Dini hiç bilmem ama şiirim kişisel teojoji

Güncelleme Tarihi:

Dini hiç bilmem ama şiirim kişisel teojoji
Oluşturulma Tarihi: Nisan 22, 2012 00:00

‘How Abraham Abandoned Me -İbrahim’in Beni Terk Etmesi’ Bejan Matur’un İngilizceye çevrilen ikinci kitabı. Kitabın çevirisiniyse daha önce Nazım Hikmet ve Oktay Rifat’ı da İngilizceye çeviren türkolog Ruth Christie yaptı. Bejan Matur’la 2008’de yayımlanan ama dünya okuyucusuyla yeni buluşan şiir kitabını ve Zaman Gazetesi’ne vedasını konuştuk. Bütün yollar Kürt meselesine çıktı.06

Haberin Devamı

Şiirinizde başından itibaren dinsel referanslar var ama bu kitapta daha yoğun gibi?
- Evet, ıbrahim kitabında dinden referanslar kullandım: Miraç, kandil, melek, İbrahim hikâyesi... Dini bilmem, dini ritüelleri uygulamıyorum. Aslında tasavvufu da bilmiyorum! Herkesten daha azdır bu alandaki bilgim. Kendimi ‘Hanif’ diye tarif edebilirim ancak. Bir dinin aracılığı olmadan da hakikati kalbi bir bilgiyle bilebilirsiniz. şiirin öyle bir mucizesi var. Bütün o dini kavramları teolojinin alanından alıp, anlamlarından soyup, ontolojik bir anlam yükleyip yeniden yazıyordum. Bir tür kişisel teoloji oluştu sanki, kişisel bir ontoloji de aynı zamanda.
Nasıl ortaya çıktı ıbrahim kitabı?
- Bir göktaşı gibi indi! Beyrut’a gitmek üzereydim. Önce bir ses duydum. O sesin işaret ettiği bir yer, yön vardı. Uçuşumu iptal edip Beyrut yerine Urfa’ya gittim. Oralarda durdukça kitap kendini yazdırdı. ıstanbul’a geldiğimde kapanıyordu, tek kelime yazamıyordum. Bu deneyim bana şunu gösterdi: Şiirin kaynağı bizde değil. Kainatın derinliklerinde bir yerde. şiir hakikati duymanın en saf araçlarından biri. Belki de bu nedenle şiir önce sesle geliyor. Kalem kağıt yoksa kelime de yok zaten; müzik olarak kalıyor. şiir yazmasaydım herhalde müzisyen olurdum. Senfoni besteler gibi doğadaki seslerin peşinden giderdim.

