İnananın inanma hakkını, inanmayanın da inanmama hakkını teslim etmek gerekir

Güncelleme Tarihi:

İnananın inanma hakkını, inanmayanın da inanmama hakkını teslim etmek gerekir
Oluşturulma Tarihi: Kasım 09, 2008 00:00

Kadınlar camiye girsin, din görevlisi olsun, dedi. Her zaman dinler arası iletişimin önemini vurguladı. Frankfurt Kitap Fuarı’nın açılışında "Ötekiler yaratarak biz olamayız" gibi tüm tartışmalarımızı özetleyen bir cümle sarf etti. Onu makamında ziyaret eden Viyana Başpiskoposu Kardinal Christoph Schönborn ekonomik krizi Tanrı’nın cezası olarak yorumladığında "Krizi, insanın kendi eliyle ürettiklerinin yine kendine dönmesi olarak görmeliyiz" diyerek akıl yolunu gösterdi.

Geçen hafta da Hüseyin Üzmez’i çok sert bir dille kınadı. Bazı kesimlerin fazla modern bulduğu Diyanet İşleri Başkanı Prof. Ali Bardakoğlu (56) eleştiriye açık, analize önem veren sıradışı bir din adamı. Görevinin beşinci yılını tamamlıyor ama ilk kez çocukluğunu, arkadaşlarını, torunlarını anlatıyor. Burada sözünü ettiği birçok şeyi en yakınında çalışanlar bile bilmiyor.

Tosya’nın meşhur ahşap evlerinden birinde mi büyüdünüz?

-Tosya’nın içinde çok köklü Kastamonu ailelerinin yaşadığı bir mahalledeydi evimiz. İki katlı, bahçeli, güzelce ahşap bir ev... Kış aylarında o evde kalırdık, haziran gelince bağ evimize giderdik. O yüzden ben iki türlü komşuluk gördüm çocukluğumda: Ahşap ev komşuluğu ve bağ komşuluğu. Bağda o yıl mahsul neyse artık, elma, armut, sebze onları toplamakla neşe bulurduk. Ramazan vaktiyse topluca teravih namazı kılınır, iftar yapılırdı. Pek haylaz değildim, sükunetle oturan, okuyan bir çocuktum.

Dinle ilgili ilk bilgilerinizi kimden aldınız?

-Annem ev hanımı, babam sıradan bir Anadolu insanıydı. Dindardı ama din eğitimi almamıştı. Yıllarca inşaatlarda amelelik yapmış, sonra usta olmuş. Okuyayım, öğreneyim hep çok istemiştir. Özellikle dini eğitime karşı bir özlemi vardı. O nedenle ilköğretimi Tosya’da okuduktan sonra beni İmam Hatip’e göndermeye karar verdi. Din görevlisi olayım diye değil, hiç öyle özel bir isteği yoktu. Sadece Kuran’ı ve Peygamberimizi anlamamı istemişti. Sonunda Tosyalı iki arkadaşımla birlikte Çorum’daki İmam Hatip’e gittik. İlk dini bilgilerimi orada aldım.

Üç çocuk Çorum’a mı gittiniz?

-Olur mu, rahmetli babaannemi de yanımıza gönderdiler. Bir de ev tutmuşlardı bize. Bütün masraflarımızı ailelerimiz karşılıyordu. İmam Hatip’te birlikte okuduğum o iki arkadaşım benim en eski arkadaşlarımdır. Biri Tosya’nın hatırlı tüccarlarından şimdi. Diğeri ise birkaç yıl önce vefat etti. Bugünkü bilgilerimle bile dönüp baktığımda Çorum İmam Hatip’te çok derli toplu sağlam bir eğitim aldığımızı düşünüyorum. Ne yazık ki bir süre sonra arkadaşlarımı ve okulu bırakmak zorunda kaldım.

YA İSTANBUL’A DÖN YA DA BİR DAHA YANIMA GELME

Niçin?

-Babamın Boyner Sanayi’nin o günkü sahipleriyle kadim bir dostluğu vardı. Şirket, inşaat işlerinin başına güvendikleri birini arıyormuş. Bir gün babama "Usta sen bize lazımsın" deyip çağırmışlar. Yıl 1967, ailecek İstanbul’a taşındık tabii. Hemen Fatih Çarşamba’daki İmam Hatip’in sınavına girdim, kazandım. Sonuçta da okulu birincilikle bitirdim. Bana bir saat hediye etmişlerdi, uzun yıllar taktım. Çok güzel bir hatıradır.

Din adamı olma fikri ne zaman oluştu kafanızda?

