Diva lekesini çıkaracak deterjanın icadını hasretle bekliyorum

Güncelleme Tarihi:

Diva lekesini çıkaracak deterjanın icadını hasretle bekliyorum
Oluşturulma Tarihi: Temmuz 09, 2011 20:28

Üç Grammy ödüllü Renee Fleming, ABD kadar Avrupa’nın önde gelen operalarında da el üstünde tutuluyor ama kaprisleriyle ünlü diğer divalara hiç benzemiyor. “Diva lekesini çıkaracak deterjanın icadını hasretle bekliyorum” diyor.

Haberin Devamı

Sahneye adımını caz müziğiyle attığı için yorumlarında yaratıcı, yenilikçi, esnek. Açıkça özeleştiri yapabildiği, içinden geleni söylediği için Amerika’da ona ‘Halkın Divası’ diyorlar. Clinton’ın vedasında, Obama’nın yemin töreninde konser veriyor. 52 yaşında kariyerinin en parlak günlerini yaşıyor. Geçen ay Paris Operası’nda Otello’da Desdemona’yı seslendiriyordu, bu ay Salzburg’da Viyana Filarmoni’nin, kasımda Rodelinda operasıyla Metropolitan’ın solisti olacak. Önceki hafta Paris’ten aradığımızda “İstanbul’u çok merak ediyorum, ailemle gelip şehri keşfetmeye çalışacağım” diyordu. 

