Güncelleme Tarihi:
* Haydi bakalım Malkoç-oğlu Bali Bey, bize biraz Çivit-oğlu Burak Bey’den bahset.
- Bizi Antep’te Çivit değil Çiğitoğlu diye tanırlar hâlâ.
* Yahu espri yapmıştım ama destekli atmışım anlaşılan. Anlat o zaman, kimlerdensin Çiğitoğlu?
- Dedemin dedesi Antep’te pamukçuluk yaparmış. Pamuğun içinde fıstık gibi çiğit denilen bir şey vardır, bizimkiler çıkardıkları çiğit yağıyla da ünlenince lakapları Çiğitzade oluvermiş. Çiğitzade daha sonra Çiğitoğlu oluyor ve soyadı kanununun ardından Özçivit diye devam ediyor.
* Eski pamuk tüccarısınız yani...
- Hem öyle hem değil. Dedemin babası Kurtuluş Savaşı gazisi. Antep harbinde savaştıktan sonra sakatlanıyor ve ömrü boyunca bacağının içinde saplı kalan şarapnelle yaşıyor. Onun lakabı da Karadayı. Neyse Karadayı sakat bacağıyla pek çok iş yapmayı deniyor ama ne denese bir türlü tutmuyor. Derken bir baklavacının yanında çırak olarak çalışmaya başlıyor.
* Ben de ayakkabı yapıp satmaya başlıyor diyeceksin sanmıştım.
- Çok fazla televizyon izliyorsun İzzet. Karadayı daha sonra kellecilik yapmaya başlıyor, ardından da kebapçılıkta karar kılıyor. Anlayacağın bizim ailedeki kebapçılık geleneğini başlatan dedemin babası.
ZEKİ MÜREN, DEDEMİN MÜŞTERİSİYMİŞ
* Karadayı’dan sonra deden mi devralıyor bayrağı?
- Aslında ilk başta Karadayı, dedeme “Sen bu işi yapma” diyor. Hâl böyle olunca dedem de kasap olmaya karar veriyor. Ama bakıyor ki kasaplıktan memnun değil, baba mesleği olan kebapçılığa dönüyor. İşte ne oluyorsa o zaman oluyor zaten. Etten iyi anladığı için dedemin yaptığı kebaplar herkesin diline düşüyor. Dedem öyle ünleniyor ki, ustabaşı olarak Ankara, İzmir gibi bütün büyük şehirleri dolaşıp maharetini sergilemeye başlıyor. Ama asıl hedefi İstanbul’a gelmek.
* Taşı toprağı altın tabii... Ama rekabet ortamı da cabası.
- Hangi rekabetten bahsediyorsun? Dedem 1950 yılında Antep’ten İstanbul’a göç etmiş. Bir tanıdığının vasıtasıyla ustabaşı olarak işe başlıyor, gel zaman git zaman Beyazıt’taki Bakırcılar Çarşısı’nda yerin iki kat altına inerek girilen bir dükkanda İstanbul’un ilk kebapçısını açıyorlar. Dedem o dükkanda günde 20 tepsi kadayıf, 1000 porsiyon kebabı tek başına yapıyor yıllarca.
* Dükkan kendisinin mi?
- Yok, o sadece ustabaşı ama işte İstanbul’un ilk kebapçısı dedemin kebaplarıyla açılmış. Aynı zamanda çok matrak bir adammış, şişleri göbeğiyle çevirirmiş. Zeki Müren dahil dönemin bütün sanatçıları gelir, onun kebaplarından yermiş.
* Ne zaman patron oluyor Karadayı’nın oğlu?
- Dedem öyle hırsları olan bir adam değilmiş. İlerleyen tarihlerde İstanbul’un karşı yakasına taşınıyor. İşte o zaman Anadolu Yakası’nın ikinci kebapçısını açıyor.
* Deden zamanın girişimci işadamıymış desene.
- Hem de nasıl. Çalışkanlığı da cabası. Antep’te 6 saatte 12 tane koyun yüzdürürlermiş ona. Dişiyle tırnağıyla devamlı çalışmış durmuş. Bugün görsen, elleri tutmuyor sürekli mücadele etmekten.
* Baban nasıl dahil olmuş bu kebap saltanatına?
- Anadolu Yakası’ndaki dükkanda çırak olarak başlamış babam işe. O günlerde bir de dedem 60-65 kadar aşçı arkadaşıyla birlikte İstanbul Lokantacılar Derneği’ni kurmuş. Kendisi emekliye ayrıldığında derneğin 35 binden fazla üyesi varmış düşünebiliyor musun? Ama dedem 51. üye olduğunu hep anlatır bize.
