Aşık Veysel gibi türkü yakıyorum, bizden ve içten

Güncelleme Tarihi:

Aşık Veysel gibi türkü yakıyorum, bizden ve içten
Oluşturulma Tarihi: Aralık 30, 2011 01:00

Bir ömüre besteci, eğitimci, yazar kimlikleriyle pek çok eser sığdıran Sun, yaşam öyküsünü eşi Sinemis Adige Sun’la kitaplaştırdı. Sevda-Cenap And Müzik Vakfı’nca yayımlanan Karnında Güneş Olan Adam’da birbirinden ilginç anekdotlar yer alıyor.

VEHBİ KOÇ’TAN BORÇ İSTEDİM

Ankara’da 10 çocuklu yoksul bir ailenin oğlu olarak dünyaya gelen, beş yaşında babasını kaybeden Muammer Sun, Askeri Mızıka Okulu’nda öğrenciyken besteci olmaya karar vermişti. 1955’te, 23 yaşında bu amaçla okuldan firar etti. Ankara Devlet Konservatuvarı’nın sınavlarına girdi, kazandı. Fakat askeri okuldan ilişiğini kesebilmesi için 1359 lira (3805 TL) tazminat ödemesi gerekiyordu. Aile dostları Nihat Bey’e başvurdu, yardım istedi. Nihat Bey, Vehbi Koç’un firmasında çalışıyordu. Nihat Bey, Koç’tan randevu aldı. Bir pazar günü işyerine gitti. Yardım istemek için bekleşenlerin arasına girdi, altı kişiyle Koç’un odasına kabul edildi. Ne istiyorsun, diye sordu Vehbi Koç. İyi bir besteci olmak istediğini, okulunda kompozisyon dersi bulunmadığını, ayrılabilmek için 1359 liraya ihtiyacı olduğunu anlattı. “Borç verebilir misiniz, mezun olunca size faiziyle öderim” dedi. Aldığı cevap kısaydı: “Delikanlı ben öyle işlerle uğraşmıyorum!”

BİR MAKALE 166 KOROYU KAPATTIRDI

Konservatuvardan mezun olduktan sonra okulunda ders veren Sun, 1967’de askerlik dönüşünde Milli Eğitim Bakanlığı müşavirliğine atandı. Müzik eğitimini tüm yurda yaymak, gençleri müzikle tanıştırmak amacıyla Çocuk ve Gençlik Koroları Yönetmeliği’ni hazırladı. Müzik öğretmenleri için koro dersleri düzenledi. Türkülerden, şarkılardan yararlanıp çoksesli müzik eğitimi veren koroların sayısı 1969’da 166’ya ulaşmıştı. Müzik eleştirmeni o günlerde Ulus gazetesinde “Çanlar Kimin İçin Çalıyor” başlıklı bir yazı yazdı. “Çocuk ve gençlik korolarının kurulması müziği öldürür. Bu Jdanov’cu bir görüştür” diyordu. Stalin’in despot kültür bakanına gönderme yapan bu yazı etkisini gösterdi. Demirel Hükümeti, 1970 yılı Milli Eğitim Bakanlığı bütçesine koro ödeneğini koymayınca tüm korolar kapandı.

MİT VE ZEHİR

1969’da TRT Yönetim Kurulu’na konservatuvarları temsilen üye seçilmesi gündeme geldi. Seçim kulisleri sürerken Hikmet Şimşek’in daveti üzerine evine gitti. Bir MİT görevlisiyle tanıştırıldı. “Biz devletin güvenliğinden sorumluyuz. Bir kazanda yemek pişiriliyor. İçine bir sürü sebze konuyor. Arasına zehirli sebze karışmasını istemeyiz. Solcu olarak biliniyorsunuz. İlhan Usmanbaş, İlhan Berk, Aziz Nesin... Seçilip ne yapacaksınız” diye sordu görevli. Demokratik bir seçim olacağını, güvenlik kurumlarının buna karışamayacağını söyledi Muammer Sun. “Usmanbaş solcu değil, çok değerli bir aydın. Aziz Nesin solcu ve büyük bir yurtseverdir, onu tanımaktan onur duyarım. İlhan Berk’i solcu çevreler solcu kabul etmez. Değerlendirmenizi duyarsa çok sevinir. Ben memleketim için çalışmak istiyorum, siz hiçbir şey yapamazsınız” diye devam etti. Söylediği doğru çıktı. Seçimleri kazandı.