Maria Callas, Kathleen Battle, Kiri Te Kanawa gibi sesi kadar kaprisleriyle meşhur divalara alışkın opera sahnelerinde pek rastlanmayan nadir şahsiyetlerden biri Renee Fleming. Rol arkadaşlarına, sahne ekibine hakaret etmiyor, tonunu beğenmediği kuyruklu piyanoları yattan denize attırmıyor, şeflerle iktidar yarışına girmiyor, gazetecileri canından bezdirmiyor.
‘Bayan Drakula’ lakaplı Angela Gheorghiu’nun kuşağındaki pop divalarından uzak tutuyor kendini. Rollerini özenle seçiyor, gereksiz risklere girmiyor, sansasyondan kaçınıyor. “Artık operaseverler geçmişteki gibi sevilebilecek fakat aynı zamanda iletişim kurulabilecek, kullanıcı dostu divalar istiyor” diyor. Geçmişin kaprisli diva imajından çok rahatsız. Bunu kimi zaman espriyle ifade ediyor: “Diva lekesini çıkaracak deterjanın icadını hasretle bekliyorum!” Özel hayatında o kadar mütevazı ve şeffaf ki paparazzilere iş kalmıyor. Opera kariyerinin eşiyle ilişkilerini nasıl zedelediğini, boşanma sürecini, yazar dostunun çöpçatanlığında tanıştığı son erkek arkadaşını, röportajlarda, hayranlarıyla yaptığı sohbet toplantılarında açıkça anlatıyor. Rock albümü kaydederken iki kızından aldığı danışmanlığı, bazı şarkıların sözlerini yanlış anladığı için neden aşırı muhafazakâr tepkiler gösterdiğini samimi şekilde itiraf ediyor.
Hayranlarının Youtube’a yüklediği TV röportajları kadar, bunları izleyenlerin yazdıkları notlar da ilgi çekici. “Bu kadar içten konuşan, samimi divaya ilk kez rastlıyorum, gözlerim yaşardı izlerken” gibi mesajlar dikkat çekiyor. 2004’te yayımlanan ilk kitabı ‘The Inner Voice: Making of Singer / İçses: Bir Şancı Yaratmak,’ Fleming’in prestijini artıran, diğer divalardan ayrıştıran önemli etkenlerden biri oldu. Bu yıl Chicago Operası’nın danışmanlığına atanması, sahnelerde kazandığı saygınlığı pekiştirdi.
Fleming opera dünyasının dışında da çok popüler. TV’de Susam Sokağı’nın konuğu oldu. 2001’de ABD’nin en şık kadınları listesine girdi. Yohji Yamamoto, Issey Miyake, Gianfranco Ferre’den giyindiğini yazıyor moda yazarları. Adına çok sevdiği türde çikolata ve meyve içeren özel bir tatlı üretildi (La Diva Renee), parfüm yapıldı (La Voce), porselen tasarlandı (Renee Fleming Iris), ayrıca Rolex reklamlarında Kiri Te Kanawa’nın yerini aldı.  
ŞÖHRET BASAMAKLARINI YAVAŞ YAVAŞ ÇIKTI
‘Halkın Divası’ 1980’lerden beri sahnelerde. İlk önemli fırsatı 1986’da Salzburg Landestheater’da yakalamıştı. Konstanze rolünü canlandırdı. 1988 ise kariyerinde sıçrama yılıydı. Houston’da Figaro’nun Düğünü’ndeki Kontes rolüyle ilk önemli başarısını kazandı. Bu önemli çıkışın ardından sınavı kazanıp Metropolitan Operası’na kabul edildi. Aynı zamanda New York City Opera’da rol aldı. 1991’de Metropolitan’da solistin hastalanması üzerine bir akşamda kendisini sahnede buldu, John Corigliano’nun Versailles’teki Hayalet operasındaki rolüyle bir anda yıldızı parladı. Kolaratur, lirik ve spinto soprano repertuvarıyla dikkat çekti. “Çok geç kaldığım düşünülebilir belki. Fakat 20’li yaşların başında henüz hazır değildim, sesime henüz çekidüzen verememiştim. Ayrıca bu stresi kaldıracak güce sahip değildim” diyor sahnelerdeki ilk yıllarını anlatırken.