İNANMAYACAKSIN AMA ÇOK İYİ DÖNER KESERİM
* Saltanatın devam etmesinde kalmıştık.
- Dedem yaşından dolayı işi bırakınca dükkanı babam ve amcama devrediyor.
* Şehzade Burak’ı niye kebapçı tahta hazırlamadılar?
- Aslında küçükken yazlarımı bizim dükkanda geçirirdim. Ustanın yanından ayrılmaz, döner nasıl kesiliyor, kim ne yapıyor diye sürekli etrafı seyreder dururdum. Ama babam “Bizim meslek zor, sen git oku kendine yeni bir iş bul” dedi, kebapçı olmama izin vermedi.
* “İzin verseler kapacaktım tahtı” diyorsun...
- Tabii. Belki inanmayacaksın ama çok iyi döner keserim.
* Yine de babandan ambargoyu yedin ama.
- Eh biraz öyle oldu. Aile geleneğini devam ettirip kebapçı açmam bugüne kısmetmiş.
* Şöhretin meyvesini yemek de böyle olsa gerek...
- Kıvamı tutmazsa o kebabın, şişten dökülmesini şöhretim falan engelleyemez İzzet. Benim bu işe kalkışmamın birinci sebebi dedeme olan vefa borcumu ödemek. Kadere bak ki yıllarca ünlülere hizmet eden dedenin torunu, ünlü olunca onu sevenlere hizmet edecek.
* Sadece bu mu?
- İkincisi de aile geleneğini devam ettirebilmek. Üç jenerasyonun birikimini ortaya serdiğim zaman bunu ünlü olduğum için değil işi bildiğim için yaptığımı herkes anlayacaktır zaten. Dedemin yerin iki kat altındaki dükkanında başlattığı geleneğimizi Trump’ın tepesine taşımak da ayrı bir keyif.
EVDE ŞÖHRET SÖKMÜYOR AİLENİN PADİŞAHI BABAM
* Burak küçükken yaramaz mıydı?
- Bülent Bey: Felaket hareketliydi.
- Burak Özçivit: Bakkala gitmem bile adeta bir yarıştı. Gitmeden önce babamla eniştem “5 dakikan var” deyip zaman tutarlardı. Onların verdiği süreden 2 dakika önce dönerdim eve hep. Sabahları en büyük mutluluğum o bakkal yarışıydı.
* Hiç babandan dayak yedin mi?
- Burak Özçivit: Sert bir babadır ama bana hiç dayak atmamıştır. Ben de yetiştirilmemiz icabı ona asla saygıda kusur etmem. Bu yaşımda bile babama sormadan hareket etmem. Ayrıca evde şöhret falan sökmüyor. Ailenin padişahı babam.
* Peki ya işinle ilgili konular?
- Burak Özçivit: Konuyu ailemle paylaşmadan hiçbir şey yapmam. Ama eğer içime tam anlamıyla sinen bir teklif varsa, ben zaten kararımı kendim veririm. Fakat belki benim göremediğim şeyleri görebilirler diye onların da fikirlerini alırım.
* Formalite icabı danışıyorsun yani, sonuçta yine kendi bildiğini yapıyorsun.
- Burak Özçivit: Başka türlü başarı yakalayamazsın ki. Dedem içinden geleni yapmasaydı bugün sana onun hikayesini anlatabiliyor olamazdım.
* Özgürlüğe düşkünlük genlerinde var bir bakıma.
- Burak Özçivit: Aynen öyle. Belki de otomobillere olan tutkum özgürlük arayışımın bir uzantısıdır.
* Haklısın kapalı bir garajda insan kendini çok özgür hisseder.
- Burak Özçivit: Garaja sadece klasik otomobilleri restore etmek için giriyorum. Benim bahsettiğim başka bir şey. Evde durmayı hiç sevmem. Otomobile atlayıp her gün en az 150 km. yol yaptığımı bilirim.
* Yolculuk ne tarafa? Lüleburgaz’a mı?
- Burak Özçivit: Kafama neresi eserse... Bende öyle “Evde oturayım da düşüneyim” diye bir şey yoktur. Kafamı ancak aracın içinde o yolları katederken toparlardım.
* -di’li geçmiş zaman kullanıyorsun...
- Burak Özçivit: Sanırım insanlar büyüdükçe zevkleri de değişiyor. Otomobil hastası değilim artık eskisi gibi. Şimdi de motosiklet tutkum başladı.
MR MALİKANESİNE YATMAMLA KALKMAM BİR OLDU
* Korkuların var mı?
- Olmaz mı? Mesela ileri derecede yükseklik korkum var.
* Ben daha hayata yönelik korkularını merak etmiştim ama, sen fobilerini anlat...
