İnci Aral erkekten yana

Güncelleme Tarihi:

İnci Aral erkekten yana
Oluşturulma Tarihi: Ocak 12, 2003 01:32

Anti-feminist yazar İnci Aral, son romanı Mor'da erkek ruhunu ameliyat masasına yaırıyor: "Erkeklere acıyorum çünkü kadınlar onları mahvediyor."

O aslında erkeklere acıyor. Onlar için üzülüyor. Ama erkeksiz bir hayat da düşünemiyor. Seviyor onları. Ve inanıyor ki, erkeklerin hayatı öyle doğuştan zor değil. Onlar ‘‘doğuştan kötü’’, ‘‘doğuştan şiddete eğilimli’’ değil. Sonradan bu hale getiriliyor. Üstlerine yapıştırılan bir ‘‘erkek rolü’’ var ki, ağır, altından kalkabilene aşk olsun. Kadınları daha donanımlı, ruhsal olarak daha dayanıklı buluyor. Erkekleri daha zayıf ve daha kolay yaralanabilir. Üzerlerindeki o ‘‘erkek rolü’’ de sadece bir zırh, bir maske. Epsilon'dan çıkan son romanı Mor'da İnci Aral, bu maskeyi kaldırıyor ve erkeklere şu mesajı veriyor: ‘‘Bakın ey erkek milleti! Açın gözünüzü. Siz aslında böyle değilsiniz. Sizi anneniz böyle yapıyor, bu toplum, arkadaşlarınız, çevreniz böyle yapıyor. Ve bilin ki, köşeye sıkıştınız. Kadınlar artık sizin gibi erkek istemiyor...’’

Erkeklerle ne alıp veremediğiniz var?

- Yok ki. Onları seviyorum. Hep sevdim. Gençlik yıllarında bana yaptıkları bütün aptalıklara rağmen! Erkeksiz bir hayat düşünemiyorum. Ama onlar için üzülüyorum. Bence kadın-erkek arasında, cinsiyet farkı dışında, duygu ve duyarlık olarak çok büyük farklar yok. Bu sonradan dayatılan bir şey...

Biz Venüs'ten onlar Mars'tan gelmedi yani...

- Ne münasebet. O kadar birbirimize benziyoruz ki. Hatta aynı olduğumuzu düşünüyorum. Ama doğduğumuz andan itibaren kadınlık ve erkeklik rollerine şartlandırılmışız. Bunlar da altından kalkılması kolay roller değil. Ve erkekler, bu erkeklik rolünün altında bizden daha fazla eziliyorlar. Aile içinden başlayarak, toplumda bir ‘‘erkeklik idolü’’ var. Erkek ya kendini buna uyduracak ya da çok büyük acılar çekecek. Kitapta Armağan'ın karısına dediği gibi: ‘‘Senin aradığın tipte erkek binde bir. Onun da yaşama şansı yok!’’

Siz bu kitapta erkekler hakkında yeni ne söylüyorsunuz?

- Yeni şeyler söyleme iddiasında yazmadım bu kitabı. Ama erkeğin genel tanımı içinde beni rahatsız eden bazı kaba, saba çizgiler vardı. Erkeklerin doğuştan kötü, doğuştan acımasız, doğuştan şiddete eğilimli oldukları palavarlarına inanmıyorum. Yapılmış, kurulmuş bir şey bu. Kitapta da bunu söylüyorum. ‘‘Ey erkek milleti! Açın gözünüzü. Siz aslında böyle değilsiniz. Sizi anneniz böyle yapıyor, bu toplum, arkadaşlarınız, çevreniz böyle yapıyor. Ve bilin ki, köşeye sıkıştınız. Kadınlar artık sizin gibi erkek istemiyor...’’

Kitabınızdaki erkek karakterin hepsine bir an geliyor insan hak veriyor...

