Ben de çok iddialı değilim yani baktım, Tarkan benden çok satıyor

Güncelleme Tarihi:

Ben de çok iddialı değilim yani baktım, Tarkan benden çok satıyor
Oluşturulma Tarihi: Ocak 06, 2008 00:00

En acayip ve etkileyici cümleyi röportajın sonlarına doğru söyledi: "Ben bu albümde anlattığım gibi bir adamım. Yumurtadan yeni çıkmış, şeffaflığından iskeleti görünen bir balık gibi." Arta Kalan Zamanda diye bir albüm yaptı Ertuğrul Özkök. Rec by Saatchi’den çıktı. Hayatına belli zamanlarda dokunmuş, kendi deyimiyle yaralarını bulup çıkaran, zaaflarının üstüne giden, onu meydan okumaya teşvik eden 15 aryayı derledi. Her biri için bir yazı ve gençliğinden bir fotoğraf ekledi. Albümü dinlerken Bach, Handel, Delibes, Puccini, Mahler eşliğinde başka bir dünyaya geçip kendi hikayenizi yazmaya koyuluyorsunuz. Özkök’le aryaların kimyasını ve müziğin onun için anlamını konuştuk.

İlk aryanızı 30 sene önce bir sinema gişesinin önünde beklerken dinlediniz ve aşık oldunuz. Evinizde, ailenizde böyle bir klasik müzik kültürü var mıydı?

- İzmir’deki evimde klasik müzik dinlenmezdi. Annem Türk Müziği, babam tango dinlemeyi severdi. Yoyo diye bir parça vardı, hep onu söylerdi. O zamanlar 78’lik plak çalan müzik dolabı diye bir aletimiz vardı. İlk aldığım 78’lik plaklar Erol Büyükburç’un Little Lucy parçası ve Paul Anka’nın Diana’sıydı. Sonra 45’lik dönemi geldi. Babam
/images/100/0x0/55ea6035f018fbb8f87be5b4
Almanya’dan bana üç plak getirdi. Bir tanesi Ricky Nelson, bir tanesi Elvis Presley, bir tanesi de Hawaii Tatoo diye bir şey. Ne alakaysa onları getirmişti. Hepsini çok bayılarak dinlemiştim. Daha sonra Grundig TK 24 marka bir teyp almıştım.

Böyle modeliyle mi kayda geçiyor müzik cihazları sizde?

- Bizim dönemin insanlarının hepsi teyplerinin modelini bilir. Çünkü o teyplerle mahallede çok hava yapardık.

O zaman pop müzik hastası mıydınız?

- Hem de nasıl. Bizim Kanat’ın (Atkaya) aynısıydım. Her şeyi çok iyi takip ederdim. Korsan bir radyo vardı, onu dinlemek için gece yarısı dama çıkıp anten kurardım. İngilizce’yi de pop müzik aşkına, Billboard dergisini okuyabilmek için öğrendim zaten. O dergilere bakarak hiç dinlemediğim parçaların listelerdeki sırasını ezberlerdim. Mesela Rolling Stones’un Little Red Rooster’ı... Biliyorum ki ortalığı kasıp kavuruyor fakat nasıl bir parça fikrim yok. Senin bu hisleri anlamana imkan yok tabii. O şarkıyı dinleyebilmek için neler yaptım...

Neler yaptınız?

- İzmir Kordon’a bir İngiliz öğrenci gemisi gelmişti. Sadece 8 saat kalacaktı. Orada bir kızla tanıştım, dolaştım.
/images/100/0x0/55ea6035f018fbb8f87be5b6
Akşam oldu dönecekler, tam kız merdivenlerden çıkarken ağlamaya başladım. Çok özendim çünkü onlara. Gemiyle geziyorlar, Beatles, Stones, Animals dinliyorlar. Bambaşka bir dünyaya doğru gidiyorlar ve biz burada kalıyoruz. Çok koydu bana, çok hüzünlü bir andı. Dedim ki kıza "Bir saniye, Stones’un Little Red Rooster parçasını biliyor musun?" Biliyorum, dedi. Mırıldansana dedim. Kız merdivenin altıncı basamağında durdu ve bana bağıra bağıra Stones söyledi. O sahneyi hiç unutamam.

Arya, her insanın içindeki ötekinin en egoist dostudur, diyorsunuz. Ne demek bu?

- Arya çok egoist bir müzik, başkalarıyla beraber dinleyemiyor insan. Ya yanında tek bir özel insan olacak ya da yalnız olacaksın. Ben konserde bile zevk almıyorum. Çünkü yalnızlığın müziği; güzelliği de orada zaten. Kendini asla teslim etmeyen ama insanda hep ona sahip olma duygusu veren bir iddiası var.

VÜCUDUNUZDAKİ KANAYAN YERİ DEŞİFRE EDER

Aryalarla en yoğun temasınız hayatınızın hangi evresine rastlar?

