Feminist Esmer’i nasıl kandırdılar

Güncelleme Tarihi:

Feminist Esmer’i nasıl kandırdılar
Oluşturulma Tarihi: Haziran 21, 1999 00:00

Haberin Devamı

Çağdaş Sülün Osman ona koltuğunun altında Cumhuriyet gazetesiyle gelmişti

İstanbul Beyoğlu'nda, Atlas Pasajı'nın özgün mal satan dükkanlarından birinin sahibi, Esmer Hanım. Üniversite mezunu, entelektüel, eli sanat işlerine yatkın, 40 yaşında, güzel bir kadın. Yıllar önce boşandı kocasından; 21 yaşındaki tiyatrocu kızıyla yaşıyor. Oldukça sosyal bir hayatı, geniş arkadaş çevresi, hayranları var. Ama, tüm ilgi alanlarında olduğu gibi, erkek arkadaş konusunda oldukça seçici davrandı bugüne kadar. Ayrıca yakın geçmişte Türkiye'deki feminist hareketin aktif üyelerinden biriydi. Okumayı, yazmayı, sinema, tiyatro, konser izlemeyi çok sever.

(Esmer hanım, hikayeyi anlatmaya buradan başlıyor)

Dört beş hafta önce, bir cumartesi günü. Tüm hafta sonları olduğu gibi o gün de İstiklal Caddesi'nden geçen her türlü insanın en az yarısı pasaja uğruyor, alışveriş etmese de vitrinleri gözden geçiriyor. Esmer Hanım, pasajın çaycısına ısmarladığı, günün kimbilir kaçıncı çayının yolunu gözlemek üzere kapı önünde. Birden karşısında, yakışıklı sayılmasa da hoş denebilecek, şık giyimli, düzgün Türkçeli bir beyefendi beliriyor. Kolunun altında Cumhuriyet Gazetesi.

Kendisinden birkaç yaş büyük görünen kibar adam, Esmer Hanım'ın vitrin önüne çıkardığı mallarından biriyle ilgili bir soru soruyor. O da cevaplıyor. Adam bir çırpıda ama aynı kibarlıkta, Dünya Bankası'ndaki görevi nedeniyle Amerika'da yaşadığını, yine görev nedeniyle birkaç aylığına İstanbul'a geldiğini, evini güzel dekore etmek istediğini anlatıyor, birkaç soru daha soruyor. Esmer Hanım da aynı kibarlıkla cevaplıyor soruları. Arada, beş yıldır görmediği İstiklal Caddesi'nin ne kadar değiştiğinden yakınıyor adam; Esmer Hanım ‘‘Ben her gün geçiyorum, yine de şaşırıyorum’’ diye karşılık veriyor, aynı dilden konuştuklarından memnun.

O sırada çaycı çayını getiriyor; kapı önünde ‘‘misafir gibi’’ bir müşteriyle konuştuğu için, ona da ikram ediyor. Dükkanın içindeki mallarla ilgili sorular sormaya başlıyor. Esmer Hanım, hiç merak etmese de o sırada öğreniyor adamın adının Özgür Acar olduğunu ve Türkiye'ye küstüğünü... Çünkü bir tatil yolculuğu sırasında, güneyde trafik kazası geçirmiş, eşini ve tek kızını kaybetmiştir. O günden beri ülkesinden uzakta yaşamayı seçmiştir. Ama yerel seçimlerden parlamentoda olanlara, sokaklardaki değişime kadar herşeyi takip etmekte ve olumsuz değişikliklerin üzüntüsünü yaşamaktadır.

Özgür Bey, ‘‘Burada çok az arkadaşım var. Hatta sadece bir çift. Evimi düzenlerken bana yardım ediyorlar. Fikirlerini almak için yarın onlarla geleceğim. Pazar açık mısınız?’’ diye soruyor. Esmer Hanım, ‘‘Öğleden sonra’’ diyor. Özgür Bey, ‘‘Aa onların da sabah bir işleri var, pazartesi de gidecekler, hay Allah ne yapsak...’’ diye yüksek sesle düşünürken Esmer Hanım, beyefendi görünümlü adama yardımcı olmakta bir sakınca görmüyor: ‘‘İsterseniz size ev telefonumu vereyim, sabah arayıp kaçta geleceğinizi söylersiniz, ben gelir dükkanı açarım.’’

