Gurmelerin acı dolu hayatı

Güncelleme Tarihi:

Gurmelerin acı dolu hayatı
Oluşturulma Tarihi: Aralık 21, 2001 00:00

EMİR büyük yerden geldi. Faça bir kitabın arasında çizgi roman okurken telefon çaldı. Yakalanmış gibi, can havliyle açtım telefonu. Uğur Cebeci (nam-ı diğer Kokpit), ‘‘Ne yapıyorsun sen bakayım bayramda?’’ dedi.Tanıştığımız günden bu yana, ‘‘Ağbi o uçaklar öyle nasıl havada kalıyor allasen?’’, ‘‘Uçaklar bazen arkada siyah iz bırakıyor. Motor yağ mı yakıyor acaba?’’ gibi sorularla yıprattığım Uğur Cebeci'nin bu sorusuna, ‘‘Elini öpmeye geleceğim ağabey’’ gibi abuk subuk bir cevap verdim.O da her zamanki netliğiyle ‘‘İstemez. Manyak mıyım ben sana elimi öptüreceğim’’ dedi. Sonra da devam etti ‘‘Sen şimdi bayramda salatalık gibi oturursun evde. Sana bir güzellik yapayım, sen Berlin'e git’’ dedi.‘‘Ne yapacağım ben Berlin'de’’ diye sorduğumda da, ‘‘Medeniyet görürsün biraz’’ cevabını verdi. Kavruk kavruk, ‘‘Teşekkür ederim’’ diyebilim sadece.Berlin'e hareket etmeden bir gün önce ‘‘Uçaklarda korna var mı?’’ diye sorduğumda, ‘‘Sana bir de para veriyorlar değil mi bu gazetede’’ diye başlayan ve ‘‘Vor vor vor’’ şeklinde devam eden bir konuşma yaptı. O sırada bana biraz pişman olmuş gibi geldi ama ‘‘Serserilik yapma oralarda’’ dedi ve konuyu kapattı.Berlin'e pazar akşamı Lufthansa ile Münih üzerinden uçtuk. Benim aklım Cimbom'un maçındaydı ama kardan dolayı ertelenmiş. O gün tribünde toplanan arkadaşlar alınmasın ama bu duruma ne kadar sevindim anlatamam.Neyse efendim, ekipte benim dışımda bir adet Kokpit elemanı ve iki adet de gurme bulunuyordu. Gurme denildiğinde hep hafiften tırsarım (Nedenini az sonra açıklayacağım). Ama bu seferki gurmeleri tanıyorum. Biri sizin de tanıdığınız Tuğrul Şavkay, diğeri de Ali Esat Beyefendi.***Berlin'den önce, şu gurmelerden niye tırstığımı açıklayayım. Bir keresinde nereden akıllarına geldiyse, beni bir yemeğe çağırdılar. Ben de hangi akla hizmet ediyorsam, gittim. O akşam ne yemek yediğimi anlamadım. Bir de ritüelleri var. Öyle oturup hapur hupur gövdeye indirmiyorlar yemekleri. Zaten kuş kadar yiyorlar. Kazara yemek arasında sigara yaksan, devlet sırlarını satmışsın gibi bakıyorlar filan. Çıkışta direkt benim kokoreççiye yazılıp karnımı doyurmuş, bir de marifetmiş gibi bunu böylece yazmıştım.O günden beri gurmelerin kara listesinde olduğumdan eminim. Fakat Tuğrul Bey ve Ali Esat Bey, bana bozulmuş olsalar bile hiç çaktırmadılar. Kibar insanlar tabii.Efendim ben orada, yani Berlin'de gurmelerin acı dolu hayatlarına bizzat şahit oldum. Berlin; kültür sanat, mimarlık ve yemek konusunda büyük bir atakta imiş. Zaten bizi de bunun için çağırmışlar. Görelim, halkımızı bilgilendirelim, onlar da gitsinler Berlin'e yesinler içsinler, eğlensinler, binaları incelesinler...***Gurmeler için hayatın zorluklarına gelince. Bir kere bunlar yemek yiyemiyorlar. Hakikati söylüyorum. Mesela, oturuyorsun bir yere, sipariş vereceksin, yarım saat ellerindeki mönüyü inceliyorlar. Dananın gıdısı bana dokunur, istiridye bu mevsimde delikanlıyı bozar, o şarap içilmez derken, -incelemelerime dayanarak konuşuyorum- masadan ekseriyetle aç kalkıyorlar.Eh, siz de bunlarla takılırsanız, siz de aç kalıyorsunuz. Berlin'de bunların elinden birkaç saatliğine kurtulduğumda direkt bir sokak satıcısına yazıldım, karnımı doyurdum. Sonra öğrendim ki, onlar da öyle yapmış...Bir de bahsettiğim iki beyefendi de opera seviyor. Benim operayla bir alıp veremediğim yok. Zaten olsa bile opera camiasının çok umurundaydı sanki. Ben gece için ‘‘Nerede azsam?’’ diye planlar yaparken, beyefendiler gözlerinde hain bir pırıltıyla, bir bilet gösterdiler: ‘‘Berlin'de Mozart'ın Sihirli Flüt'ü izlenecek!’’Ekip ambiansını bozmak ayıp bir şey. Tabii ben de takıldım peşlerine. Benim kıyafetim daha çok bir İngiliz pub'ına gidecek şekilde. Fakat ekibin kalan kısmı ful faça yapmış. Neyse ki, benden daha serseri kılıklı insanlar mevcuttu arada kaynadım.Sihirli Flüt, haliyle Almanca sahneleniyor. Benim Almanca birikimim ortaokul-lise yıllarında Betamax videolardan izlediğim pornolarla kısıtlı. Porno Almancasıyla da opera anlaşılmıyor tabii ki. İlk perde bittiğinde, ben çıkarabildiğim kadarıyla konuyu özetledim.Yani bir sanat etkinliği bu kadar mı anlaşılmaz. Hiçbir şeyi tutturamamışım. İkinci perdeyi de aynı şuursuzlukla seyrettim. Bu arada Tuğrul Bey, çok iyi bir opera izleyicisi. Sihirli Flüt'ün librettosunu hatim etmiş. Biri başlıyor aryaya, Tuğrul Bey de onunla beraber söylüyor. Ses mükemmel değil ama kalpten söylüyor.***Operanın ardından Berlin'in sayılı lokantalarından birine gittik. Çok afedersiniz insan böyle ne yediğini söylemez biliyorum ama söylemezsem de derdimi anlatamayacağım. Bir kuzu pirzolası getirdiler, pirzolanın o hale nasıl getirildiğini çözemedim. Tadı güzeldi eyvallah ama pirzola genel manada pirzolalıktan çıkmış. Bir de Tuğrul Bey'in içemediği özel bir şarap vardı (Detaylı bir şekilde anlattı ama ben aktaramam şimdi), onun yerine ben içtim. Çok güzeldi. Tuğrul Bey, sadece kadehi koklamakla yetindi.Berlin'deki son gün, program filan yoktu. Direkt kaçtım ve yıllardır istediğim bir şeyi gerçekleştirdim, Hayvanat Bahçesi'ni gezdim. Dedikleri kadar güzelmiş Berlin hayvanat Bahçesi. Öküz, ayı, gergedan derken pek çok arkadaşla böylece hasret gidermiş oldum.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!