Başbakan Erdoğan’a Napa Vadisi rehberi

Güncelleme Tarihi:

Başbakan Erdoğan’a Napa Vadisi rehberi
Oluşturulma Tarihi: Temmuz 08, 2005 00:00

Tamam şarap içmeyecektir biliyoruz ama Tayyip Erdoğan hazır San Fransisko’ya gitmişken bir gününü de Napa Vadisi’ni gezmeye ayırsa keşke. Yeni dünya şarapçılığının başkenti olan Napa’yı gezerse hükümetinin astronomik vergilerle kökünü kurutmak istediği Türk şarapçılığının, gölge etmezlerse nerelere gelebileceğinin örneğini görür de insafa gelir belki. İşte bu amaçla Başbakanımız için yarım günlük, kısa ama tam da amacına uygun bir Napa rehberi sunuyorum...Opus One: Napa’dan çıkıp vadi boyunca kuzeye doğru ilerleyip, Oakville’e varınca sağda ABD’nin en saygın şarap markası Opus One’ın şatosu var. Opus One tek bir tür şarap yapıyor. Adı da buradan geliyor. Opus One’ın şarabı kadar şarap evinin mimarisi de çarpıcı. Scott Johnson imzalı huzur veren bir tapınağı andıran ilginç yapı, şarap içmeyenler için bile görmeye değer. Tabii şarap içenler 25 dolar karşılığında Opus One 2001’i tadabilir, 160 dolar karşılığında bir şişesine sahip olabilirler.Niebaum Coppola: Opus One’ın biraz ilerisinde, Rutherford’a gelmek üzereyken solda ünlü film yönetmeni Francis Ford Coppola’nın şarap evi var. Coppola burayı köklü bir şarap üretici ailesi olan Niebaum’dan, Baba filminden elde ettiği gelirle satın almış. Şatoda küçük bir müze ve zengin bir şarap butiği hizmet veriyor. Niebaum Coppola, diğer pek çok sektörde olduğu gibi şarapçılıkta da pazarlamanın ne kadar önemli olduğunu gösteriyor. Çok iyi şaraplar üretmesine rağmen ticari başarısızlığa düşen Niebaum’un, dünyaca ünlü bir isimle birleşince yakaladığı başarı grafiği Başbakanımız’ın da ilgisini çekecektir diye düşünüyorum. Şarap tatmak isteyenleri ise 15 dolar karşılığında şatonun kaliteli ürünlerinden beşi bekliyor. Tadımda kullanacağınız kristal bardak da hatıra olarak siz de kalıyor.V. Sattui: Kuzeye doğru devam edip, St Helena’ya varır varmaz sağda... Piknik alanıyla hemen dikkat çekiyor. V. Sattui’nin özelliği, ürettiği şarapları sadece şatosunda satması. Bunun için uyguladığı pazarlama taktiği ise tadımlarının ücretsiz olması. 20 kadar çeşide sahip şarap evinde, her gün rotasyonla değişen yedi, sekiz çeşit ziyaretçilere ücretsiz olarak tattırılıyor. Paralı tadım yaptıran şatolardan ellerini kollarını sallayarak çıkan ziyaretçileri, burada kolilerle çıkarken görmek sıradan bir manzara. V. Sattui’nin Tayyip Erdoğan’ın ilgisini çekecek yanı ise, çok zengin çeşitli gurme dükkanı. Peynir ve şarküteri ürünlerinin tadımı da ücretsiz.Üzücü türle yakın ilişkilerFilmlerde artık yeni bir şey bulamamaktan, şaşırtıcı ve etkileyici sahnelerle karşılaşmamaktan şikayet edenlerdenseniz Dünyalar Savaşıyor’u ne yapıp edin, vizyondan kalkmadan önce mutlaka sinemada seyredin. Tabii Ahmet Hakan Coşkun gibi değiştim demenize rağmen hálá bir takım önyargılarını üzerinden atamayanlardan değilseniz.Spielberg’in son filmi, başyapıt niteliğinde. ‘Er Ryan’ı Kurtarmak’tan sonra koltuğa en fazla çakıldığım film oldu. Spielberg’in 1998 tarihli olan bu filminde ilk 15 dakikayla sınırlı olan etkileyicilik, Dünyalar Savaşıyor’da ilk 15 dakikadan sonra başlıyor ve filmin sonuna