1995’te ünlü orkestra şefi Georg Solti’yle karşılaşmasını hayatının üç önemli dönüm noktasından biri olarak görüyor. Haksız sayılmaz, Londra’daki Royal Festival Hall’da Solti’nin şefliğinde Fiordiligi’yi (Cossi fan tutte) seslendirmesi kariyerinde yeni bir sayfa açtı. Solti mütevazı divanın sesini o kadar sevdi ki bir röportajda ondan bahsederken “Uzun sayılabilecek ömrüm boyunca bu nitelikte sadece iki soprano gördüm, diğeri Renata Tebaldi’ydi” diyecekti. Fleming ise usta şefi tüm röportajlarda sevgiyle anıyor: “Kariyerimin önemli bir aşamasında çocuk yapmaya karar verdim. Solti’ye danıştım. ‘Sevgili Bebeğim, istediğin kadar çocuk yapabilirsin,’ demişti.” Bu dostluk Fleming’i Decca plak firması solistleri arasına kattı, önemli sahnelerde yeteneğini göstereceği roller almasını sağladı.
GAZETECİNİN MERAKI
Hayatının en büyük travmasını İtalya’nın ünlü La Scala operasında yaşadı. Leyla Gencer’in efsaneleştiği bu sahneye ilk kez 1993’te Don Giovanni’de Dona Elvira rolüyle çıkmıştı Fleming. Bu sınavı kazasız atlattı. Beş yıl sonra Donizetti’nin Lucrezia Borgia’sında ise yuhalandı. Hayatını baştan sorgulamasına yol açan, sahneden ayrılmanın eşiğine getiren, sonunda eşinden ayrılmasına neden olan sancılı bir süreç yaklaşık üç yıl sürdü. Sonra pırıl pırıl bir sesle yeniden zirvedeki yerini aldı.
İki hafta önce bir sabah Fransa’dan aradığımda uzun bir aradan sonra Paris Operası’nda ikinci kez Otello’da Desdemona’yı oynuyordu. Fransız basınında övgü dolu yazılar yayımlanmıştı. Bu role getirdiği yeni yorum üzerine konuştuktan sonra şeytan dürttü ve daha önce Kiri Te Kanawa’ya, Cecilia Bartoli, Angela Gheorgiu’ya soramadıklarımı sordum. Örneğin La Scala’da neden yuhalanmıştı? Eksiği, hatası yüzünden mi, yoksa Avrupalıların, özellikle İtalyanların Amerikalılara karşı önyargısının kurbanı mı olmuştu?
Hiçbir olumsuz tepki göstermeden, soğukkanlı bir tavırla cevapladı: “Sadece Milano’da değil, İtalya’nın birçok kentinde opera bir ulusal gurur olarak değerlendiriliyor. Özellikle 19’uncu yüzyıl ve 20’inci yüzyıl başındaki eserler İtalyanlar için çok çok önemli. Bu gururlu tavır sahneye de yansıyor. İtalya’da sık sık sahneye çıkan, izleyicilerin bu tür tepkilerine alışkın sanatçılar için çok önemli bir olay değil sahnede yuhalanmak. Fakat La Scala’da tecrübesi olmayan, en iyi yorum için çabalayan bir sanatçı bu tavırla karşılaştığında üstesinden gelmekte gerçekten zorlanıyor. Avrupa’da 40 yıldır yönetmenlerin de benzer tepkilerle karşılaştığını görüyoruz. Örneğin Almanya’da yorum beğenilmezse yönetmenler de yuhalanıyor. Bu neredeyse olağan karşılanıyor. (Gülüyor) Gördüğünüz gibi her şey algılamaya bağlı...”
Peki, 25 yıldır okyanusun iki yakasında sahneye çıkan bir divanın opera dünyasında gözlemlediği kıtalararası farklar artmış mıydı, azalmış mıydı?
“Opera sahneleri gittikçe globalleşiyor. Paris, Londra ya da New York’ta sahneye çıktığımda, neredeyse hep aynı sahne amiri, yönetmen, orkestra şefleriyle çalışıyorum. Kuşkusuz bürokrasi, finansal boyut açısından farklar olmalı, fakat ben bunları gözlemleyemiyorum artık. İzleyici tepkileri, beklentileri açısından bakıldığında ise Avrupa’nın önemli konser salonlarındaki dinleyicilerin Houston, San Francisco hatta daha muhafazakar olan Metropolitan’dan bile farklı olduğunu söyleyebilirim. Müzik eleştirmenleri açısından da ülkeler birbirine benziyor. Tek farklı kent Londra. Yedi yerel gazete yayımlanıyor, büyük bir rekabet var. Müzik eleştirmenleri diğerlerinden ayrışmak için çaba gösteriyor.”
Bugüne kadar opera repertuarının sesine uygun tüm eserlerinde sahneye çıkan, 52 karakter canlandıran Fleming, 10 yıl öncesine kadar çok mahcup bir sanatçıydı. Dahası, zaman zaman sahne korkusu yaşıyordu. 2000’lerin başında bu korkularından arındı. Sihirli formülünü sorduğumda güldü önce...