Özgür Bey müteşekkir, telefonu alıyor.

SİZ BENİ NE SANDINIZ

Akşam yemeğini dışarıda arkadaşlarıyla yiyip gece eve geldiğinde kızından ‘‘Özgür Acar'ın saat 23.00'te aradığını’’ öğreniyor. Önce ‘‘O da kim?’’ diye soruyor ama sonra toparlayıp, feci şekilde sinirleniyor. ‘‘Adama bak... Ben ona ev telefonumu gece beni arasın diye mi verdim. Hemen nasıl yanlış anlayıp, kötüye kullanıyorlar...’’

Sabah 09.00'da telefonu çaldıran yine Özgür Bey. Önce bir ‘‘Ben sizin bildiğiniz kadınlardan değilim’’ zılgıtı yiyor Esmer Hanım'dan: ‘‘Beni çok şaşırttınız Özgür Bey. Ben size telefonumu gece beni arayın diye mi verdim.’’ Özgür Bey binbir özür diliyor: ‘‘Sandığınız gibi değil. Bunu telefonda anlatamam, kısa bir süreliğine görüşebilir miyiz?’’ Hayır cevabı çok kesin Esmer Hanım'ın. Telefon kapanıyor.

Ertesi gün akşamüstü, mahçup bir ifadeyle giriyor dükkandan içeri Özgür Bey. Yine şık. ‘‘Beni çok yanlış anladınız. Ben böyle birşey düşünmedim. Ama sizinle dün çok güzel sohbet ettik. Çok etkilendim. Sadece Türkiye'de sizin gibi bir arkadaşım, olmasını istiyorum’’ açıklamaları yapıyor. Ardından gelen, ‘‘Bir kadeh birşey içelim’’ teklifi. Yine reddediliyor.

CİDDİ BİR İLİŞKİ!

Birkaç gün sonra yine dükkanda. Havadan sudan sohbetler, o günkü gazete başlıklarının kritiği, sosyal demokrat, hatta solcu bir bakış açısıyla sürdürülen kısa sohbetler, o iki üç günde bir dükkana uğradıkça sürüyor. Bir keresinde kızıyla karşılaşıyor Esmer Hanım'ın. Tiyatro okuduğunu öğrenince, hemen atılıyor: Dünya Bankası'nın bursu vardır, Esmer Hanım'ın esmer kızının istediği ülkede okuması için yardımcı olabilecektir! Esmer hanımın da kızının da böyle bir düşüncesi yok, kibarca reddediliyor yine.

(Bu hikayeyi daha sonra bu şekilde, ‘‘sonunu söylemeden’’ anlattığı arkadaşları, özellikle kadın olanlar, ‘‘Ay çok heyecanlı. Yeni bir aşk hikayesi başlıyor’’ diye ellerini ovuşturuyorlar. Esmer hanım sakin, renk de vermiyor: ‘‘Dinleyin.’’)

Yaklaşık iki üç hafta sürüyor Özgür beyin ziyaretleri. Kahve içelim, bir kadeh birşey içelim, yemeğe çıkalım teklifleri de. Her seferinde reddedilirken, bir kez ‘‘Bakın ben sandığınız gibi çapkın, zampara biri değilim, bundan sonra bir ilişki kuracaksam bu ciddi bir ilişki olacak’’ açıklaması yapıyor. Ama yıllardır sürdürdüğü ‘‘yalnız ve bağımsız’’ hayatını gözü gibi koruyan Esmer Hanım'ın bu taraklarda hiç bezi yok: ‘‘Aman ben de ciddi bir ilişki kurmayı hiç istemem.’’ Hiçbir ters köşe Özgür Bey'i, kibar ve bunaltmayan 'ısrar'ından vazgeçirmiyor.

