Bir Erol Büyükburç röportajı

Güncelleme Tarihi:

Bir Erol Büyükburç röportajı
Oluşturulma Tarihi: Eylül 15, 2003 19:21

Türk müziğinin kült isimlerinden biridir, Erol Büyükburç. Türk sineması için bir Cüneyt Arkın neyse, Türk popu için odur. İlk gençliğimizde, müzikle tanışmamızda önemli bir yeri vardır. Ajda Pekkan gibi. Yener Süsoy’un yaptığı röportajı keyifle okurken, hakkında herşeyi bildiğimi zannettiğim Erol Büyükburç’u aslında ne kadar az tanıdığımı fark ettim utanarak.

Haberin Devamı

Mesela...

Meseladan önce, Yener Süsoy’un (sayfanın sol değil, nedense, Arap gazeteleri gibi, ısrarla sağ sütundan başlayan) röportajının giriş cümlesi.

Erol Büyükburç’u istediğiniz kadar sevmeyin, nefret edin, dinozor deyin, yine de onun ‘Türkiye’nin ilk pop starı olduğu gerçeğini değiştiremezsiniz.”

Erol Büyükburç’u sevmeyen ölsün, diyerek röportajı yüksek sesle okuyorum.

Erol Büyükburç 1936 doğumluymuş, 1960’lı yıllarda sahneye çıkmış. Öncesini hatırlamadığım için, ilk star mıydı, ikinci miydi tartışmasına giremeyeceğim. (Buna karşılık, Ajda Pekkan’ın “süperstar” oluşunu bugün gibi hatırlıyorum. Elimize süperstar oldu Ajda Hanım. Ardından “mega” Tarkan geldi, “cigastar” henüz bekleniyor.) O günleri iyi hatırlıyorum, o günlerin Erol Büyükburç’unu da iyi hatırlıyorum, çünkü, Yener Süsoy’un da dediği gibi, “Galiba saçları hem gürleşmiş, hem siyahlaşmış, şakaklar hariç” yani bu açıdan pek değişmedi son 40-45 senede. Bu sebeple tanıması kolay. (Süsoy’un bir sonraki cümleden maksadını anlamadım: “Kim bilir belki o da bir gün, saçlarını usturaya vurdurup rahat eder!” Ne yani, Büyükburç’un saçlarıyla bir sorunu mu var ki? Anlamadım ya, neyse...)

Saçtan yana bir sıkıntısı olmayabilir, ama Büyükburç’un panik atağı varmış, bizim Serdar Turgut gibi. Allah benzetmesin! Allah benzetmesin, diyorum çünkü, Büyükburç sevgili eşi kollarında can verince yakalanmış bu illete. Deli gibi sevdiği karısını (“Son gününe kadar ne elini bıraktım, ne de gönlünü”) kaybettikten bir yıl sonra tanışmış, şimdiki nişanlısı Ute Hanım’la. O bir yıl, bu panik atak yüzünden epey sıkıntılı geçmiş.

Ute Hanım’a da fena halde aşık, belli ki, röportajda nişanlısını öve öve bitiremiyor. Ute Hanım da becerikli kadınmış hani; baksanıza, çok güzel pasta yaparmış, olağanüstü terziymiş, bütün bu el becerilerinin bir insanda toplanması yetmezmiş gibi, Allah onu çok usta bir ... marangoz da yapmış üstelik. Bu bir erkek için ne nimettir, bir düşünsenize. Ute Hanım (Büyükburç söylüyor) önce bir dolap yapıyormuş elcazlarıyla, sonra içine koyacağı elbiseleri dikiyormuş. Bir de kendimi düşündüm. Önce bir dolap alacaksın dünyanın parası, ya kendin monte edeceksin, ya bir marangoz bulacaksın, sonra tomarla para verip, elbise alacaksın... Bir sürü masraf. Ha, unutuyordum, Ute Hanım aynı zamanda iyi bir müzikologmuş da. Ayrıca, üstelik, ve de iyi bir triatloncuymuş. Ben, böyle birçok marifeti olan insanları kıskanırım biraz... Bende doğru dürüst bir tane bile olmadığı için!

MİZAÇ OLARAK EROTİK

Bir de anlayamadığım bir husus daha oldu bu röportajda. “Ben mizaç itibariyle erotiğim” diyor Büyükburç. Çakozlayamadım. Herhalde “mizaç itibariyle erotik olmak” iyi bir şey olsa gerek, çünkü “... bu da Allah vergisi, doğuştan yapım böyle” diye ekliyor. Örnek olarak da, annesinin götürdüğü kadınlar hamamını anlatıyor. Hamamda kadınları seyretmek çok hoşuna gidermiş, annesinin kabul gününe gelen kadınlar küçük Erol’dan hoşlanırlarmış. (Turgut Özal bu lafı fena saptırdı. Burada küçük dediğim Erol Büyükburç tabii ki. Başka tarafa çekmeyin.) “Çoğunun gözlerimin içine bakıp iç çektiklerini bilirim, çok enteresan” diye ekliyor. Annesinin arkadaşları 7-8 yaşında bir oğlan çocuğuna sulanmayacağına göre, maalesef Yener Abi sormamış, Büyükburç epey ileri bir yaşa kadar annesiyle kadınlar hamamına gitmiş, anlaşılan.

