Güncelleme Tarihi:
Çocuklarla sanat atölyeleri yapmaya ve şirketlerin üstlendiği sosyal sorumluluk projelerini tasarlamaya devam ediyor. Viyana’da açtığı ve İstanbul’da katıldığı karma sergilerden sonra Türkiye’deki ilk kişisel sergisi ‘Kaostantin-İst’i geçen hafta Galeri G-Art’ta açan sanatçı, Hollandalı Rönesans ressamı Pieter Brueghel’in bu yüzyıldaki mirasçılarından.
Sosyal sorumluluk projeleri tasarlayıp, çocuklarla sanat atölyeleri düzenliyorsunuz. İlk kişisel sergi bu işlerin arasında biraz gecikti mi?
- Uzun yıllar yurtdışında çeşitli şehirlerde yaşadım. Viyana, Madrid, California gibi. Oralarda da çocuklarla sanat çalışmaları yaptım. Bu ilk sergim değil aslında. Viyana’da da sergilerim oldu. İstanbul’a ilk geldiğimde de bir sergi açmıştım. Ama şimdiki sergim İstanbul ile ilgili olduğu için, bende farklı bir yeri var.
Pieter Brueghel’e olan hayranlığınız neden? Kendi işlerinizi onun sanatsal mirasıyla ne yönden buluşturuyorsunuz?
- Yaşadığımız dönemler sebebiyle diyebilirim. Breughel’in işlediği konular birer belge gibi duruyor. Burcu Pelvanoğlu sergi için yazdığı metinde, “Pieter Brueghel’in resimlerinde gördüğümüz temaların, yani savaşların, yıkımların, perişan insanların ve bu kaosun, aslında o zorlu dönem için bir dayanışmayı önerdiğini unutmayalım. Brueghel, bir yandan şiddetli temalarıyla savaşlara, yıkıma karşı tepkisini dile getirirken, diğer yandan da hepimizin aynı çocuk oyunlarıyla büyüdüğümüzü bize hatırlatan ve bir ortak payda altında buluşmamızın mümkün olduğunu anlatan resimleriyle, bizi saflığa davet eder” diyor. İçinde yaşadığımız çağda da pek çok insan neyin paylaşılamadığının farkında değil. Hele çocuklar...
Gündüz Vassaf’ın ‘Kaostantin’ adlandırmasından yola çıkarak koymuşsunuz serginin adını. Nereden çıktı fikir?
- Sekiz yıl önce ‘Kaostantin’ ismini İstanbul’a kızım İmge koymuştu. İstanbul’u anlayabilmek üzere uzun sohbetlerimiz sırasında çıkmıştı bu isim. ‘Kaostantin-ist’ler bu kentte yaşama becerisini geliştirmiş insanları anlatıyor... Trafik kuralları, ticaret ve insan ilişkilerinin kendine özgü bir yapısı var. Herkesin birbirini bir şekilde anladığı, yazılı kuralların yalnızca ‘gerektiğinde’ kullanıldığı, hayatın standartlarının yazılı olmayan bir dille paylaşıldığı bir kent. Ne Doğulu ne de Batılı. Dışarıdan geldiğinizde anlaşılması zor olan bir yapısı var. Gündüz Vassaf’la sohbetlerimizin de konusu bu kent oluyor haliyle. Dünyanın dengelerinin değiştiği bir dönemde bu durum bu coğrafya için bir şans da olabilir. Farklılıklara saygı ve sevgi temelli bir anlayışın kaybolmaması koşulu ile.
MÜKEMMELLİK ASIL DUYGUYU KAYBETTİREBİLİR
Çocuklarla olan paylaşımınızdan söz eder misiniz? Onlarla yürüttüğünüz çalışmaların etkisi işlerinize de yansımış sanki...
- Değişim dönemlerinden en çok çocukların etkilendiğini düşünüyorum. Yetişkinlerin kendilerini güvende hissedemedikleri bir dünyada, çocuklar kafalarında sözel olarak formüle edemedikleri sorunlarla baş başalar. Sanatla iç içe yaşamaları sorunlarını dile getirebilmelerine yardım ediyor. Çatışkılarını sanatsal araçları kullanarak ifade edebiliyorlar. Bu, özgüveni beraberinde getiriyor. Çocuklar resim yaparken gözlemledikleri, onları etkileyen olaylardan yola çıkıyorlar. Benim İstanbul resimlerim de öyle. İşleri ortaya çıkarırken etrafımda olup bitenleri anlamaya çalışıyorum.
Mükemmel çizimden kaçınıyor olmanızın sebebi ne?
- Tek bir rengin bile bir duygusu vardır. Sanat cevaplar vermez bize. Sorular sorar en fazlasından. Sorulardan korkmamalı insan. Teknik olarak mükemmel sonuçlar elde etmek için uğraştığınızda asıl duyguyu kaçırabilirsiniz. Sizi resim yapmaya iten nedenden uzaklaşmamak önemli diye düşünüyorum. Çocuklar eğitimle birlikte başkaları için resim yapmaya başlıyor. Hep bir beklentiye cevap verme, kabul görme, takdir edilme ihtiyacı yerleşiyor. Oysa insan resim yaparken kendisi ve yaşadıklarıyla baş başadır. Düşünmenin bir yolu resim.
“Aynı şemsiyenin altında toplanabilmemiz için hiçbir engel yok; yeter ki çocuklar gibi saf olabilelim!” diyorsunuz...
- Şemsiyemiz canlıların yaşamasına izin veren değerler olsun. Bir çocuğun yaşamak için gereksinim duyduğu en önemli şeyleri kendiniz için de düşünün. Önüne atılan yığınla cicili bicili oyuncağa yüz çeviren ve sıkılan çocuktan öğrenin ne istediğinizi.
DAYATMA OLMASA KİMSE KAÇMAZ
Bu işin adı ‘Merkezkaç’. Burada neyi muhafaza ettiğimiz, etmek istediğimiz sorusundan yola çıkıyorum. Çoğunluğun muhafaza etmek istedikleriyle oluşturduğu güç ve merkezden kaçanların ilişkisi. Aslında merkezi bir gücün dayatmaları olmasa, kaçan göçen de yok. Sadece farklılıklar var. Merkezin dışında kalıyorlar ya da kalmayı seçiyorlar diye farklılıkları kutba dönüştürmeye gerek var mı? Muhafazakârlık bazen koruma içgüdüsünden de kaynaklanabilir; korkulardan beslenir. Halbuki canlılar korkmadan yaşayabilmeli.
SİZ DE YUKARIDAN BAKIN
Sergide son beş altı yılda yaptığım resimler gösteriliyor. Değişim döneminde İstanbul’u anlama çabalarını içeren işler bunlar. Bir ‘misafir’ olarak kente girdiğinizde neler karşılıyor sizi? Kalabalıklar, karmaşık sosyo-ekonomik yapılar... Kalabalıkların birbirleriyle ilişkileri, hesaplar, oyunlar... Kaosu kontrol altına alma girişimleri. Tüm bunların içinde yaşayan insan. Bazı resimlerde duruma yukarıdan bakıyorum. İzleyiciyi de bu bakışa davet ediyorum.
Şiir Özbilge’nin ilk kişisel sergisi ‘Kaostantin-ist’, 4 Haziran’a kadar Galeri G-Art’ta görülebilir.
(212) 296 08 76.