- 12 Eylül 1980 harekatından sonra oldu. Hayatımın her şeyi değişti, kurduğum bütün planlar bozuldu. Bir yaz tatiliydi, eşim de uzaktaydı. Mahler’in Ölmüş Çocuklar Şarkısı’nı dinlemeye başladım. O zaman fark ettim ki bu müzikte insanın yaratıcılığını artıran bir şey var. Bir yandan da tehlikeli. İnsanda bir zaaf varsa arya o zaafı çok çabuk deşifre ediyor.

Nasıl bir zaaftan söz ediyorsunuz?

- Mesela herhangi bir şeye karşı bir tutkunuz var. Arya, onu agrandize ediyor, büyütüyor. Aşıksan daha çok aşıksın. Vücudun bir yerden kanıyorsa orayı yakalıyor. Biraz da vahşi bir yanı var aryaların o bakımdan.

Albümün tamamında bir yalnızlık güzellemesi var. Hiç de fena bir şey değildir yalnızlık mı diyorsunuz?

- Yalnızlığı hep çok sevdim. O yüzden kalabalık gecelerde sıkılıyorum. O türde bir insan değilim. İstiyorum, insanlarla olayım, eğleneyim filan ama olmuyor. Yaradılış işte.

Diyelim yalnızsınız, fonda Delibes’den Flower Duet aryası çalıyor. Bir iç hesaplaşma, buhran kapıyı çalmıyor mu?

- Oluyor, olmaz mı. Ama işte bu da insanın mazoşist tarafını besliyor. Birçok kişi bundan kaçar çünkü krize sokma ihtimali de yok değildir. Ama benim bünyem bunalımlara çok dayanıklıdır. O yüzden kaçmak yerine zevk alıyorum o anlardan.

FENERBAHÇE’YE CARLOS’UN GELMESİ GİBİ BİR ŞEY

Sizi biraz da kışkırtıyor sanırım...

- Her insan kendisinden bir efsane yaratarak, ötekilerden farklı görerek yaşayabilir. Yaşadığı acıları haklı çıkararak yaşayabilir. Arya bunu başarmak için birebirdir. Tam bir provokatördür. Dinleyene "Sen herkesten üstünsün ama kimse değerini bilmiyor" hissini verir. Her insanın kendini bir üst insan olarak hissetmeye ihtiyacı vardır. Bu faşistçe, ırkçı bir yaklaşım değil. Hele de insanın maddi ve manevi tatminleri yerinde değilse bu duygular ayakta kalmasına yardımcı olur. Arya, Fenerbahçe’ye Roberto Carlos’un gelmesi gibi bir şey. O nasıl takımı bir üst seviyeye taşıdıysa, arya da dinleyeni taşır.

Size bütün bu uç duyguları ancak yüksek sanat mı yaşatabilir yoksa her şeyi dinler, sever misiniz?

- Ruhum karmakarışık. Ve bence ruhu karmakarışık olan benim gibi birçok kişi var. Sadece klasik müzik dinlerim, sadece şöyle heykel severim demelerine inanmıyorum. Her insanın içinde en arabeskinden en gelişmişine kadar zevkler yelpazesi var. Mesela ben İzmir’de Kahramanlar’da doğdum ve Kahramanlar’ı hiç unutmadım. Bazen Kibariye’yi dinliyorum ve acayip zevk alıyorum.

Son yıllarda entelektüeller de Orhan Gencebay ve Müslüm Gürses’i bağrına bastı zaten...

- Ama benimki öyle bir fantezi, farklılık olsun diye değil işte. Hakikaten, damardan zevk alıyorum. Öğretim üyesiyken kamyonlara otostop çekerdik Beytepe’de. Ercan Turgut’un parçaları çalardı o kamyonlarda, çok beğenirdim. Kitsch’i severim ben. Mesela bazen bir Versace ortamındaki karmaşa ve arabesklik beni o kadar etkiliyor ki. Bunları bir tek ben itiraf ediyorum. Ama Türklerin en gelişmişi dahi arabeskle yaşar, söylemez. İkinci Yeni şiiri gırtlağına kadar arabesktir. Alın İkinci Yeni’den bir şiir, Doğuş’un şarkı sözlerinin yanına koyun, fark görebilecek misiniz bakalım. Sezen Aksu’nun şarkı sözlerinde de aynı tat vardır. Yani bizim ruhumuzda bunlar var. Zaten albüm için seçtiğim aryaların hepsi çok yüksek sanat ürünleri değil. Bazıları köylü şarkısı ama işte öyle bir söylüyorlar ki... Mahler de Kibariye de farklı biçimlerde aynı insanlık hallerini anlatıyorlar bana.

Niye bir pop ya da arabesk albümü yapmadınız da arya albümü yaptınız?