kadar gittikçe şiddetlenerek devam ediyor.Dünyalar Savaşıyor’un Spielberg’in filmografisi içinde dikkat çeken bir başka özelliği ise, yönetmenin uzaylılarla dünyalıların karşılaşmasını anlatan üçüncü filmi olması. Uzaylıları ABD’nin dış ilişkilerine göre dost ya da düşman göstermek bir Hollywood geleneğidir. İngilizce ‘alien’ kelimesinin hem ‘uzaylı’ hem ‘yabancı’ anlamına gelmesinin de bunda payı vardır sanırım. Saldırgan ve istilacı uzaylılarıyla ‘Dünyalar Savaşıyor’; Spielberg’in uzaylıları dost gösteren ilk Hollywood filmi olan 1977 tarihli ‘Üçüncü Türle Yakın İlişkiler’inden ve çok insancıl bir uzaylı başkarakteri olan 1982 tarihli ‘E.T.’sinden yaptığı keskin bir dönüş niteliğinde.Spielberg, bu keskin dönüşün ABD’nin içinde bulunduğu dönemle ilgisini, filmin içinde kullandığı simgelerle bolca sergilemiş zaten. Filmin başında köprülerin havaya uçması karşısında küçük çocuğun bunu terörist saldırısı sanması, insanların yıldırım fırtınasının açtığı garip deliğin başını korkup kaçmak yerine merakla doldurması, kaçarken bir feribota binmeye çalışan insanlara görevlilerin ‘sakin olun’ çağrısında bulunması, sokakta uzayıp giden kayıp panosu, ‘Bir yakınını kaybettin mi?’ sorusu v.s., bunlar hep İslami teröristlerin İkiz Kulelere yaptığı saldırılardan kalan toplumsal anılar. Bu anılar filmde o kadar açık ve net simgelerle verilmiş ki, Ahmet Hakan Coşkun’un yaptığı gibi ‘Amerikan çocuksuluğunun ve basitliğinin izlerine kahkahalarla güldüm’ demek; ‘beynimde ur varmış’ diyen biriyle ‘Ha, ha, ha! Belliydi zaten son günlerdeki aptalca fikirlerinden’ diyerek dalga geçmeye benzer.Spielberg ‘Dünyalar Savaşıyor’la belki dost uzaylılar temasını bırakıp, Hollywood’un klasik istilacı uzaylılar temasına geri dönmüş ama filmi yine de klasik uzaylı istilacılar filmlerinden ciddi bir şekilde ayıran yeniliklerle bezemiş. Örneğin klasik uzaylı istilası filmlerinde, hep uzaylıların dünyanın farklı bölgelerine yaptığı saldırılar da gösterilir. Uzaylı istilasının dehşeti bu şekilde kolayca artırılır. Spielberg ‘Dünyalar Savaşıyor’da tüm istilayı kahramanın gözünden vermiş. Diyaloglar sayesinde uzaylıların dünyanın her yerine saldırdığı açıkça anlatılıyor ama dehşet sadece kahramanın tanık olduğu sahneler aracılığıyla yaşatılıyor. Ahmet Hakan Coşkun bu ustalık isteyen yöntemi de kavrayamamış ve ‘Amerikalılar dünya dendiğinde sadece Amerika’yı anlamaktadır. Çünkü filmde uzaylıların sadece Amerika’yı işgali var ve bu durum dünyanın işgali olarak yansıtılmaktadır’ eleştirisini getirmiş.Neyse sonuç olarak tavsiyem, bu filmi gerilim filmlerine özel bir antipatiniz ya da kültürel önyargılarınız yoksa kesinlikle kaçırmamanız. Kendinizi birkaç kez koltuğa yapışmış, ağzınızı birkaç kez açık kalmaktan kurumuş, çenenizi birkaç kez hayretten düşmüş, gözlerinizi birkaç kez faltaşı gibi açılmaktan yorulmuş bulacağınızdan emin olun.Not: Film günümüze uyarlandığı için senaryosuna konu olan H.G. Wells’in 1898 tarihli aynı adlı romanıyla doğal olarak neredeyse hiçbir ilgisi kalmamış. Bu nedenle henüz okumadıysanız H.G. Wells’in kitabını da zevkle okuyabilirsiniz. Ne kitap filmin, ne film kitabın tadını kaçırıyor.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!