Kadın havalarda uçuyor sonra gelip duvar kırıyor

Güncelleme Tarihi:

Kadın havalarda uçuyor sonra gelip duvar kırıyor
Oluşturulma Tarihi: Ocak 10, 2010 00:00

Yarım asrı çoktan devirmesine rağmen gayet zinde Gül Canbulat. Hafiften Çolpan İlhan’ı andıran zarif bir havası var. Hostes olarak parlak bir kariyerden sonra, kafasını dinlemek için eşinin memleketi Safranbolu’ya yerleşti. Fakat evini kendi elleriyle restore ederken işler çığrından çıktı ve sakin bir yerde bile hareketli bir yaşam sürmeyi başardı. Yılmaz Ulusoy gibi ağır misafirlerin konakladığı Gülevi adında bir butik otel açtı. Safranbolu’ya adanmış hayatı İstanbul’dakinden çok daha yoğun, renkli ve tatmin edici. Üstelik son derece de ilham verici.

Sadece bir avuç insanın uçağa binebildiği, diğerlerinin arkalarından el salladığı ve her Türk filminde mutlaka havalı bir uçaktan iniş sahnesinin bulunduğu zamanlar... Gül Canbulat’ın babası yakışıklı bir havacı pilot. Göklere Ankara Yükseliş Koleji’ndeki arkadaşlarından daha fazla aşina. Mezun olurken yıllığına hostes olmak istediğini yazdığında sınıf arkadaşlarının şaşırmasına bu yüzden şaşırmıyor.

Eski İstanbullu bir ailenin İzmir’de büyümüş, lisan bilen 19 yaşındaki cici kızı, sonradan aşkla bağlanacağı mesleğine adım attığında yıl 1973. Türkiye’de sadece 65 hostesin olduğu yıllarda bu genç hanımların evlenmeye ve çocuk sahibi olmaya hakkı yok. Gül Canbulat ve arkadaşları anlamsız kurallara savaş açıyor. Sonuç: İşadamı İbrahim Canbulat ile uzun ve mutlu bir evlilik. Ve iki güzel çocuk.
Tam 25 yıl emek verdiği meslek hayatı boyunca çok çalışıyor ve yoruluyor Gül Canbulat. Yaptığı işin tepe noktasına erişerek “purser” (kabin amirlerinin de amiri) ve eğitimci mevkiinde yüzlerce hostes yetiştirdikten sonra nihayet emekli oluyor: “Artık uzun bir süre çalışmam diyordum ki, Kıbrıs Türk Hava Yolları’ndan çok cazip bir teklif aldım. 3.5 yıl kadar da orada çalıştım. Hosteslerin üniformalarını Hüseyin Çağlayan’ın tasarladığı zevkli bir dönem geçirdim orada da.”

UÇAKTAN İNİP İŞÇİ TULUMU GİYERDİM

Çalışmaya, harekete ve uçmaya alışkın; bir şeyler yapmadan duramayan insanlardan Gül Canbulat. İstanbul keşmekeşinin tam ortası Harbiye’de yaşarken sık sık eşinin memleketi Safranbolu’ya gidiyor: “Aileden kalma evimiz hâlâ duruyor. Rahmetli kayınpederim çocukları memleketinden kopmasın istiyordu. Ona, ‘Yaşadığım sürece babaocağını tüttüreceğim’ diye söz vermiştim.”

Gidiş-gelişlerde kaldıkları oteli, yani Macunağası İzzet Efendi Konağı’nı, ‘Siz alır mısınız?’ diye sorduklarında Safranbolu macerası da başlıyor. Kahvaltı yapmak için alınan bir bina, konferans-klasik müzik konser salonu yapmak için bir bina ve aynı bahçe içinde başka bir bina daha derken, yaşadıkları Macunağası İzzet Efendi Konağı’yla birlikte tam 4 Safranbolu evinin sahibi oluyor Canbulat Ailesi. Evlerden birinde restorasyon hâlâ sürüyor, ikisi “Gülevi” butik otel olarak hizmet veriyor.