-İmam Hatip’i bitirdim, hálá öyle bir fikir yok. Kafamda her türlü alternatife yer vardı. Üniversite imtihanına girdim, çok iyi bir puan yaptım. Tıp Fakültesi’ne ve Mülkiye’ye puanım yetiyordu, Mülkiye’yi seçtim. Ayrıca sınavlara girerek aldığım lise diplomamla Mülkiye’ye, İmam Hatip diplomamla da Marmara Üniversitesi Yüksek İslam Enstitüsü’ne yazıldım. Mülkiye’de o dönem çok ciddi öğrenci olayları, büyük kavgalar hatta cinayetler oluyordu. Bir ay sonra babam beni çağırdı İstanbul’a. "Her gece radyoda bu olayları dinliyoruz, aklımız fikrimiz sende kalıyor, bir daha Ankara’ya dönme, gideceğim diye ısrar ediyorsan da bir daha yanıma gelme" diye çok sert bir tepki verdi. Ablam da çok sevilirdi ama ben babamın gözbebeğiydim. O yüzden de bir daha Mülkiye’ye dönmedim. Bir yıl sonra İstanbul Hukuk Fakültesi’ni kazandım. 1975’te hem hukuku bitirdim hem de Yüksek İslam Enstitüsü’nü.

Eşinizle bu dönemde evlendiniz değil mi?

-Eşimi çocukluğundan beri tanırım. Tosya’da birbirine yakın evlerde oturan, dost ailelerden geliyorduk. Tam hangi tarihte evlendik? Eyvah, böyle düşündüğümü görse hanım beni mahveder! Ben üniversiteden mezun olduktan bir yıl sonra, yani 1976’ydı evlilik tarihimiz. Hayatımın bütün yolculuklarında yanımda olmuştur.

İNGİLİZ AİLENİN OĞLUYLA AYRI DÜNYALARIN İNSANIYDIK
/images/100/0x0/55ea8c75f018fbb8f88734a2

Hayatınız tam olarak nerede yön değiştirdi?

-Hukuku bitirdikten sonra avukatlık stajımı yaptım ve gördüm ki o iş bana göre değil. Ben, ilimin derinliklerine inmeye meraklıyım. Yüksek lisans ve doktora yaptım. Bir gün Kayseri Yüksek İslam Enstitüsü’nde fıkıh asistanı için sınav açıldığını öğrendim. Sınava girdim, kazandım. Başvurmamın sebebi maaş cazibesi filan sanılmasın çünkü maaşı herhangi bir öğretmenin maaşından fazla değildi. Sonra hiç beklenmedik, hesaplamadığım bir şey oldu: Kayseri’de Erciyes Üniversitesi kuruldu ve İslam enstitülerinin ilahiyat fakültelerine bağlanması kararı çıktı. Bu durumda ben otomatikman öğretim üyesi haline geldim. Takdir-i ilahi... Kayseri’de 10 güzel yıl geçirdim. Çok sıcak dostluklar edindim.

Peki sizin bir de İngiltere maceranız var 1 yıllık. O ne zaman?

-Doçent olmuştum. Hep bir yurtdışı deneyimi yaşamalıyım diye düşünüyordum. Hazır düzenimi de kurmuşken 1991’de Londra’ya gittim. Bursla filan değil, yine rahmetli babamın desteğiyle.

Londra sizi değiştirdi mi?

-Akademik bir getirisi olmadı ama çok şey öğrendim. SOAS’ta (School of Oriental and African Studies) ve Advanced Legal Studies Institute’da araştırmalar yaptım. Ama en önemlisi hayat bilgisi. Bir kere ilk kez Avrupa’ya ayak basıyordum. İngilizcemi çok ilerlettim. Yanında kaldığım İngiliz ailenin genç bir oğlu vardı. Ayrı dünyaların insanıydık. O benim ne okuduğumu, nereden geldiğimi merak etmiyordu ama ben onun bilardosunu, hayat alışkanlıklarını çok merak ediyordum. Batılılarla ve Batılıların İslamiyet’e bakışıyla ilgili çok şey öğrendim. Oxford ve Cambridge’de doktora yapan pırıl pırıl akademisyenler tanıdım. Bir yıl sonra döndüm, İstanbul’daki Marmara İlahiyat Fakültesi’nden çağırdılar, gittim. Profesörlüğümü orada aldım.

Diyanet İşleri Başkanı olmak gibi istek var mıydı içinizde?