- Çok takıntılıyım. Yüksek bir yerden aşağı asla bakamam. Bir de son zamanlarda kapalı yerlerde duramamaya başladım.
* Ne yani? Asansöre falan binemiyor musun?
- Biniyorum ama sürekli duygularımı kontrol altında tutmam gerekiyor. Asansörde olduğumu fazla düşünmeye başladığım an ipler kopuyor. Ama kendime hakim olamadığım zamanlar da var tabii. Bir keresinde MR çektirmeye gittim. İlk başta bir sorun yoktu. Benden önce başka biri vardı, “20 dakika sonra sizi alacağız” dediler. Başladım beklemeye, 20 dakika oldu, 40 dakika. Tabii içimden geçen tek şey benden önceki adamın başına bir şey geldiğiydi.
* Niye o kadar sürmüş?
- Makinenin içindeyken hareketsiz duramıyormuş adam, o zaman da her şey sil baştan, yeniden... Bunu duyunca o beklediğim oda adeta birden küçülüverdi. Oradakilere “Bunu yapmak zorunda mıyız?” falan demeye başladım, neyse birkaç dakika sonra sakinleşir gibi oldum. Ama makineye yatmamla kalkmam bir oldu. “Çıkarın beni buradan, elim kolum bağlı duramam” deyip fırladım gittim. O gün anladım ki elim kolum bir şeyin içine girdi mi kötü oluyorum, onlar özgürse sorun yok.
MERYEM'İN DİZİYE DÖNECEĞİNİ SANMAM
* Nasıl Malkoçoğlu oldu Burak?
- Burak Özçivit: “Küçük Sırlar”ı çekerken geldi teklif. Malkoçoğlu çocukluğumdan beri en sevdiğim karakterlerden biri olduğundan hemen kabul ettim. Derken diğer dizi bitti, bir gün ara verip “Muhteşem Yüzyıl”ın setinde aldım soluğu.
* Hazır seni bulmuşken biraz dedikodu yapalım, Meryem Uzerli’yi saraydan ne kaçırdı?
- Burak Özçivit: Belki projenin içinde olayın detaylarını bilenler vardır ama ben bilmiyorum, sadece işime bakıyorum.
* Sence diziye geri dönme ihtimali var mı?
- Burak Özçivit: Dönmez herhalde bilemiyorum.
* Peki Vahide Gördüm doğru bir seçim miydi Hürrem rolü için?
- Bununla ilgili de hiçbir şey söyleyemem. Bir oyuncu olarak her zaman yerimi bilirim, oradaki tek sorumluluğum bana verilen rolü en iyi şekilde oynamak.
* Anlaşıldı senden laf çıkmayacak, Bülent Bey yardımcı olun.
- Bülent Bey: Kardeşin kundaktayken ne yaptığını anlattın mı?
- Burak Özçivit: (Gülüyor) Off baba yapma ya!
* Bak sen anlatmazsan babana anlattırırım.
- Burak Özçivit: Tamam tamam. Bir gün sokakta oynarken annem beni eve çağırdı. Kız kardeşim de yeni doğmuş. Ben oyunumu bırakmak zorunda kaldım diye atladım bir çarşafın üzerine tepiniyorum. Meğer kız kardeşimi de kundakta çarşafların altına yatırmışlar. Bir yandan ağlıyorum, bir yandan da kundağın üzerinde zıplayıp duruyorum. Bildiğin ezdim kızı.
* Gerilim filmi gibi...
- Burak Özçivit: Çok şükür ucuz atlattık ama göbeğinin bağı düştü Burçun’un. Annem bunu görünce “Aaaa bak Burçun erkekti, senin yüzünden kız oldu” dedi bana.
* Sen de inandın öyle mi?
- Burak Özçivit: Yahu daha 6 yaşında bile değildim. Neredeyse 10 yaşına kadar Burçun’un benim yüzümden kız olduğunu sandım.
* Daha az travmatik bir çocukluk anısını tercih ederdim açıkçası.
- Burak Özçivit: (Gülüyor) O zaman buna ne dersin? Eskiden sokaklarda ayı oynatırlardı ya, bizim sokağa geldiklerini görür görmez hemen yanlarına koşar, ayıyla beraber oynardım.
* Biz en iyisi veletlik günlerini bir kenara bırakalım... Belli ki hep sessiz sakin bir tip değilmişsin.
- Burak Özçivit: Yahu hep sessiz olduğumu kim söyledi? Genelde ılıman, anlayışlı biriyimdir ama bana ters gelen bir durum olduğunda çok da sinirlenirim.
BURAK GİBİ OLACAKSANIZ FOTOĞRAFÇILIĞA BAŞLAMAYIN
* Peder bey elinden döner bıçağını aldıktan hemen sonra oyunculuğa mı soyunmaya karar verdin?