Yine bir pazar akşamüstü. Kapıdan giren Özgür bey bugün spor bir şıklık içinde. ‘‘Evet Esmer Hanım. Bakın o kadar zamandır dostluk ediyoruz, birbirimizi epeyce tanıdık, kötü niyetli olmadığımı anlamışsınızdır, yakında bu ülkeden gideceğim, ne olur bir saatinizi ayırın bana’’ diyor. Esmer Hanım bakıyor, bu kibar adamı bu kez kıramayacağını düşünüyor.

(Hikayeyi dinlemekte olan arkadaşlar, özellikle kadın olanları, ‘‘Ay galiba beklediğimiz olmayacak. Adam uluslararası ajan filan mı acaba?’’ diye araya giriyorlar. Esmer Hanım yine sakin. ‘‘Aman ajanlığın heyecanı mı kaldı. Bu daha heyecanlı! Dinleyin.’’)

Yakındaki bir kafeye gidip, yine havadan sudan, dünyanın halinden sohbet ediyorlar. Özgür Bey'in şurada bir davet var, burada bir kokteyl var, gidelim mi tekliflerini Esmer Hanım, ‘‘Bunlar beni etkileyen şeyler değil, ne olur vazgeçin’’ diyerek yine ve yeniden geri çeviriyor. Özgür Bey kibarlığı hiç elden bırakmadan, yeni bir atağa geçiyor ve ‘‘yanlış anlamazsa’’ Esmer Hanım'ı bir yurtdışı geziye davet ediyor. Çünkü yılda 45 gün tatili ve 12 bedava uçak bileti var! Fakat, ‘‘Bakın beyefendi, siz bana promosyon mu yaptığınızı sanıyorsunuz?’’ cevabıyla yine ters köşede.

Bir saat sonra, el sıkışıp ayrılıyorlar. Esmer Hanım eve gidip uyuyor.

AYNI FİLMLERDEKİ GİBİ

Ertesi sabah bankada. Oldukça sıkışık günlerinde, ama bir yerlerden bulup buluşturduğu paralarla ödeme yapmak üzere sıraya giriyor. Sıra kendisine geliyor. O da ne! Cüzdanı yok. ‘‘Hay Allah evde unutmuşum’’ diyor ve geri dönüyor. Ama 350 milyon lira para ve kredi kartlarının bulunduğu cüzdan evde de yok. ‘‘Akşam kafede unuttum’’ diye düşünüyor, orada da yok.

Yaklaşık bir hafta, dolanıp duruyor. Parasını ve kartlarını kaybetmediğine, çaldırdığına karar veriyor ama kim? Dükkan komşularıyla birlikte, pasajda çalışan olmadık insanlardan şüpheleniyorlar. Bir hafta sonra, yemek yediği kadın arkadaşlarından biri (tabii ki en akıllı olanı) soruyor; ‘‘O günden beri şu adamı gördün mü?’’ Hayır, cevabı veriyor Esmer Hanım. Ardından itiraz ediyor: ‘‘Yok canım, olur mu hiç!’’ Ama peki nerede bu iki üç günde bir uğrayan adam? Akıllı arkadaşı, ‘‘Bak’’ diyor, ‘‘Bir arkadaşıma da geçenlerde tam da tarif ettiğin gibi bir adam gitmiş. Amerika'da çalıştığını, ama mimar olduğunu söylemiş. Benzer sözlerle görüşmek istemiş. Biri 'bazı adamlar, böyle dolaşıp insanları dolandırıyor' deyince, soğuk davranmışlar, adam bir daha görünmemiş.’’

Esmer Hanım şokunu atlattıktan sonra Emniyet'e, savcılığa başvuruyor. ‘‘Hanımefendi kendinizi nasıl böyle enayi yerine koydurdunuz?’’ diye soramayan polisler, ‘‘Nasıl inandınız?’’ diyebiliyorlar. Esmer Hanım'ın cevabı: ‘‘Beyefendi inanın o kadar inandırıcıydı ki. Böyle birşeyin sadece filmlerde olduğunu sanırdım.’’



Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!