- Çünkü aryaların kalıcı müzik olduğunu düşünüyorum. Dayanıklı tüketim malzemesi bunlar. Dünyanın en sevdiğim pop şarkıları da olsa bir yerden sonra onlardan bıkıyorum. Aryalardan 30 yıldır hiç bıkmadım.

Ama Türk halkında gelişkin bir opera zevki olduğu söylenemez.

- E ben de çok iddialı değilim yani. Albüm 1 milyon satacak diye bir beklentim yok. Zaten baktım, Tarkan benden daha çok satıyormuş...
/images/100/0x0/55ea6035f018fbb8f87be5b8

BEN HÁLÁ O SİYAH BEYAZ RESİMLERDEKİ ADAMIM ASLINDA

Albümde muhteşem fotoğraflarınız var. Eski, genç, fırtınalı halleriniz. O fotoğraflara bakarken ne hissediyorsunuz?

- Gençliğimi çok güzel yaşadım. Hep avangard yaşadım, zamanımın önündeydim. O resimlerde insana en çok dokunan ne biliyor musun? Aslında içinde bir şey değişmiyor ama herkes sana değiştin diyor ve seni de inandırıyorlar. Antonioni’nin Blow Up filminin son sahnesinde hayali bir topla tenis oynayan tipler vardır. O topu öyle varmışçasına savururlar ki, en sonunda seyredenler de inanır. Ben hálá o siyah beyaz resimlerdeki adamım aslında,
/images/100/0x0/55ea6035f018fbb8f87be5ba
öyle yaşıyorum. Ama herkes bana o kadar çok "Sen değiştin, iktidar, güç odağı peşindesin" diyor ki ben de o
/images/100/0x0/55ea6035f018fbb8f87be5bc
görünmeyen toplarla oynamaya başlıyorum.

Peki Hürriyet’i yapan adamla, dolunaya karşı o aryaları dinleyen adam ne kadar farklı?

- Aynı adam tabii ki. Ben o kadar açık ve düz bir adamım ki. İnsanlara sahici olduğumu anlatamadım. Kendimle ilgili kötü şeyleri de saklamadım. Ne küçüklüklerimi, ne korkularımı... Ama ben Hürriyet’le beraber değerlendiriliyorum. Bunu da anlayabiliyorum. Çünkü genel yayın yönetmeni olmadan önce Hürriyet’le ilgili benim de kafamda efsaneler vardı. Sonra o efsanelerin, komplo teorilerinin hiçbirinin gerçek olmadığını anladım. Burası normal bir gazete ve burada normal insanlar çalışıyor. Şimdi de bir deccal gibi burada oturduğumu düşünüyorlar. Halbuki ben bu albümde anlattığım gibi bir adamım. Yumurtadan yeni çıkmış, şeffaflığından iskeleti görünen bir balık gibi.

BİR KADINI CALLAS GİBİ EFSANELEŞTİRİRSEM ÖNEM KAZANIR

Bir erkeğin bir kadında ne bulduğunu anlamak çok zor ve karışık bir şeydir. Kadının fiziki güzelliği, cinsel cazibesi çok önemli şeyler tabii ama bir kadının hayatımda önemli olması için onu kendi ellerimle sinematografik bir efsane haline getirmem gerekir. Callas’ı o hale getirdim. Dışardan baktığınızda klasik anlamda belki çirkin denilebilecek bir kadın ama benim için bir efsane işte.

YÜCELTEBİLİRSİN DE KÜÇÜMSEYEBİLİRSİN DE

Görme engelliler için yazdığım metinleri Kenan Işık okudu. Ercan Saatçi o kadar güzel ayarlamış ki aradaki müzik geçişlerini. Çok dramatik olmuş. Birileri çıkıp buna Sezen Cumhur gibi olmuş da diyebilir, İbrahim Sadi’nin şiir okuması da diyebilir. Çok yüceltebilirsin de, çok küçümseyebilirsin de. Bakış açısına bağlı. Ben Sezen Cumhur’u çok severim. Bunu da sevdim.

ÖZKÖK’ÜN IPOD’UNDAKİ TÜRKÇE POP

Türkiye’de ilk iPod kullananlardan biriyim. Şimdi iTouch’a geçtim. Tabii ki içinde sadece aryalar yok, bir yığın da Türkçe pop var. En çok Sezen Aksu var. Sonra Aşkın Nur Yengi, Ajda Pekkan, Kayahan, Ercan Saatçi’nin Kara Kışlar’ı, Burak Kut’un Sonbahar’ı, Fatih Erkoç, Yıldız Tilbe, Ferda Anıl Yarkın, Kenan Doğulu, Serdar Ortaç, Erol Evgin, İlhan Şeşen, Deniz Seki, Cem Adrian... Uçak yolculuklarında dinliyorum en çok. Bir de her seyahate çıktığımda iPod’un bağlandığı küçük hoparlörleri de mutlaka bavuluma koyarım.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!