Etiler'de sapık paniği

Güncelleme Tarihi:

Etilerde sapık paniği
Oluşturulma Tarihi: Aralık 22, 2003 17:48

Daha doğrusu “Etiler'de ağaç sapığı paniği...” çünkü, pazartesi sabahının görme özürlü bir saatinde, İstanbul’un Akatlar semtinde bir ağaç sapığı görülmüş. Görgü tanıkları menfur olayı şöyle anlatıyor: "45-50 yaşlarında, ince yapılı, orta boylu, fırça gibi saçlarına henüz ak düşmemiş ve görgü tanıklarının ifadesine göre son derece yakışıklı ve seksi bir erkek, bilmem anlatabiliyor muyum, arabadan indiği gibi, en yakındaki ağaca doğru koşmuş, başlamış at kestanesinin gövdesini sevip okşamaya, dalını budağını öpmeye."

Haberin Devamı


Tam ağaca sarılıp, tırmanmaya teşebbüs ederken... civardaki apartmanlardan bir ikisinin mutfak penceresinden hanımlar, tecavüze dönüşmekte olan tacizi fark etmişler de...

- İmdaaaat, yetişiiin, ağacı götürüyorlar! Tüüüh, yaşından başından utan ulan utanmaz herif !.. Tutuuuun!..

diye basmışlar çığlığı. Sapık kurbanının olay mahallinde terk ederek, koşarak uzaklaşmış ve gözden kaybolmuş.

Şimdi mahallenin gençleri, kestane ağacının çizilmemiş namusunu kurtarmak için, sokak sokak “45-50 yaşlarında, ince yapılı, orta boylu, fırça gibi saçlarına henüz ak düşmemiş ve görgü tanıklarının son derece yakışıklı ve seksi bulduğu erkeği” arıyormuş.

*

Şaka bir yana, bu sabah, babamı beklerken, birden ağaçları, yeşili, toprağı, çimleri ne kadar özlediğimi fark ettim.

Haberin Devamı

Yolun kenarındaki alçak ağaca sarıldım, yıllardır görmediğim bir sevgilimi bulmuş gibi okşadım, dallarını, yapraklarını sevdim, konuştum onunla. Eğilip toprağa bastım elimi, yaban otlarını ufaladım parmaklarımın arasında, tenime kokusu bulaşsın diye...

Sanki bütün gerginliğimi, elektriğimi aldı ağaç. Sanki sevgime, muhabbetime cevap verdi .

- Ben her zaman buradayım. Yıllardır. Her sabah, her akşam, günde iki kere geçiyorsun yayımdan. Ama farkında bile değilsin benim!

Bütün gece, sabah 8’e kadar dört beton duvar arasında. Bir saat çelik otomobilin, plastik koltuklarının üzerinde. Akşamın yedisine, sekizine kadar çelik masalar, plastik koltuklar, sentetik yer karoları, kapalı devre hava, güneş ve oksijen geçirmeyen, açılmayan renkli camlar... Yine otomobil, yine dört beton duvar, pimapen, plastik boya, sentetik halılar...

Kendime değil, çocuklarıma yandım.
 
Belki de çıplak ayaklarıyla toprağa hiç basmamış, ağaca tırmannamış, nanemollaların kıç kıça yürüyüşünü seyretmemiş, kara duta basınca tabanını arı sokmamış, mis gibi kokan hanımelinin balını emmemiş, şeftali çalarken komşu teyzeye enselenmemiş...

Bir zamanlar “apartman çocuğu” diye bir laf vardı.

Biz Türkiye’nin (İstanbul’un diyelim) son kavruk nesliydik. Çocuklarımız iyi beslendi, aşıları filan düzgün yapıldı, baksanıza zaten analarından, babalarından maşallah bir baş uzun hepsi... de, apartman çocukları yetiştirdik, apartman çocukları!

Haberin Devamı

Kimin sözüydü unuttum, bir Batılı aydının sözüydü:

“Açlıktan öldüren geri kalmışlıktan kurtulalım diye, sıkıntıdan öldüren bir kalkınmışlığa eyvallah mı diyeceğiz?”

*

Not: Ben kendimi bilmez miyim, aşk olsun, “... fırça gibi saçlarına henüz ak düşmemiş” ve “son derece yakışıklı ve seksi bir erkek” sözlerinin sahibi, tahmin edebileceğiniz gibi ben değilim, görgü tanıkları. Demek ki mutfak penceresinden bakınca böyle görünüyorum!

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!