan’ı bir tür işkence masasına yatırıyor.

BAKMADAN GEÇME!