Fiilen mimarlık yapmadığı için gerçek mimar olduğuna bir türlü ikna olmadığı İbrahim Bey, ODTÜ’de aldığı eğitimin hakkını vererek binaların restorasyonunu üstlendi. Gül Canbulat da ince ince dekore etti Gülevi’ndeki 10 odayı: “Restorasyon 7 yıl sürdü. 2001’de tamamen Safranbolu’ya yerleştik. Duvar resimleri ve kalem işleri olan çok özel bir ev bizimki. Bunları ortaya çıkarmak için 3.5 yıl duvar kazıdım. Amerika’dan uçuştan gelir, üniformamla arabaya biner ve burada işçi tulumumu giyerdim. Yöre halkı bu çalışmayı büyük bir heyecanla takip etti. Adamın biri ‘Çok kıyak bir kadınsın’ dedi bir gün. Bu laf iyi mi kötü mü anlamadım. ‘Çalışırken seni tül perdenin arkasından seyrediyorum. Geçen gün duvar kırarken karımı çağırıp, bak kadın havalarda uçuyor uçuyor, sonra gelip duvar kırıyor diye gösterdim’ dedi. Sonradan öğrendim ki mahallenin imamıymış.”

GÜL HANIM’IN GÜLEVİ EN İYİ KORUNAN EV SEÇİLDİ
/images/100/0x0/55ea9918f018fbb8f88a6db0

Komşuların “Karı-koca bu kadar uğraşıyorlar hep eski, hep eski. Niye o külüstür kapıyı taktınız, paranız yok sanacaklar” yorumlarını kulak arkası ederek, Gülevi’nin her ayrıntısıyla emek emek uğraştı Gül Canbulat. Zeminini dereden topladığı taşlarla döşedi. Safranbolu evlerinde mobilya kullanılmadığı için, dönemi uygun diye Bauhause ekolü mobilyalar yaptırdı. Odalara, babaannesinden evin eski sahibi Raziye Hanım’a kadar, ailesi saydığı kadınların isimlerini verdi. Restorasyon sırasında buldukları bir anahtar aynasından esinlenerek Gülevi’nin logosunu yaptı. Hatta logonun formunda özel gümüş takılar bile tasarladı. “Altın Safran Film Festivali’nde bizimkini ‘En İyi Korunan Ev’ seçmişler. Vali, belediye başkanı geldi. Deste halinde 1000 lira verdiler. O parayla Rum okulunun çatısını yaptırdık. Geçiyorduk uğradık, diyenlere çok alınıyorum. Mutlaka burada eski bir konakta yaşamak, evin yapıldığı sarıçam ağaçlarına dokunmak lazım. Ağaçlara karbon testi yaparak binaların yaşını öğrenebilirsiniz. Burası 165 yaşında mesela. Geliri de, kültürü de, yaşı da ortalamanın üzerinde gelenlerin. Yüksek eğitimli, karı-koca çalışan ve en fazla iki çocuklu. İstanbul’da bir araya gelmesi çok zor olan insanlar burada buluşuyor” diyor.

LEYLA GENCER MÜZESİ

“Leyla Gencer Safranbolu Yörükköylü olduğu için bir Leyla Gencer anması düzenledik. Gencer’in aile evi kamulaştırıldı, müzeye dönüştürülüyor. Leyla Hanım’ın bir büstü de dikiliyor şimdi. İtalyan Kültür ataşeliğiyle ortak klasik müzik konseri düzenledik. Bunu devamlı hale getirmek istiyoruz. Yine İtalyanlarla ‘Geleneksel Lezzetler Şenliği’ yaptık. İtalya’dan gelen aşçı bizim evde özel bir yemek sunumu yaptı. Yavaş Şehir (Slow City) hareketiyle de ilgileniyoruz. Mutfak Dostları etkinliği için pazarda kocaman kazanlarda safranlı zerde tatlısı bile kaynattık. Bölgenin simgesi safran çiçeğinin ekimini ve hasadını desteklemek için çalışmalar yapıyoruz. Çevrede hâlâ geleneksel kıyafetleriyle yaşayanlar var. Bu dokumaları yaşatmak için tur düzenlemeyi düşünüyoruz. Umarım burada bir yaşama kültürü oluşturmayı başarırız. En büyük hayalim Hıdırlık Tepesi’nde insan sesiyle bir klasik müzik konseri düzenlemek.”

BURASI TESADÜFEN GELİNEN BİR YER DEĞİL

Gülevi’nde, Yeni Zelanda’dan Meksika’ya, dünyanın her köşesinden gelen konukları ağırlıyor Gül Canbulat. Japonların yeriyse bambaşka: “Burayı neden çok sevdiklerini düşüne düşüne bulduk. Sebep marka takıntıları! Louis Vuitton’un önünündeki kuyrukları hatırlayın. 1994’ten beri dünya kültür şehri miras listesinde yer alan Safranbolu’yu da bir marka olduğu için mutlaka görüyorlar. Burası tesadüfen gelinecek bir yer değil.”
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!