Haberin Devamı

ULUDERE ÖNEMLİ BİR FAY HATTI

Son yazınızın konusu Uludere’ydi sonra sessizliğe gömüldünüz. Zaman gazetesine vedanızın arkasında Kürt meselesi var denebilir mi?
- Son yazımı Uludere’nin yalanlandığı gün yazmam tesadüf değil tabii. İngiltere Parlamentosu’nda yaptığım bir konuşmada Uludere için ‘Türkiye’nin 11 Eylül’ü’ demiştim. Uludere, Türklük ve Kürtlük meselesinde önemli bir fay hattı. Orada 100 yıllık tarihin nasıl başa sardığını, değişmediğini gördük. Hrant’ın ölümü, yok sayılmış Ermeni tarihiyle, bütün o geçmişle yüzleşmeye nasıl vesile olduysa Uludere de devletin zihin haritasında Kürtlerin aslında nereye oturduğunu çok çıplak biçimde gösterdi. Katır sırtında, battaniyelere sarılı o ölüler bize Kürtlerin ne kadar yalnız ve nasıl tarihin dışına itildiğini gösterdi. Bir katliam 100 yıllık hafızayı canlandırıyorsa o 100 yıla sil baştan bakmak kaçınılmaz. O insanları kaçakçı, korucu yapan sensin, orada yaşanan mahrumiyetin sorumlusu devlet olarak sensin. Bütün bu geçmişle yüzleşilmezse bu ülke düze çıkmaz. Türkiye’nin deri değiştirmesi lazım. Katliamı planlayan ne hedefledi bilmiyoruz ama sonuç niyet edilenden de etkili görünüyor! Ruhlardaki tahribat çok büyük çünkü.
Ama sadece Kürt meselesi üzerine yazmıyordunuz...
- Kürt meselesi üzerine yazmak benim açımdan entelektüel bir faaliyet olmadı hiç! Canımı yakan bir konuda söz söyleme ihtiyacıyla başladım yazılara. Ara sıra başka konulara değinsem de meselenin hayatiyeti daha çok o konuda yazmaya itiyordu beni. Kürt meselesi gibi zor bir konuda yazarken, siyasal değil duygusal bir tanıklık yapma derdiniz varsa, siyasetin ve medyanın samimiyetsizliği sıtkınızın sıyrılmasına neden oluyor. Başka zamanlarda da bu sebeple yazmaya ara verdiğim olmuştu. Ama bu defa geri dönüşü olmayacak biçimde veda ettim.
Net sorayım o halde: Zaman gazetesinin son dönemde Kürt meselesinde daha statükocu bir tavır izlemesi miydi sizi uzaklaştıran?
- Zaman’la başından beri Kürt meselesine farklı bakıyorduk. Bu farka rağmen, Türkiye’de bazı şeylerin adı konmadan konuşulması benim gibi önyargısı olmayanlara söz söyleme alanı açıyordu. Nerede yazdığınız değil, ne yazdığınız önemliydi. Ama artık sözünüzü nerede söylediğinizin çok net bir anlamı var. Çünkü Türkiye’de demokrat insanların önyargısız söz söyleyebildiği ara alan eridi. Hayatım boyunca herhangi bir yere angaje olmadan durmaya çalıştığım için istifa etmeyi düşünüyordum zaten. Uludere ciddi bir kırılma oldu. Gazeteden istifa kararımı o gün bildirdim. Bugün sorun PKK ve silahlı unsurlarını meşru siyasete nasıl entegre edeceğiniz sorunudur. Ama birileri PKK’yı tamamen şeytanlaştırarak, tümden yok ederek çözeceğine inanıyor. Böyle düşünenler kendileri de farkında değil ama krizi derinleştiriyorlar.

Haberin Devamı

KONSOLOS BENİ KARŞILAMAYI REDDETMİŞ

Çin’in Nobel adayı Bei Dao, Hong Kong’da önemli bir şiir festivali düzenledi. Geçen kasımda beni de davet etmişti. Festivalin son günü anlattı. Meğer festival öncesinde konuk sanatçıları, ülkelerinin temsilcileriyle görüşüp davet etmişler. Türk konsolosu “Kürt-Alevi bir şairi Türk devleti adına burada karşılamamı nasıl beklersiniz!” demiş. Bei Dao’nun ekibi de gittiklerine pişman, şoke halde ayrılmış. Bunu öğrenince konsolosun kim olduğunu sordum. Meğer o sırada merkeze alınmış. Bu alınmanın göreviyle ilgili olduğunu sanıyorum. Keşke ırkçılığından dolayı merkeze alınmış olsaydı! Çünkü bu süregelen bir zihniyet, gizli bir ırkçılık. Türkiye’nin en temel sorunu, üzerine kurulduğu topraklardaki kültürü temsil eden kimlikleri dışlamış olması. O kimliklerin merkezde yer bulamaması. Bu hariciye gibi yerlerde daha net ortaya çıkıyor. Vitrindeki kozmetik düzenlemeler de durumu kurtarmıyor!

KİTAPTAN...

Haberin Devamı

Tacirler eski bir pazarda
Kehribar ve akik sattıklarında
Kaplanların gözleri parlar.
Ve parmakta taşınan renk bir kapı olur
Her şeye açılan.
Bir parmakta taşınan yüzük
Gizlediği zehir ve istekle
Sonsuzlukla tamamlanır.
(Âdem’in Yalnızlığı’ndan: Dördüncü Gece, ikinci bölüm)

 

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!