Bana soğuk ve mesafeli diyorlar okey öyleyim

Güncelleme Tarihi:

Bana soğuk ve mesafeli diyorlar okey öyleyim
Oluşturulma Tarihi: Kasım 12, 2005 00:00

Altı yıl önce Teşvikiye’de bir apartmanın üçüncü katında açılan Buz Bar, bugün İstanbul’un en ünlü mekanlarından biri. Ama ortağı Lal Dedeoğlu (38) Buz’dan da ünlü. Çünkü güzel, çünkü cool, çünkü başarılı, çünkü Türkiye’nin en komik adamı Cem Yılmaz’la iki yıl sevgili oldu, çünkü medyadan kaçıyor, çünkü kaçtıkça kovalanıyor. Bu röportajı kabul etmesi de hiç kolay olmadı.

Buz’ların sayısını üçe çıkarmasını, Tepebaşı’nda ve Bağdat Caddesi’nde şube açmasını bahane ettik: ‘İşimle ilgili konuşmak garip gelmiyor. Okey ama Buz dışında haberlerimin çıkması çok garip... Beni Türkiye’de kaç kişi tanıyor Allah aşkına? Açılışlara giden, davetlere katılan bir durumumda yok üstelik. Bu ilginin nedenini bilmiyorum.’ O öyle diyor ama ona ilginin tek nedeninin Buz olmadığı da ortada.

Derler ki siz çok şahane misafir ağırlarmışsınız. Arkadaşlarınızı evde değil de barda ağırlamak için Buz’u açmışsınız. Doğru mu?

-
Kısmen doğru. Evet, ben ağırlamayı seven bir insanım. Arkadaşlarım sürekli gelip gider. İyi de ağırlarım. İnsanlar benim evde toplandıklarında eğlenirler. Eskiden buluşma noktası hep benim evim oluyordu. Ya da gece hep bende noktalanırdı. Bir mekan açma fikri böyle doğdu. Ama yaptığımız iş, evinde misafir ağırlamaktan çok farklı. Bazen 20 saat çalıştığımız oluyor. Çalışmadığım tek gün pazar. Buna rağmen o tek pazarımda bile arkadaşlarımı evde ağırlıyorum. Vazgeçmedim yani. İnsanların evime gelip yiyip, içip, eğlenmelerini çok seviyorum. Bu özellik bana babamdan geçti.

Sizin memleket nere?

- Trabzon. Benim hem baba, hem anne tarafım kuzeyli. Ege, Akdeniz hiçbir şey karışmamış bana. Bu özelliğimi seviyorum.

Nasıl bir evde büyüdünüz? Kaç kardeşsiniz? Anneniz babanız ne iş yapardı?

-
İki kardeşiz. Bir ablam var. İstanbul’da doğdum. Annem hayatta, babam değil. Annem mümessillik yapıyordu, babamın temizlik malzemeleri üreten bir fabrikası vardı.

Eğitiminiz?

- Ortaokul Hasan Ali Yücel, lise Dost Koleji’nde başladı, Ata Koleji’nden mezun oldum. Sonra da Mimar Sinan Üniversitesi Fotoğraf Bölümü’nü kazandım.

Küçükken ne olmak isterdiniz?

- Hiç düşünmedim ama benim ailemde sanata yatkınlık hep vardı. Ablam da akademilidir. Aslında bütün gençliğim çok ciddi spor yapmakla geçti. Profesyonel olarak hentbol oynadım.

Para kazandığınız ilk iş neydi?

- Çocukken resim yapıp, yazlıkta annemin arkadaşlarına satmıştım

İsteyerek mi fotoğrafçı oldunuz yoksa sürüklendiniz mi?

- İç mimari istiyordum. Ama fotoğrafı kazandım. Üzülmedim, memnuniyetle okudum. Çünkü fotoğraf bana daha uygundu. Fotoğrafçılığı seviyordum. Ama yalnızca fotoğraf çekmek isterdim. Görüşme yapmak, iş bağlamak zor gelirdi. Çok zor gelirdi.

Şu an yaptığınız işe bakarsak zor gelmese gerek. Hatta işin en kolay kıvırdığınız kısmının o olması lazım...

-
Evet ama yapamıyordum. Sadece fotoğraf çekmek istiyordum. Yaptıklarımı satmak zorunda olmaktan zorlanıyordum belki de.

Mezun olduktan sonra bir fotoğraf stüdyosu açtınız değil mi?

- Evet. Reklam fotoğrafçılığı yapıyorum. İsmi 333. Poz verirken dudaklar dolgun gözüksün diye 333 denir bilirsiniz. İsim koymak konusunda iyiyimdir.

Üniversitedeyken biri gelip size ‘Lal sen var ya ileride bar sahibi, işletmecisi olacaksın’ dese ona ne derdiniz?