- Zaten işin acıklı tarafı da bu. Kadınlardan çok daha fazla yaralanıyor erkekler. Kadınlar daha donanımlı. Ruhsal olarak daha dayanıklı. Belki ev içerisinde, annenin dizinin dibinde yetiştirildikleri ve kendilerini daha güvencede hissettikleri için. Ama erkek çocuk, dışarıda, sokakta, babayla beraber. Ve bütün yaralanmalara açık. Üstelik bir de anne motifi var. Kitaptaki erkek karakterlerin bu kadar yara almış olmalarının bir nedeni de annenin trajik ölümü. Erkekler için anne temel dayanma motifi...

HEP ANTİ-FEMİNİST DEDİLER

Erkek ruhunun bilinen özellikleri dışında bizim göremediğimiz sizin fark ettiğiniz ne var?

- Erkekler ‘‘Sen güçlüsün, sen erkeksin’’ diye yetiştiriliyorlar. Bu tabii gerçek değil. Bir balon. Kof bir güven. Ve hayatlarının bir döneminde şu veya bu biçimde birden bire ne kadar güçsüz oldukları keşfediyorlar. Özellikle de hayatlarından bir kadının çekildiği dönemlere rastlıyor bu. Anne olabilir, çok sevdikleri bir büyük anne ama ağırlıklı olarak bir eş. Birdenbire boşluğa düşüyorlar. Hayatın içinde olan acılardan, travmalardan çok daha fazla etkileniyor erkekler. Ama bunu gizlemeye çalışıyorlar. Kadınlar ise dışa vuruyor, ağlıyor, paylaşıyor, yani o acıyı azaltmak için bir çare arıyor. Oysa ‘‘dökülmek’’, erkeklik ideolojisine yakışmıyor, haliyle erkekler bundan kaçınmaya çalışıyor. Çok zor yani hayatları.

Suçlu, belki de kısmen kadınlar. Erkeklerin böyle davranmasını bekliyorlar...

- Valla, kadın-erkek ilişkisi değişecekse, bunu kadınlar ve erkekler birlikte değiştirecek. Bana hep anti-feminist dediler. Evet feminist değilim. Çünkü tahterevallinin bir ucu havada bir ucu yerde, ilerleyebileceğimizi düşünmüyorum. Bir ortak nokta bulup, bu işin içinden çıkmamız gerekiyor. Ben erkekleri anlamaya çalışıyorum. Bu yaşıma rağmen becerebildiğimi söyleyemem ama en azından böyle bir çabam var...

Ya bu kitaptan son ‘‘erkekçi yazar’’ sıfatı üzerinize yapışırsa?

- Bu tür yakıştırmalar beni ilgilendirmiyor. Ben nedense şöyle düşünüyorum: Erkekler yeteri kadar yazılmadı, yeteri kadar anlatılmadı. Tek başına kadını yazmak sonuç veren bir şey değil. Erkekler değişmeden kadının konumu değişmeyecektir.

ERKEKLERİN AHMET ALTAN’I DEĞİLİM

Bu kadar tahammüllü ve hoşgörülü olması için bir kadının kaç yaşında olması gerekiyor?

- Çok genç kadınlar da var bunu görebilen. Şu da var tabii: 20'li, 30'lu yaşlarda bir erkeğe aşık olduğunuz zaman, daha çok incinebiliyorsunuz. O zaman da kızıyorsunuz. Ama yaşınız arttıkça, deneyimleriniz de artıyor ve genel bir tablo oluşturmaya başlıyorsunuz, düşünceleriniz derinleşiyor. Kızmak yerine üzülmeye ve acımaya başlıyorsunuz...

Editörünüz size ‘‘Erkeklerin Ahmet Altan'ısın’’ dese rahatsız olur musunuz?

- Olurum.

Bu kitabı erkeklerin okuyacağını düşünüyor musunuz?

- Zaten epey erkek okuyor beni. Onlara yeni erkekler katılırsa sevinirim.

Peki erkeklerin bu kitaptan ders çıkaracağına inanıyor musunuz?