- Babam “Git oku” deyince Marmara Üniversitesi Fotoğrafçılık Bölümü’ne yazıldım. Hemen akabinde de mankenliğe başladım.
* Okula gidip gelirken keşfedildin desene.
- Hayır aslında evde keşfedildim. (Gülüyor) Babam mankenlik yapmam için çok ısrar ediyordu.
* Hayret, genelde bu tip konularda anneler çocuklarının aklını çeler.
- Bilemiyorum, belki de babamın içinde kalan bir ukte vardı.
* Yakışıklı mı o da senin gibi.
- Yakışıklıdır tabii, gelince görürsün.
* Eee nasıl idare ettin hem okul sıralarını hem de podyumları?
- Aslına bakarsan pek idare ettiğim söylenemez. Mankenlik, yarışmalar falan derken okulu iyice asmaya başladım. Çok sevdiğim bir hocam vardı, yeni gelen öğrencilere “Burak gibi olacaksanız fotoğrafçılığa hiç başlamayın” derdi.
* Peki sen ne olmanın hayalini kuruyordun?
- Ben kafamda fotoğrafçı olacağım diyordum. Hayal gücüm geniştir, gözüm çok iyidir. Zaten mankenlik hiç de geleceği olan bir meslek gibi görünmüyordu.
* Ne kadar yürüdün o gelecek vaat etmeyen podyumlarda?
- 2-3 sene kadar. O dönem gelen oyunculuk teklifi ise hayatımı değiştirdi. Mankenlik benim için çok tekdüze bir işti; kıyafeti giyiyorsun, dümdüz podyumda yürüyorsun. Kendimi elbise askısı gibi hissediyordum. Belli bir kalıbın içinde kalmak hiç bana göre değil.
* Oyunculuk virüsünü kapınca işler değişti ama.
- Kesinlikle. İkisini mukayese etmek mümkün değil. Her şeyden önce inanılmaz bir manevi tarafı var oyunculuğun. Dedim ya, mankensen sadece bir askısın, ama oyuncu asla tek bir şey değil, tam aksine her şey.
SON İKİ ÜÇ SENEDİR KONTROL MANYAĞIYIM
* Toy zamanlarında da boyundan büyük laflar ediyor muydun?
- Oyunculuk koçum Yıldırım Urağ’la ilk karşılaştığımızda “Tamam yakışıklısın falan da, egon bana sökmez” dedi. O gün bugündür egom askıda, zaten hâlâ birlikte çalışıyoruz.
* Hocandan bunca zaman kopamamanın sebebi bağlılık mı yoksa bağımlılık mı?
- İnsanlarla aramda bir mesafe var çoğu zaman, kimseye kolay alışamıyorum ama alışınca da bırakamıyorum.
* Şöhret olmadan önce de var mıydı bu ‘duvar örme’ huyun?
- O benim karakterimle alakalı. Dışarıya karşı kontrollüyümdür. Kimseyle kolay kolay samimi olamıyorum.
* Kontrol manyağı olabilir misin?
- Özellikle son iki-üç senedir kesinlikle kontrol manyağı oldum diyebilirim. Yaptığım iş ve yaşadıklarım beni insanlara karşı dördüncü bir duvar örmeye sürüklüyor mecburen.
* Bu seni mutsuz etmiyor mu?
- Ediyor tabii. Çünkü bir yandan da özgürlüğüne çok düşkün bir insanım. Bir tarafta kontrollü diğer tarafta özgür olayım derken dengem bozuluyor.
(Sohbet sürerken babası katılıyor bize. Bir de ne göreyim, babasının bıyıkları Malkoçoğlu’nu kıskandıracak cinsten...)
* Biz senaryo gereği sanıyorduk ama meğer bu bıyık modeli babandan yadigarmış.
- (Gülüyor) Bu bıyık rolden geliyor, babamın hep vardı ama benden sonra o da “Malkoçoğlu Bıyığı” modasına uydu. Bak aklıma ne geldi, benim babamla amcam tek yumurta ikizi. Kendimi bildim bileli ikisinin de bıyığı vardır. Bir ara ben küçükken babam sakalını da uzatmıştı.
* Eh iyi bari, ikisini ayırt etmek kolay olur.
- Şimdi ben o dönem babamı sakallı görmeye alışmışım tabii. Bir gün sakallarını kestirdikten sonra eve geldi. Kapıyı bir açtım, babamı tanımadım. Bir süre “Anne amcam niye bizde kalıyor?” diye kıyameti koparmışım, sonra babam sakallarını tekrar uzatmış da ancak o zaman “Babam geldi” diye sevinebilmişim.