Çilingir sofrasında üç ünlü karikatürist

Güncelleme Tarihi:

Çilingir sofrasında üç ünlü karikatürist
Oluşturulma Tarihi: Kasım 19, 2005 00:00

Karikatür ve mizah dünyasının ağır topu Metin Üstündağ ve ağır top olmaya en kuvvetli iki namzet Selçuk Erdem ve Erdil Yaşaroğlu ile birlikte Balat’ın kendini yenilediği yıllarda, kapısını ilk açan restoranlarından birinde, Cibalikapı Balıkçısı’ndayız. Masada tek eksik, sacayağının dördüncü ismi Bahadır Baruter. Onlar her ne kadar kendilerini sözle değil, çizgiyle ifade eden insanlar olsa da biz çilingir sofrası muhabbetimize koyulduk, en çok da tabii ki karikatürden konuştuk.

İlk söz Met-Üst’ün yani Metin Üstündağ’ındı:

‘Ben içki içmeye yanan Galata Köprüsü’nün altında alıştım. O zaman milli içki, bira ve tuza banılan can erikti. Öyle içmekten bir halt anladığımızdan değil ama Erkin Koray ve Nuri Kurtcebe öyle içince, vardır bir hikmeti diye biz de başlamıştık. Sonra bir ekol oldu. Köprü altında bir köfteler satılırdı, taş gibiydi. Kavgada çok güzel lojistik olurdu. Pişmiş Kelle ve Lombak ekibi buradaki gruplardan çıkmıştır. Aylık çıkan Hayvan ve Lombak dergilerini bitirmek için, bir hafta geceli gündüzlü çalışırdık. Sonra soluğu Yakup ya da Refik’te alır rakı içerdik. O da kesmiyorsa bir hafta Çatalca’da Şile’de gidip oralarda içiyorduk.’

Şimdi çıkardıkları Penguen Dergisi eğlencenin, daha doğrusu İstanbul hayatının tam merkezi Beyoğlu’nda olunca, bazen karikatürler masada çizilmeyi beklerken, onlar kaytarıp eğlenceye gidiyormuş.

KARİKATÜRCÜLER ÇEKİNGEN ÇOCUKLARDIR

Bugüne kadar tanıdığım karikatürcülerin hepsi, çok konuşmayan kendilerine dönük insanlardı.

Muhteşem hayvan karikatürleriyle bize hayvanlardan ne çok malzeme çıkabileceğini gösteren Selçuk Erdem de masada çok konuşmuyordu.

Mizahçıların niye böyle olduklarını ise şöyle anlatıyordu:

‘Karikatürcüler çekingen çocuklardır. Ama kendi aramızda çok farklıyız. Birbirimizi çok iyi anladığımız için ortak dil konusunda sıkıntı duymayız. Bir kompozisyonumuz vardır ama dışarıda bu kompozisyonu bulamayınca çok konuşmayız’.

Metin Üstündağ da Selçuk Erdem’i destekliyor:

‘Biz konuşurken birbirimizin ne demek istediğini, leb demeden leblebiyi anlarız. Ama dışarıda bunu bulamıyoruz. Biz bu işi yaparken çok çıplağız. Hiçbir meslekte karikatürcülük kadar çıplak olamazsın. Karikatürde ne kadar çıplak olursan o kadar iyi olursun.’

KARİKATÜR BİR ERGENLİK SANATIDIR

Erdil Yaşaroğlu, karikatürcülerden neredeyse bir melek topluluğu gibi bahsediyor:

‘Bizde diğer meslekler gibi kulis olmaz. Her şey ortadadır. Benden daha iyisi çıkmasın diye kötülük yapılmaz. Zaten yapılsa bile nereye kadar, iyi olan kendini gösterir’ diyor.

İyi de bu işin hiç çekişmesi, kıskançlığı, yenilere yenik düşmenin endişesi yok mudur gerçekten?

Masadaki diğer ikilinin ‘abi’si Met-Üst kendi adına şu cevabı veriyor:

‘Ben varken Can Barslan, Gani Müjde vardı. Sonra Erdil ve Selçuk çıktı. Şimdi Yiğit var. Ben bunları rakip değil, zenginlik olarak görüyorum. Ben de onların hepsiyle birlikte kan değiştirdim. Erdil, Selçuk ve Bahadır bakış açılarımı değiştirdi. Karikatür çok naif bir sanattır. Bir ergenlik sanatıdır. Selçuk bir öküzün düşünebileceğini, Erdil sinsi hisli çocuklar olabileceğini gösterdi.’

ESKİŞEHİR’DEN İSTANBUL’A

Selçuk Erdem karikatürcülerin dünyasına Eskişehir’de henüz bir lise öğrencisiyken katılmış. O zamanlar yayınlanan Limon Dergisi’ne karikatürlerini gönderir, arada bir karikatürleri yayınlanırmış. Limon’un o zamanlar çömez karikatürcüleriyle ilgilenen ismi, Metin Üstündağ’ın tabiriyle şimdiki gençlerin NTV sunucusu zannettikleri Gani Müjde’ymiş.