-Hayır, zaten böyle bir talebim de olmadı. 1993’ten beri çalışmalarım pür akademik geçmiştir. Ama Prof. Mehmet Aydın hocamıza çok saygı duyarım, dostluğum vardır. O davet etti, ben de sorumluluk ve onur olarak kabul ettim. Beş yıldır birçok iş yaptık. Maalesef benim hafta sonu tatilim bile yok. Anadolu’ya gidip din görevlileriyle beraber oluyorum. Yurtdışına gidiyorum, seminerlere katılıyorum, müftülerle görüşüyorum. Akşam yemeklerini mümkün olduğunca evde eşimle yemeye özen gösteriyorum ama yanlış olduğunu bildiğim halde kendime ve aileme yeterince vakit ayıramıyorum.

Bu tempo nereye kadar?

-Hayatım böyle geçmeyecek elbette. Kendime bir yol haritası çizdim. Bunun böyle fazla devam edeceğini düşünmüyorum. Belli ölçüde yoruldum tabii.

USLU GÖRÜNÜP HARİKA YARAMAZLIK YAPAN TORUNLARIM VAR

İki kızım, bir oğlum var. Kızlarım evli. 31 yaşında olan kızımın biri beş, diğeri iki buçuk yaşında iki oğlu var. Diğer kızımın da üç yaşında afet bir kızı... Hepsinin ayrı özellikleri var. Kıskananlar var, yaramazlar var, uslu göründüğü halde harika yaramazlık yapanlar var. Ben de onlara dedelik yapıyorum işte. Kızlar İstanbul’da. Oğlum Bilkent’i yeni bitirdi. O yanımızda ama işte bir delikanlı ne kadar ailenin yanında kalırsa o da kadar. Yanımızda sayılır diyeyim.

FARKLI DİNLERİN MÜZİKLERİNİ TOPLARIM

Klasik müzik ve halk müziği dinliyorum. Diğer dinlerin müzikleri de hoşuma gidiyor. Gittiğim ülkelerden mutlaka böyle CD’ler edinmeye çalışırım. En özel hallerimde huzurluyumdur. Keşke daha fazla okuyup yazabilsem ama hiç vaktim olmuyor.

MUTAFYAN’LA ÖZEL BİR DOSTLUĞUM VAR, ONA ACİL ŞİFALAR DİLİYORUM

En gurur duyduğunuz başarılarınız?

-35 ciltlik İslam ansiklopedisinin hazırlanmasında faydam olduğunu düşünüyorum. Türkiye’nin yüz akı olan bir eserdir. Bir de tabii bugüne kadar İslam felsefesinin özünü anlatabildiğim bütün öğrencilerim, dinin bir serinlik ve mutluluk kaynağı olduğunu gösterebildiğim her insan benim için övünme kaynağıdır.

Dinler arası diyaloğa çok önem verdiğinizi söylüyorsunuz. Patrikler Bartholomeos, Mesrob II ve Hahambaşı Isak Haleva’yla resmi gereklilikler dışında görüşüp fikir alışverişi yapıyor musunuz?

-Farklı din ve kültürlerden gelen insanların önyargısız, komplekssiz, kapris yapmadan birbiriyle konuşabilmesi gerekir. Ben onlarla bunu başarabiliyorum. Göreve gelmeden önce Haleva’yla tanışıyordum. İlahiyat fakültesinde derslere girerdi, o günlere dayanır ahbaplığımız. Birbirimizi hep anlamaya çalıştık. Görevden sonra da Bartholomeos’u tanıdım. Ama Mesrob Mutafyan’la çok özel bir dostluğumuz var. Üç yıl önce bir Japonya seyahatimiz olmuştu. Onun Türkiye sevgisi, Kyoto’da Türkiye’yi anlatışı beni çok etkilemişti. Birlik beraberlik içinde yaşadığımızı hatır için değil inandığı için söylerdi. Çok iyi yetişmiş bir insandır. Şimdi çok ağır hasta. Buna çok üzülüyorum ve kendisine şifa diliyorum.

Bugüne kadar hangi konuda haksızca eleştirildiğinizi düşünüyorsunuz?

-Ya Türkçem kendimi anlatmama yetmiyor, ki böyle bir şeyin olduğunu varsaymam zor, ya da insanlar zaman zaman beni anlamak istemiyor. Ortam çok gergin olduğunda, özellikle medya iktidar ya da muhalefetle kavga ettiğinde Diyanet İşleri Başkanlığı’nın doğru algılanması zorlaşıyor. Kurumu, iktidarın, muhalefetin ya da herhangi bir fikrin yanında görme eğilimi artıyor. İşte böyle siyasi tansiyonun yükseldiği dönemlerde sükut etmenin en doğrusu olduğuna inanırım. Bugüne kadar beni en çok üzen olay şuydu: AİHM’nin din derslerinin zorunlu olması insan haklarına aykırıdır kararını ve akabinde Danıştay’ın benzer kararını eleştirdim. Bunun üstüne bana hukuk bilmiyor dediler. Halbuki hálá web sitemizde duran o eleştirimi sonuna kadar okuyanların benden özür dilemesi gerekir. Çünkü ben bu kararı teknik olarak eleştirmiştim. Türkiye’de bazı köşe yazarları AİHM deyince adeta titreyip kendine geliyor. Halbuki AİHM Tanrı değil ki, eleştirilebilir. Ama tabii köşe yazarlarının da işi zor; her gün üç dört paragraf yazı yazmak da kolay değil...

