ESKÄ° EVLER Eski evler bana çocukluÄŸumdan beri hep ürkütücü gelmiÅŸtir. Belki bunda "perili köÅŸk" hikayelerinin etkisi vardır, belki de bu eski evler bana

Güncelleme Tarihi:

ESKİ EVLER Eski evler bana çocukluğumdan beri hep ürkütücü gelmiştir. Belki bunda perili köşk hikayelerinin etkisi vardır, belki de bu eski evler bana
Oluşturulma Tarihi: Kasım 20, 2000 00:00

ESKÄ° EVLER Eski evler bana çocukluÄŸumdan beri hep ürkütücü gelmiÅŸtir. Belki bunda "perili köşk" hikayelerinin etkisi vardır, belki de bu eski evler bana imkânsızlıklar yüzünden "yenilenememeyi" sembolize ediyordur... Onların arasından geçerken herbirinde yaÅŸayan insanların, hem aile olarak hem de bireysel olarak çok kasvetli yaÅŸamlar sürdürdüklerini ve çaresizce kısır bir döngü içinde kaybolup gittiklerini düşünürüm. Kare kare yaÅŸantılar geçer beynimden, acı çekerim... Durdurmak isterim, yapamam... Sanki filmlerde gördüğümüz "beyin yıkama" sahneleri gibi, birbirinden kopuk, korkunç çaÄŸrışımlar içine girerim... Anlamsızca tartışılan, sonsuz gizem içeren "reenkarnasyon" olgusunu taa içimde hissederim, ama inatla "inanmam"... Dolmabahçe Sarayı'nın ya da Esma Sultan Yalısı'nın da bende bu duyguları uyandırıp uyandırmadığını sorarsanız, "evet" diyemem aslında. Zira, bu duygulara kapılmama neden olan ÅŸey sadece yapının eskiliÄŸi deÄŸil. Hatta perili köşk görsem bile böylesi bir korku duymam sanırım. "Peki nedir içimi karartan ÅŸey" sorusunu sorduÄŸumda "çaresizlik" sözcüğü canlanıyor beynimde... Sorun yapının eski olması deÄŸil, "yenilenemiyor olması" galiba... "Gün yüzü görmemek" deyiminin anlamını içimde hissediyorum, hem bu evler, hem de evde yaÅŸayanlar adına... "Refah" kavramı gitgide uzaklaşıp imkânsızlaşıyor... "Hiç mutluluk, coÅŸku, huzur yaÅŸanmamış belki de" diyorum... Olabilir mi?.. Yoksunluk... Çarpıklık... Ä°roni... Dar, gökyüzünün görünmediÄŸi, ve herÅŸeye kapalı sokaklarda; ulaşılamayan, tüketilemeyen, hep varolacak ve hep "yanlış yol"ları olan evler bu benim "eski evler"... Özel günlerde giyilen giysilerin kapı arkalarındaki çivilere asılı olduÄŸu, bahçesindeki ipte hep çamaşırlar serili olan ve birilerinin lezzet ve saÄŸlık uÄŸruna tükettiÄŸi yaÄŸ ve peynirlerin tenekelerinde rengârenk sardunyaların can bulduÄŸu evler... Ve bu evlerin temsil ettiÄŸi -ni düşündüğüm- yaÅŸantılar, "kimlik"ler... Saçı iki örgü genç kızlar, burnu akan oÄŸlan çocukları, yaÅŸlılığını acıyla taşıyan kadınlar, kahvede toplanan iÅŸsiz genç erkekler, ömrünü memuriyetle geçirdiÄŸi için kendini ÅŸanslı sayan yaÅŸlılık sınırındaki erkekler, ve evin içinde bütün gün koÅŸuÅŸturan, yoku varetmeye çalışan, özel yaÅŸamları kızlarına yaptıkları çeyizle, oÄŸlana ördükleri kazak olan kadınlar... Sürekli bir fiziksel yakınlık ve duygusal uzaklık içinde yaÅŸanan birbirine geçmiÅŸ hayatlar... Birey olmanın "güvenliÄŸi tehdit ettiÄŸi" hayatlar... 