-
Çok şaşırmazdım. Olabilirdi. Servis işini çok sevdiğim için yapabilirdim. Arkadaşıma ‘Neden olmasın gel şimdiden başlayalım’ derdim.

ETRAFIMDA HER ZAMAN KOMİK İNSANLAR VARDIR

Küçükken de böyle kaşlarınızı çatar mıydınız?

- Ben çatık kaşlı değilim ki. Hatta biz kendi aramızda çok güleriz. Etrafımda çok komik ve eğlenceli insanlar vardır her zaman. Ben çok gülerim. Tabii espri anlayışı insandan insana farklılık gösterebiliyor. Ama etrafta gülücükler dağıtan biri değilim. Kendi kabuğumda yaşarım hep. Duvarlarım vardır benim.

Bu cool duruş çok işinize yarıyor mu?

- Cool olarak tanınmaktan rahatsız değilim. Soğuk ve mesafeli diyorlar. Okey, öyleyim.

Mekanıma gelen insanlara güler yüz göstermek zorunda değilim diyorsunuz. Ama biz hizmet sektöründe güler yüzün şart olduğunu zannediyorduk...

-
Değil. Buz’a gelen müşteri bunu biliyor. Biz kimseyi sıkboğaz etmiyoruz. Ben evime gelen misafire de öyle davranmam. ‘Allah aşkına şunu ye, bunu iç’ diye sıkboğaz etmem. Annemden öyle görmedim ben. Hatta bazıları beklermiş o ısrarı. Ben beklemem. Hatta hoşlanmam.

Siz hálá en çok kendi evinizde mi eğleniyorsunuz?

- Evet. Her zaman. Benim için hayatta en keyif aldığım yer orası. Her gün akşamüzeri kızımla çay saati yapmak için eve giderim. Gece çıkıyorsam, gruptan ilk ayrılan ve koşa koşa evine giden ilk insan benim. Evim kalabalıktır. Köpekler, kediler, kızım. Çok gürültülüdür. Arkadaşlarım bende kalınca ‘Sen bu evde nasıl uyuyorsun’ der.

GÜZELLİK SIRALAMASI YAPILSA LİSTEYE GİREMEM

Güzelliğinizin farkında mısınız?

- Ay Allah aşkına böyle bir soru sorma. Yok öyle bir şey. Çok güzel insanlar var. Kendimi öyle bir konuma koyamam. Benim hayattaki duruşum insanlara güzel geliyor, öyle diyelim. İçimdeki bazı şeyler dış görüntüme yansıyor olabilir.

İnsanlar birbirine fısıltıyla söylüyor sizin ne kadar güzel olduğunuzu?

- Olabilir. İşte onlar beni bir bütün Lal olarak görüyorlar. Fiziksel özelliğimi kastetmiyorlar. Güzellik anlamında bir sıralama yapılsa ben listeye giremem.

Biricik Suden’in Türkiye’de en beğendiği kadın sizmişsiniz...

-
Bana da sorsanız Türkiye’nin en güzel kadını Biricik Suden derim. Gerçekten o öyle. O benim yakın arkadaşım. Körler sağırlar birbirini ağırlar gibi bir durum var mı acaba?

Saklanır gibi giyiniyorsunuz. Dekolteden uzaksınız. Mahsus mu yapıyorsunuz?

-
24 yaşına kadar çok iddialı giyindim. Bir yaştan sonra artık o iddiaları kendime ve yaşıma uygun bulmuyorum. Değişik olmaya gerek yok. Değişik olmak, gençlerde iyi durur. Ama doğru, giyinirken saklanıyorum. Bu durumun içinde gizli birtakım iddialar var. Detaylarda o yakalanabilir.

Görmesini bilene diyorsunuz...

- Yani.

Kilo alıp, kırışmaktan korkuyor musunuz?

- Çocukluğum bu korkuyla geçti. Annem şöyle der: ‘Sen yaşlanıyorum diye ağlamaya altı yaşında başladın.’ Yılbaşında ve doğum günlerimde mutlaka ağlarmışım. Bence bu çok nostaljik bir kişiliğe sahip olmamdan kaynaklanıyor. Bu duygu şimdilerde biraz azaldı. Nedenini bilmiyorum. Ama kırışmaktan ve yaşlanmaktan her kadın kadar tırsıyorum. Bunun için bir şey yapıyor musun dersen, hayır. Vücudumda diş de dahil olmak üzere hiçbir müdahale yok. Ama bu bir gün yaptırmayacağım anlamına da gelmez. Estetiği çok doğal karşılıyorum. Ama yaşlanırken de yaşlı olduğumun bilinmesini isterim. 50 yaşıma geldiğimde yüzümde kırışıklıklarım olsun istiyorum. Çünkü onlar yaşanmışlığın kanıtları, 50 yaşındaki bir kadın kırışıklıklarıyla güzeldir. 18 yaşındaki gibi görünmek için çabalamanın alemi yok.