SENİ DAHA DİNDAR YAPMAK GİBİ BİR AMACIM OLAMAZ

Ben İslam’ın şartlarını yerine getirmeyen bir insanım. Sizin hayattaki amaçlarınız arasında benim gibi birini daha dindar yapmak var mı?


-Hayır çünkü Müslümanlıkta Hıristiyanlıktaki gibi misyonerlik geleneği yoktur. Benim amacım İslam dinini doğru şekilde anlatmak ve toplumdaki huzuru koruyarak dini hayatı sevk ve idare etmek, laiklik ilkesi doğrultusunda bütün siyasi görüşlerden uzak durmak. Dindarlık seviyesini kişi kendisi belirler, ona biz karışmayız. Kaldı ki dindarlık nedir? Tarifi çok çetrefillidir. Sadece namaz kılan, oruç tutan biri çok mu dindardır? Kişilerin dindarlık seviyeleri gözün gördüğüyle, kılığına kıyafetine bakarak ölçülebilir mi? Namaz kılmak kadar, doğru söylemek, çok çalışmak, insanlarla iyi ilişkide olmak, güven vermek, fakire kimsesize yardım etmek, temiz olmak da dinin gereklilikleridir.

Yobaz kimdir?

-Bir fikri, bir eğilimi gözü kara bir biçimde, araştırmadan, önüne sonuna bakmadan, insanları kırarak dökerek savunuyorsanız siz yobazsınızdır, fanatiksinizdir.

Ateist yazar Richard Dawkins’in sitesinin Türkiye’de yasaklanmasına ne diyorsunuz?

-Kim ne düşünürse düşünsün özgürce ifade etsin. Biz de her düşünceyi tartışabilecek kadar yürekli olmalıyız. Düşünceleri yasaklamakla bir yere varamayız. İnananın inanma hakkını, inanmayanın da inanmama hakkını teslim etmek gerekir.

2005’te İstanbul ve Kayseri’ye iki kadın müftü yardımcısı atamıştınız. Kadınlar camilere gelsin, Din İşleri Yüksek Kurulu’na girsin gibi açıklamalarınız nedeniyle bazı kesimler tarafından eleştirildiniz. Bunları umursuyor musunuz?

-Hem akademik hayatımda hem başkanlık döneminde hep şunu savundum: İslam dininde reform yoktur ama dini 21’inci yüzyılın gereklerine göre bilgilerimizi yenileyerek anlamamız gerekir. Metodolojik düşünme İslam geleneğinde vardır, aydın ve öncü İslam bilginleri bunu yapmıştır. Kadınların camilere girmesi, din adamı olması ise hiç yeni bir yaklaşım değil. Zaten var olan bilgileri uygulamaya çalışıyorum ben. Kendini dindar olarak gören bazı kesimlerin bir özelliği vardır: İnandığı ya da bildiği şeyin yanlış olduğu söylendiğinde ya buna inanır ya da yanlış davranışını dine onaylatmaya çalışır. Kadın konusunda toplumumuzda geleneklerden, ekonomik hayattan, törelerden gelen belli saplantılar var. Beni eleştirenlere "Dinde aslında bu yoktur, inancınız geleneklerden geliyor, yanlıştır" diyorum. Bir Müslüman olarak bunu demek zorundayım.

DİN ADAMLARI CAMİDEN ÇIKSIN ÇEVRE BİLİNCİ AŞILASIN

Kadın haklarını ve organ bağışını destekliyorum. Aile içi şiddeti kınıyorum. Din görevlileri camilerin dört duvarından çıksın, topluma çevre bilinci aşılasın istiyorum. Avludan başlasın her yere ağaçlar diksin. Camiler tertemiz mis gibi olsun. Dünyaya hikmet gözüyle bakmak diye bir tabir vardır. Çirkinlikleri Allah değil, biz ellerimizle yarattık. Yine biz düzelteceğiz, din de buna yardımcı olacak umumi bir rahmettir.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!