“Sanıyorum belirli bir olgunluk düzeyine ulaşınca bir anda ortadan kalktı. Bir yorumcunun hayat boyunca mahcup olması mümkün değil. Sahneye çıkıp sanatını icra edecek cesarete sahip olması gerekir. Sahne korkusuna karşı önlem almanın, kendimi korumanın yollarını da iyi biliyorum artık: Çok iyi hazırlanıp, sahneye bundan sonra çıkmak gerekiyor. Zaman içinde olgunlaşmak ve konserden önce iyi hazırlanmak beni bu sorunlardan kurtardı.”
Ünlü diva Teresa Beganza’nın mutluluk kadar acı veren bir âşığa benzettiği sesin formunu korumak tüm şancılar için bir sorun. Kimileri sesini korumak adına umulmadık yöntemler deneyebiliyor. Örneğin Cecilia Bartoli klimadan korktuğu için uçağa binmiyor, kıtalararası yolculuklarını gemiyle yapıyor. Angela Gheorghiu uzun uzun uyuyor. Berzanza, gece tuvalete kalktığında bile sesini kontrol ediyor. 50 yaşını geride bırakan Fleming de, menopoz sürecindeki tüm şancılar gibi, öncelikle tizlerinin zayıflaması tehlikesiyle karşı karşıya. “Sesim için endileşelenmeyi adeta bir sanata dönüştürdüm” diyor gelecekle ilgili korkularından bahsederken. Fakat doğal gelişimin önüne geçilemeyeceğinin farkında.
“Şanda teknik yetkinliğe ulaştıktan sonra, bunu korumak için her gün çalışmak gerekir. Sürekli mikro düzeyde ayarlar yaparsınız. Her gelen gün bir öncekinden farklıdır: Kasların gerginliği, yaşadığınız stres, hava koşulları, alerjenler sesi etkiler. Vücudun bir parçasını enstrümana dönüştürüp icrada kullanmak gerçekten zorlu bir uğraş. Bu nedenle sesi korumak gerekir. Sesi neyin, nasıl etkilediğini pek bilmiyoruz. Bu da en gizemli yanı. Çok dramatik, çok zorlu rollerden uzak duruyorum. Ses telleri istemdışı kaslardan oluşan bir organ, aynı zamanda bir ensrüman. Çalışıyoruz, umud ediyoruz, dua ediyoruz, düş gücümüzü kullanıyoruz, düşünüp tartışıyoruz. Oysa sesin kendi belleği var. Her an isyan edebilir. Her an sesimi kaybedebilirim. Sesi korumak için elimizde iğneler, tabletlerle koşturuyoruz. Farkında olmasak da, çoğu zaman bu formüller işe yaramıyor. Şancıların meslek yaşamları kısadır. 20 yıl göz açıp kapayıncaya kadar geçer. Bunu fark ettiğinizde kendinize sorarsınız: Daha ne kadar şarkı söyleyebileceğim acaba? Bundan sonraki her gün bir armağandır. Sesimi zorlamam, bana uygun olmayan rolleri seslendirmem.”
İSTANBUL’DA EKSTREM SPOR YAPMAYACAK
Renee Fleming, operada bir döneme damgasını vuran bel canto üslubunu sopranolar için “ekstrem spor” olarak değerlendiriyor. Paraşütle uçurumdan atlamak, tüpsüz 100 metreye dalmak kadar riskli bulduğu bel canto yorumlarıyla 2002’de Grammy aldıktan sonra bazılarını repertuvarından çıkarmış. Örneğin La Traviata’daki Manon ve Thalis’i artık söylemiyor. Gerekçesini soranlara “Yıllardır hergün yüksek dağlara tırmandım. Artık tırmanmak istemiyorum” diyor. Son dönemde Strauss ve Wagner üzerine yoğunlaşmayı tercih etmiş.
İlk kez geldiği Türkiye’de de dinleyicilerin karşısına bel canto ustaları Rossini, Donizetti, Bellini eserleri yerine farklı dönemlerden eserlerle çıkacak.
“Bu konser için söylemekten zevk aldığım, farklı türlerden eserlerden oluşan bir tanışma programı hazırladım. Uzun yıllardır söylediğim eserlerle, bir gala konserinde olması gerekenleri dengeli şekilde bir araya getirdim. Ayrıca son dönemde üzerinde çalıştığım repertuvardan da örnekler taşıyor. Bel canto türündeki aryalar çok uzun, yorucu. Böyle bir konser için pek uygun olduklarını sanmıyorum. Umarım dinleyiciler konserden hoşnut ayrılır.”
(Mülakatın tam metnini Andante Dergisi’nin temmuz sayısında okuyabilirsiniz)