Hangi konuda kendinize yüzde yüz güvenirsiniz?

- Güven.

Bu işin en sevdiğim tarafı yeni proje üretebilmek

Buz ekibinin en girişimci olanı, en çok proje üreteni siz misiniz?

- Öyle denebilir. Bu sezon üç ayrı yerde üç tane Buz açtık. Bu işin en sevdiğim tarafı yeni proje üretmek. Bir gün otururken ‘Galatasaray Ada’sında bir Buz açsak’ dedim. Herkes için ütopik bir fikirdi. Ama beş ayda bu fikri gerçekleştirdim. Zor bir projeydi. İzin almak, görüşmek, ikna etmek.

Ticaret yapabilmenizi neye bağlıyorsunuz?

- Genetik bence. Annem çok iyi bir iş kadınıydı. Bize sürekli ‘Her koşulda ayaklarınızın üzerinde durun, mutlaka çalışın’ derdi. Pratik olmak da çok önemli. Ama tabii bu noktada bir ayrım yapmak gerekiyor. Projeleri hayata geçirmekle, ticaret yapmak farklı şeyler. Ben yeni projeleri hayata sokuyorum ama her zaman başarılı olmuyorum. Galatasaray Adası çok ciddi yatırım gerektiren bir projeydi. Anlaşmayı iki yıllığına imzalamasaydık büyük zarar ederdik. Benimkisi biraz deli cesareti.

Kural şöyle: Fark yaratırsan başarılı olursun? Buz Bar neyi farklı yaptı?

-
Fark yaratmak önemli ama zamanlama daha da önemli. Biz altı sene önce doğru zamanda açıldık. Ve evet, birçok konuda fark yarattık. Yadırgayan da oldu, tepki gösteren de. Yirmi kişilik bir masanın etrafına herkesi birden oturttuk. Şimdi herkes yapıyor. Saat 17.00 ile 22.00 arasında parti yaptık. Her şeyden önemlisi mekanı bir apartmanın üçüncü katında açtık. Hiç reklam yapmadık, kapıya tabela koymadık. Kulaktan kulağa duyuldu. Altı sene önce barlar şimdiki kadar çok kokteyl satmıyordu. Buz’la başladı. Üstelik bütün bu yenilikleri birdenbire yaptık. Tamamen içgüdüsel ve tamamen çok amatör ruhlaydı. Buz’un bir yerde bir benzeri yoktur. Ama dünyanın dört bir yanında gördüğümüz mekanlardan izler taşıyor.

Buz’a nasıl insanlar gelir? En çok hangi meslek grubundan müşteriniz var?

-
Böyle bir ayrım yok. Bizim eğlencemiz herkes için. Eğelenmekten ve Buz’un tarzından hoşlanan herkes gelsin. Onun dışında A plus, B bişey gibi sınıflandırmalarımız olmaz. Gocuğunu giyen de gelsin, kravatlı bankacı da gelsin. Herkesin keyif alacağı bir mekan burası. 50 yaşındaki adam da, 20 yaşındaki kız da.

Buz Bar aynı zamanda bir sosyalleşme mekanı mı?

- Her mekan kadar. Burada tanışanlar oluyor tabii. Evlenenler ve sevgili olanlar da var. Çok var.

Buz’un bir felsefesi var mı?

- Yok. Daha doğrusu var da böyle tumturaklı bir anlatımla açıklanamaz. Çok büyütmemek lazım.

Buz’un ismini kim koydu?

- Ben. Hálá iki z ile yazanlar var. Sebebini anlamıyorum.

İTİRAZ ETSELER DE EN ÇOK TÜRKÇE’YLE EĞLENİYORLAR

İlk zamanlar hiç Türkçe yoktu. Vazgeçemediğimiz için gecede birkaç Ajda Pekkan çalıyorduk, o kadar. Sonra yavaş yavaş Türkçe müziğin dozunu arttırdık. Baktık ki iyi gidiyor, artık çalıyoruz. Ve şunu anladık. İnsanlar ne kadar itiraz da etsinler en çok Türkçe şarkılarla eğleniyorlar.

İNSANLAR KÜÇÜK MEKAN İSTİYOR

İstanbul gece hayatında bizim gibi mekanlara giden kişilerin sayısı 10 bini geçmez. Bu 10 bin kişi bizden ne bekliyor? Artık kimse büyük mekanlara gitmek istemiyor. Herkes küçük mekan, samimi ortam, sıcak eğlence istiyor.

O NEREYE GİDİYOR?

Balık için: Tarabya Kıyı ve Ahırkapı Balıkçı Sabahattin.

Kebap için: Nişantaşı Komşu

Köfte için: Arnavutköy Ali Baba

Tatlı için: Saray’da kazandibi ve Ülker gofret.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!