- Çıkaranlar olacaktır. Kitaptaki erkek tipleriyle bütünleşecek çok erkek tipi olduğunu düşünüyorum. Zaten çevrelerine baktıkları zaman görecekler, o kadar çoklar ki...

İlk aşk, ilk seks kadınlar için o kadar önemli olmayabiliyor, hatta unutabiliyorlar. Ama erkekler asla! Sağlıklı olmayarak yaşanan ilk ilişkiler bir başka biçimde geleceğe taşınıyor: Hastalık olarak. Bir erkeğin kendi kafasındaki erkeklik kavramının oluşmasına giden yol çok uzun ve sancılı. Hep bir sorumluluk ve becerememe korkusu var. Her şeyin yerleşmiş olduğu evliliklerde bile bu var, bıkkınlıkla ya da çok fazla alışkanlıkla istediği cinsel performanısı gösteremeyen erkekler, ‘‘Bittim ben’’ diyor. O kadar korkunç tablolar çiziyorlar. Karısıyla çocuklarıyla iletişimleri bozuluyor, fevkalade mutsuz oluyorlar. Erkeklik kavramı bizim tahmin ettiğimizden çok daha önemli erkekler için.

ONUN ADI ANDROPOZ DEĞİL, BIKKINLIK BU DA ÇOK İNSANİ BİR ŞEY

Bu sorunun cevabını bütün kadınlar merak ediyordur: Erkeklerin bir noktadan sonra şiddetli bir özgürlük arayışına girmelerinin nedeni nedir? Çözdünüz mü?

- Uzun sürmüş beraberlikler, o rutin, farklı yaşam alanları olsa bile bıktırıyor. İnsan sıkılıyor. Kadın da erkek de. Ama kadınlar var olan düzenlerine tutunmaya çalışıyorlar. Genellikle bir macera arama derdine düşmüyorlar. Oysa erkeğin her türlü imkanı var ve adam bıkmış. O kadının her şeyini tanıyor, beraber olmak istemiyor, artık yatmak da istemiyor, konuşacak bir şey de kalmamış. O kaybolan heyecanın içi de doldurulamamış. Hiçbir şey yok. Yaşama alanı ne kadar geniş olursa olsun hayat daralıyor. Ve genellikle maddi olanakları daha iyi olan erkek, o noktada başka bir özgürlük arayışı içine giriyor.

Biz de buna andropoz mu diyoruz!

- Değil aslında. Bir bıkkınlık. İnsan hayatı çok sınırlı. Ve o hayatın içinde yeni bir şey aramak, bana çok insani geliyor. Ben ne böyle adamları ne de aynı biçimde davranan kadınları kınıyorum. Evet, geride kalanlar acı çekiyorlar. Ama o da, o insanın hayatı. Orada çok daralmışsa, gitsin. O yüzden de bu kitapta 27 yıllık eşinden ayrılıp, kendisinden 30 yaş küçük bir kızla aşk yaşayan İlhan'ı savunur bir halim var. Bir de kadınlar çok fazla güveniyorlar kendilerine. Sanki bir adamın soyadını alınca onun geçmişine, geleceğine ve tüm kaderine sahip olduklarını düşünüyorlar. Böyle bir şey yok. Tükenen birşey tükeniyor, bunun çaresi de yok...

Bir de şöyle bir adam tipi var: ‘‘Karımla mutluyum. Boşanmak istemiyorum. Ama n'olur yani arada bir başka bir kadınla yatsam.’’ Ne yapmamız gerekiyor yani, onları hoşgörmemiz mi?

- Valla, eşlerinin bir itirazı yoksa, sorun yok. Onların seçimi. İki insanın arasındaki ilişkiyi bir başkasının anlaması, onunla ilgili yorum yapması bence çok zor. Hatta imkansız. O kadar özel bir şey ki. O kadar, o iki insana ait bir şey ki...