Kaç yaşında olduğunu belirtmemekle birlikte, kadınların niye kendisinden bu kadar etkilendiğini de söylemiş. Sadece fizik yeterli değil tabii, ben de tahmin etmiştim. “Çok anlamlı bir yüzüm olduğunu zannediyorum, belki de o anlamı benim beynim oluşturuyor” diyor. “Eğer ruhsal donanımı olmayan, hamşot bir adamsan, ne kadar güzel bakarsan bak (Ben daha güzel bile bakamıyorum ki anasını satayım...) hiçbir kadını etkileyemezsin. Kadın ateşlenmek, uyarılmak ister. Karşısına benim gibi uyarıcı bir adam çıktığı zaman hoşlanır. Bunun yakışıklılıkla hiçbir ilgisi yok. Bu tamamen erotik performansla ilgili. (Yener Abi, Allah müstahakını versin inşallah. Serdar’ın bütün ümitlerini suya düşürdün. Yaşım 45’i geçmiş, saçımı boyatır, burnumu kaldırtırım ama... bu yaştan sonra bakışımı güzelleştirip, erotik performansımı arttıramam ki. Bir röportaj yaptın, benim bütün teneşir paklama hayallerimi yıktın be...)

Yıkıldım çünkü sonradan böyle olmanın imkanı da yokmuş baksanıza, erotik performans genetikmiş. “Bende bu özellik genetik, doğuştan geliyor, sen istediğin kadar başkalarını taklit et. Bu özellik sende ya var, ya yok, ortası yok” diyor. Yani s.çtık!

DERİNLİKTEN YARARLANMAK

Konu kadınlar hamamından açıldığı için bunları anlatıyor Büyükburç, yoksa dediği gibi “Elbette yalnızca kadınlara bakmadım, bütün renkli insanlara baktım, hepsinin derinliklerinden yararlandım.”

Yani benim hiç ama hiç mi hiç şansım yok... Ben daha kadınlar konusunu bitiremedim ki sıra diğer renkli insanların derinliklerine gelsin! Böyle “loser” olmamın tek sebebi de (genleriyle bana kâfi miktarda erotik performans aktaramadı diye, sadece babamı suçlamam da haksızlık olur...) mizaç itibariyle erotiksiz olmam değil. “Önce içinde tüm evreni (1) tüm insanlığı kapsayacak derinlikte enerji olacak insanda” diyor Büyükburç, “Belli bir vizyonun olacak. Ben belli çıtayı çoktan aştım, bu işin olimpiyatı varsa ben altın madalyaları kazanmışım arkadaş. (Bense, çıtayı beşinci denemede de devirince, diskalifiye oldum.)

Ama Erol Büyükburç’un son bir cümlesi var ki, beni tamamen umutsuzluğa kapılmaktan, panik bir atağın tecavüzüne uğramaktan kurtarıyor. (Sinan Tanyıldız bugünkü yazısında “Çocuklara başarılı insanların başarı öykülerini okutun” derken, söylemek istediği tam buydu işte. Amerikalılar’ın sakses stori, dedikleri türden...)

“Ben Türkiye’nin en büyük devrimcilerinden biriyim, ama hiçbir zaman kana bulaşmadım.”

Serdar Devrim olarak benim de kana bulaşmadan bir devrim attırmam mümkün olabilir demek ki, kalan süre içinde. (Son günlerde bir kan lafıdır gidiyor ya, hayırlısı. Önce regl konusu, ardından Perinçek’in maddî oğluyla Türkeş’in manevî oğlu arasındaki kan kardeşliği, şimdi de bu...)

AZ SONRA

Röportajın devamı salı günü. Bu sefer de, yine kendimde eksikliğini hissettiğim bir başka meziyetten, “vizyon derinliğinden” bahsedecek Erol Büyükburç, okumak için heyecanla bekliyorum.

Haberin Devamı


(1) Bazı kavramlar, bazı kelimeler vardır ki, insanın kaderinde önemli bir yer tutar.  Anlaşılıyor ki Büyükburç’un uğurlu kelimesi de EVREN. İçinde tüm evreni kapsayacak derinlikteki enerjisi sayesinde 70’ine yaklaşan yaşına rağmen (Allah ömür versin, bakmayın siz öyle sırım gibi oluşuna, 67 yaşındaymış bütük usta) “Benim için yarış bitmedi, ölünceye kadar yarışa devam edeceğim” diyebiliyor Büyükburç. Aynı şekilde, Ute Hanım’la nişan yüzüklerini bir başka evren, Kenan Evren takmış. Bir arkadaşı sürpriz yapmış, nişan yüzüklerini taksın diye Kenan Evren’i davet etmiş. Çünkü Büyükburç’un kızının adı Evren, Ute Hanım’ın oğlunun adı da Kenan imiş... Büyükburç, “Arkadaşım Kazım Bey bize onurlu bir sürpriz yaptı” diye anlatıyor o güzel günü.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!