Haberin Devamı

YEDİ BESTECİDEN 12 ESER SESLENDİRECEK

Haberin Devamı

Renee Fleming’e Aya İrini’deki konserde Sascha Goetzel yönetiminde Borusan Filarmoni Orkestrası eşlik edecek. Sanatçı Richard Srauss, Jules Massenet, Antonin Dvorak, Ruggero Leoncavallo, Giacomo Puccini, Francesco Cilea, Giuseppe Verdi’nin 12 eserini yorumlayacak. Orkestra ayrıca Schubert, Mascagni, Haçaturyan, Gounod, Puccini’nin eserlerini seslendirecek.   

HAYALİ  ABD BAŞKANI OLMAKTI

Renee Fleming, ABD’nin Pennsylvania Eyaleti’nde 14 bin nüfuslu küçük bir kasaba olan Indiana’da doğdu. Müzisyen bir aileden geliyor. Annesi Patricia şan öğretmeni, babası Edwin ise müzik öğretmenliğinin yanı sıra kasaba kilisesinde koro şefi. Kardeşleri Ted ve Rachelle de müzikle ilgileniyor. Hatta annesinin bir zamanlar ailece radyo programı hazırlamayı hayal ettiğini söylüyor.
Fleming, ergenlik çağında mahcup bir çocuktu. Beş dönümlük bahçelerinde atlarıyla, tavşanıyla oynar, eve kapanıp kitap okur, Joni Mitchell dinler, şarkı bestelerdi. Lisede arkadaşları ona Bayan Mükemmel adını takmıştı. Yüzünde mimik olmadığı için ikinci lakabı “Taş Surat”tı. İlk kez okul balosunda yakışıklı bir gençle dansa kalktığında, yüzüne üflenen sigara dumanının travmasını atlatmak için günlerce odasına kapanıp söylemesi gerekmişti. Hayatın zorluklarına şarkı besteleyerek karşı koyuyordu.
Çocukluğunda hayali ABD’nin ilk kadın başkanı olmaktı. Müziğe keman, viyola, kompozisyon dersleriyle başladı. Ayrıca bale kursuna gidiyordu. “Aslında annemin karnında müzik derslerine başlamışım. Şan öğretmenliği üzerine eğitim alırken, üniversitenin son yılında bana hamile kalmış. 5-6 yaşlarında evde şan dersi verirken dizinin bibinde otururdum.  Operada söylediğinde beni de götürürdü. Ayrıca üniversitede şan üzerine master yapıyordu. Babamla koro çalışmalarını izlerdim. Çevremde hep müzik vardı, fakat ben pop ve caz dinlemeyi tercih ediyordum.”
Sesi çok daha sonra keşfedildi. “11 yaşında dişlerimin arasına kredi kartı sıkıştırılıp, şan eğitimi almaya başladım. Çok tuhaf bir durumdu ve hiç hoşnut değildim. Tabii ki ilk öğretmenim annemdi. Geçenlerde 18, 19 yaşlarında, öğrencilik günlerimde kaydedilen kasetler geçti elime. Sesim sivrisinek gibiydi. Ancak beş yıl sonra sesim kişiliğini buldu...”

Haberin Devamı

ŞAN EĞİTİMİ ALIRKEN BARDA CAZ SÖYLÜYORDU

16 yaşına geldiğinde Fleming besteci olmaya karar vermişti. 20’li yaşlara kadar müzikte seçim yapamadı. Ancak bundan sonra hedefini netleştirdi. New York Üniversitesi’nde Patricia Misslin’in şan öğrencisi oldu. Onun yönlendirmesiyle operaya yöneldi. Üniversite yıllarında okul barında caz üçlüsüyle konserler veriyordu. Başarısını gören saksofoncu Illinois Jacquet’ten turne daveti aldı. Ancak o Eastman Müzik Okulu’nda şan eğitimini sürdürmeye karar verdi. Fulbright bursunu kazanıp bir yıl Avrupa’da Arleen Auger ve efsanevi Elisabeth Schwarzkopf’tan dersler aldı. Farklı tonlar aramayı Schwarzkopf’tan öğrendi. ABD’ye dönüşte Juilliard Konservatuvarı’na girdi. Bir yandan okul masraflarını karşılamak için caz söylerken, diğer yandan Juilliard Operası’nda, Puccini’nin La Boheme (Mussetta), Tamu  Tamu gibi (Menotti’nin karısı) gibi rolleri canlandırdı. Aktör Rick Ross’la da Juilliard’daki öğrencilik yıllarında tanıştı, yedi yıl birlikte yaşadıktan sonra 1989’da evlendiler. İki kızları oldu. Çift 2000 yılında boşandı. Bel Canto adlı romanıyla dikkat çeken yazar Ann Pachett’ın çöpçatanlığıyla Washington’lu avukat Tim Jessell ile tanıştı, 2,5 yıldır mutlu bir birliktelikleri var.
Bugüne kadar 35 albümü yayımlanan Fleming, kontrbasçı Charlie Haden, piyanist Brad Mehldau’yla caz albümleri kaydetti. Yüzüklerin Efendisi’nin film müziğine sesiyle katıldı. Dark Hope albümünde Leonard Cohen, Peter Gabriel, Jefferson Airplaine’in şarkılarını seslendirdi.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!