PAKETLENİP ÇEKMECEYE KALDIRILAN SEVGİLER

Paketlenip çekmeceye kaldırılan, arada bir ‘‘İşte orada duruyor!’’ denilen sevginin, evliliklerde ‘‘başarı’’ unsuru olarak değerlendirilmesinin gerekçesi nedir?

- Bu bir erkek düşüncesi. Korkudan kaynaklanıyor. Ne kadar çok sevgini gösterirsen, o kadar çok ipler senin elinden gider. Kadın hakim olur sana...

Kendini ötekinden esirgeyeceksin yani...

- Aslında temel insan ilişkilerinde de var bu. Kendini sakındığın, karşındakine gıdım gıdım verdiğin zaman, o senin üzerine daha çok düşer. Bütün ilişkiler öncelikle bir keşfetme tutkusu. Sende ne olduğunu anlamak için karşıdaki seni deşmeye çalışır, keşfettiği anda da biter, bir esprisi kalmaz çünkü. Oysa, bu çaba sürekli olursa, sürekli kim olduğunu kavramaya çalışırsa, sen onun için hep gizemini korursun. Bunu da kimileri şöyle beceriyor: ‘‘Ben seni seviyorum. Sen bunu biliyorsun. Söylememe gerek yok. Paketledik kaldırdık, çekmecede duruyor’’ Bu, daha çok bir erkek tavrı. İşin tuhafı, hiç durmadığı zaman bile orada durduğunu sanan kadınlar var. Böyle arkadaşlarım var. 30 senedir evli ve durduğuna inanıyor. Diyor ki ‘‘Ama beni seviyor.’’ ‘‘Ya bak sana bunu yaptı, şunu yaptı, şöyle davrandı, 20 yıldır seni sevdiğini söylemedi, hatta gitti başka bir kadınla beraber oldu, bunu da bilmemezlikten geldin. Nasıl inanırsın hala çekmecede bir şeyler olduğuna?’’ ‘‘Hayır, beni seviyor.’’ O beraberliği koparamayacak olanlar inanıyor buna. Onlar, hep ‘dilenci’ olarak kalmaya razı oluyor...

HER ERKEĞİN İÇİNDEKİ KADINI ARARIM

Her erkeğin içinde bir kadın var mıdır? Şart mıdır?

- Şart değil ama vardır...

Ve siz her erkeğin içindeki o kadını arıyorsunuz...

- Evet.

Bulamadığınız olmuyor mu?

- Olmaz mı? Duygusal olarak gelişmemiş erkekler var. Verili kodları olduğu gibi kabul eden ve toplumun ‘‘o güçlü erkek rolünü’’ benimsemiş tipler. Onlar, doğuştan içlerinde var olan kadını boğup atmışlar zaten. Karşılarındaki kadının içindeki erkeği de boğup atma peşindeler. O zaman rahat ediyorlar...

Bizim toplumumuzun çoğu da bu tip erkeklerden mi oluşuyor?

- Mor'u yazarken çıkış noktam biraz da buydu, çünkü artık değişiyor. Erkekler de kendileri hakkında düşünmeye başlıyor. Hatta ilişkilerin daha özgür ve rahat yaşandığı kesimlerde, savunmaya çekiliyorlar. Cinselliklerini esirgiyorlar. Nazlanıyorlar. Kadınları yalvartıyorlar. Evet Türkiye genelini düşünürseniz bu henüz çok küçük bir azınlık ama yavaş yavaş erkekler de uyanıyor...

NEDEN Mİ MOR?

Feministlerin rengi eflatun. Ben de erkeklerin, bütün bu erkelik ideolojisi içinde, itilmiş, kakılmış olduğunu düşündüğüm için eflatunun biraz koyusunu, moru seçtim. Bir de kitapta bir mor duygusu hakim. Kadın-erkek ilişkilerin, saklanmaların, gizlenmelerin, kendisi olmaktan korkmaların yarattığı karşılıklı bir bunalım var. Her şey boğucu. Ruh hastalıklarıyla ilgili simge bir renk ayrıca mor.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!