'Zaman kavramı yok, sadece yer kavramı var' benim zihnimdeki bu hayatlarda... Kasvet duygumun kaynağı bu mu acaba?.. "Gelecek" yok; "geçmiÅŸ" belki; ve telâş içinde bir "bugün" varmış gibi geliyor bana bu evlerde... Ve ben "bugün"ün, bu evlerde "hergün" ile aynı olduÄŸunu sanki biliyorum... Dün de böyleydi, yarın da böyle olacak; biliyorum. Kaynakların "çok çok" kısıtlı olduÄŸu, ve alternatifi olmayan hayatlar... Sokaklarda oyunlar, evlerde kabul günleri, mahalle okullarında dersler hep aynı... Anneler- babalar, kardeÅŸler, komÅŸular, kocalar... Banyo yapma, mantı yapma, temizlik yapma, çamaşır yıkama ve seviÅŸme günleri... Sabah kalkma, iÅŸ/okula gitme, komÅŸuya/kahveye gitme, sardunyayı sulama, yemek yapmaya giriÅŸme saatleri aynı... Bu evlerde de yaÅŸama sevinci var, biliyorum. Ama içim üşüyor halâ; "peki ya, yaÅŸama bilinci yoksa" diye diye korkuyorum. Kasvet basıyor... Kendi alışkanlıklarım, kendi birikimim ve kendi bakış açımla kalkıp gidip o evlerden birinde yaÅŸamaya baÅŸlıyorum, ve kasvet basıyor... Ya bu "empati" duygusunda bir yanlışlık var, ya benim birikimimde, ya da onların yaÅŸantılarında... Çünkü, dedim ya, sanki benim gerçekliÄŸim buymuÅŸ da, ikinci yaÅŸantımı yaşıyormuÅŸum gibi veya başım dönmüş, düşmüşüm de başımı vurunca bilinçaltım harekete geçip yıkanmış beynimdeki slaytları bana teker teker gösteriyormuÅŸ gibi hissediyorum... Bu kasvet duygusundan nefret ediyorum.... Ama duygulardan kaçılamayacağını biliyorum -kahretsin... Ama duyguların dönüştürülebileceÄŸini de biliyorum -Tanrı'ya şükür... Evlere bakmayı sürdürüyorum... Kaçmadan, ve her bir ayrıntısına... Ve sonra, beklenmedik birÅŸey oluyor ve eski evlerden birinin bana gülümsediÄŸini görüyorum. Harikulade bir perdesi oluyor meselâ penceresinde... Ya da bahçe kapısının ördekbaşı yeÅŸiline vuruluyorum... Köşebaşındaki okulun önündeki pamuk ÅŸekerlerin bana göz kırptığını farkediveriyorum. Yerde duran dört-beÅŸ demetten tek tek aldığı çiçeklerle eski DoÄŸan"a gelin arabası süslemesi yapan siyah kıvırcık saçlı genç adamın ellerinin güzelliÄŸini farkediyorum. Burnuma kızgın yaÄŸa dökülen domatesin kokusu geliyor; "ya ÅŸehriye, ya tarhana çorbası var akÅŸama" diye düşünüyorum. Çocuklar koÅŸa koÅŸa yokuÅŸu tırmanıp mavi boyalı, küçük bakkala girip, aynı enerjiyle, çığlık çığlığa ellerinde gazozlarla evlerinin önüne gidiyorlar; ellerinde onlarca gazoz kapağı, onlarla oynayacak olmanın sabırsızlığıyla gazozları kafalarına dikiyorlar. Çocuklar gülüyorlar... YaÅŸlı bir teyze sardunyalarını sulamak için penceresini açıyor. Karşı evin bahçesinde çamaşır asan komÅŸusuyla bağıra çağıra bir sohbete baÅŸlıyor... Birsürü ekmeÄŸi kucaklamış bir yeniyetme oÄŸlan annesinin yaptığı akÅŸam yemeÄŸinin hayaliyle evine koÅŸuyor. Dört genç kız aralarında fısır fısır konuÅŸarak ve her konuÅŸmanın ardından attıkları kahkahaları bastırmak için elleriyle ağızlarını kapatarak geçiyorlar yanımdan. Biri hafif bir rimel sürmüş kirpiklerine, birinin de yüzüne çok yakışan bir allık var yanaklarında... Gencecik bir anne, bebek arabasını sürerken bebeÄŸiyle konuÅŸuyor, arabanın altı siyah pazar torbalarıyla dolu. Azar azar da olsa birsürü mevye-sebze almış olmalı... GençliÄŸi ardında bırakmış bıyıklı, takım elbiseli bir "baba" mesaisini doldurmuÅŸ, gazetesi elinde, evine gidiyor; yüzü yorgun, ama huzurlu... Açık kalmış bir pencereden bir müzik sesi yükseliyor: "Sen bana bir gülüversen..." Tan - 20 Kasım 2000, Pazartesi Â
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!