Metin Üstündağ ve Gani Müjde imza günü için bir gün Eskişehir’e gittiklerinde, Selçuk Erdem elindeki kitabı imzalaması için Gani Müjde’ye uzatıp, ‘Selçuk’ demiş. Gani Müjde de gönderdiği karikatürlerden ismine aşina olduğu için ‘Selçuk Erdem mi’ diye sormuş. Selçuk Erdem’in isim soyadıyla anılması işte böyle olmuş. O günü hep birlikte geçirmişler ve Erdem 18 yaşına gelince İstanbul’a gelip bu ekiple birlikte çalışmaya başlamış.

HOBİMİZİ YAPIYOR ÜSTÜNE PARA ALIYORUZ

Penguen’in hálá en disiplinlisi Metin Üstündağ. Karikatürlerini en önce o teslim edermiş.

Erdil Yaşaroğlu da disiplinliymiş ama şimdilerde o da geciktiriyormuş.

Karikatürlerini en son teslim eden ise Selçuk Erdem’miş.

Peki karikatürden iyi para kazanılıyor mu? Erdil Yaşaroğlu, ‘Çok kazanılmıyor ama daha ne olsun hobinizi yapıyorsunuz ve birileri size para veriyor’ diyor.

Derginin kapağında, o hafta gündem konusu neyse, ya da en çok neye sinir oldularsa onu çiziyorlar.

Meselá bu hafta kapak konusu ‘Derin Devlet’. Espri bulunduktan sonra kimin çizgisine uygunsa onun çizmesine karar veriliyormuş. Erdil Yaşaroğlu ise başka bir tüyo veriyor: ‘Bakma aslında kim boşsa ona kakalıyoruz’.

HANGİSİ NEYİ İYİ ÇİZİYOR?

Kapakta hayvan çizilecekse Selçuk Erdem, çocuk çizilecekse Erdil Yaşaroğlu, insanlar yataktaysa Pazar Sevişgenleri’nden sabıkalı Metin Üstündağ, insanlar yatak dışında başka şeylerle uğraşıyorsa Bahadır Baruter.

CEM YILMAZ ANLATMAYI SEÇTİ

Cem Yılmaz’ın Leman ekibinden çıkan bir karikatürcü olduğunu bilmeyen yok. Peki aynı ekolden bir daha Cem Yılmaz çıkar mı? Erdil Yaşaroğlu, ‘Cem, anlatarak daha komik olduğunu düşündüğü için çizmek yerine konuşmayı seçti’ diyor. Metin Üstündağ ise, ‘Hepimiz bir araya gelsek biz de güldürürüz. Ama bunu ikinci gece yapamayız. Cem bu konuda profesyonelleşti’ diyor.

DAVASIZ KARİKATÜRİST OLUR MU?

METİN ÜSTÜNDAĞ: Başbakan, Musa Kart’ın kedili karikatürünün davalık olması üzerine çizdiğimiz Tayyipler Alemi kapağımız için bize dava açtı. Sonra Kültür Bakanı Atilla Koç da bir yazımızı yanlış anladığı için o da bize dava açtı. Erdil arka sayfada çiziyordu ama o hafta arka sayfada çizmeyecekti ve ben de hazır arka sayfa boşken, siyasi bir şeyler yazayım dedim. O yazı arka sayfada değil de iç sayfada yayımlansaydı onların göreceği falan yoktu. Mansur Şebboy adıyla oyalamacı bakanları anlatan bir yazı yazdım. Geçmiş hükümette de Osman Durmuş vardı. Yani gündemi aslında başka bir şeyken, gündemi değiştirecek bir bakan mutlaka oluyordu. Buna da oyalamacı bakanlar dedim. Direkt Atilla Koç’a yönelik bir şey değildi. Ama o üstüne alınmış, olmayan birine, Mansur Şebboy’a dava açtı. Mansur Şebboy’un fotoğrafını Almanya’dan getirilen bir katalogdan seçip koymuştum. Sonra Başbakan Erdoğan’ın bizi dava etmesiyle bir Alman gazeteci bizimle röportaja geldi. Mansur Şebboy’un fotoğrafını görünce, ‘A bu bizim meşhur stand up’çımız’ dedi. Mansur Şebboy, meğer Almanya’nın tanınmış bir stand up’çısıymış. Şimdi şeytan diyor ki, o adamı duruşmaya Mansur Şebboy olarak çağır!

SELÇUK ERDEM: Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, dava dilekçesinde Tayyipler Alemi kapağımız yüzünden acı, elem ve ıstırap içinde kaldığını yazmış. Şimdi gözünüzde bir canlandırın. Başbakan eline bir Penguen dergisi alıyor, kapağı görünce yatağa atlayıp ağlıyor acı, elem ve ıstırap duyuyor. Bunu böyle düşünmek bile çok komik.

ERDİL YAŞAROĞLU: Başbakan’ın bize açtığı dava Ankara Asliye Ceza Mahkemesi’nde görülüyor. İlk duruşmaya gittim, baktım Tayyip Bey yerine avukatları gelmiş. O gelmiyor diye ben de gitmedim. Halbuki ben kendisinden imza alacaktım!
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!