KÜSKÜN ‘VAN BÜLBÜLÜ’NÜ NASIL KONUŞTURDU

1967’de TRT için türkü derlemek üzere Cenan Akın’la birlikte Van’a gitti. Van Bülbülü lakaplı halk ozanını arıyorlardı. Evini buldular. Fakat Van Bülbülü çok yaşlanmıştı. “Kalbimden hastayım, ayrıca yemin ettim, türkü söylemiyorum” dedi. Akın ve Sun ısrar etmedi, yaşlı ozanla sağlığı üzerine konuştu. Sun’un annesi de aynı kalp hastalığından mustaripti, kullandığı ilaçları biliyordu. Bunları alıp Bülbül’ün evine götürdü, şifa dileyip ayrıldı. Birkaç gün sonra Van Bülbülü elinde sazıyla otellerinde karşılarına çıktı. “Size çalıp söylemeye geldim” dedi. Bu arada yemininin nedenini anlattı. “Van Valisi çağırdı, sazımı alıp gittim. Yanında radyodan tanıdığım (Devlet Sanatçısı) Mustafa Geceyatmaz vardı. Benden bir türkü istedi. Dedemden, babamdan bildiğim gibi çalıp söylerken, müdahale etti. Yanlış çalıyorsun, diye tersledi. Çok içerledim, dışarıdan gelenlere türkü söylememeye yemin ettim...”

SAFİYE AYLA’NIN YANIK ÖMER’İ

Safiye Ayla, “Yanık Ömer”i Atatürk’ün huzurunda söylemişti. İlk söylediği gün “Bu şarkıyı bir de senfonik orkestra eşliğinde senden dinlemek isterim” demişti Atatürk. Safiye Ayla vasiyeti yerine getirmek istiyordu. Besteci arıyordu. Bir dostunun önerisiyle Muammer Sun’un kapısını çaldı. Sun, hüseyni makamındaki eseri ses ve orkestraya uyarladı. Eseri İzmir Devlet Senfoni Orkestrası eşliğinde icra etmek istiyordu Ayla. Fakat orkestranın genel sanat yönetmeni Hikmet Şimşek “hayır” dedi, geri adım atmadı. Mükerrem Berk’ten yardım isteyen Safiye Ayla sonuç alamayınca İstanbul’da toplama bir orkestrayla eseri seslendirdi, kaydettirdi. Sun eserini yıllar sonra rastlantı sonucu radyoda dinledi.

12 EYLÜL SÜRPRİZİ

12 Eylül yönetiminin kendisini ders verdiği MSÜ Devlet Konservatuvarı’ndan siyasi görüşleri nedeniyle uzaklaştıracağını hisseden Muammer Sun 1982’de istifa etti. Levent’te bir müzik okulu kurdu. Kadıköy Anadolu Lisesi’nden iki yetenekli genç öğrencileri arasındaydı. Bu gençler Sun’un tavsiyesi üzerine konservatuvarın kompozisyon bölümüne girmişti. Her ikisi de hocalarını o kadar sevmişti ki, müzik okulunun broşürlerini dağıtmayı gönüllü olarak üstlenmişti. Konservatuvar önünde broşür dağıttıkları bir gün, bildiri dağıtma suçlamasıyla gözaltına alındılar. Muammer Sun’un polisi araması sonuç vermeyince, yönlendirdiği maharetli bir dostu emniyet müdürlüğüne gitti. İki genci gözaltından kurtardı. Her iki genç de bugün profesör ve ödüllü besteci: MSÜ Konservatuvarı Kompozisyon ve Orkestra Şefliği Ana Sanat Dalı Başkanı Hasan Uçarsu ve aynı okulun öğretim üyesi Özkan Manav...

YAŞADIĞIM TOPRAKLARA BORCUMU MÜZİĞİMLE ÖDÜYORUM

Kitapta bestecinin Ertuğrul Bayraktar ve Evin İlyasoğlu’yla yaptığı iki söyleşi yer alıyor. Bu söyleşilerde Sun müzik yaklaşımını şöyle aktarıyor: Aşk Veysel nasıl kendiliğinden bir türkü yakıyorsa, türküsü Anadolu’nun, kendisinin birikimine dayanıyorsa ben de Veysel gibi kendiliğimden bir türkü yakıyorum, Anadolu’nun birikimine dayanıyorum; bir farkla, Batı müzik kültürünün birikimini de edinmiş evrensel kültüre açık bir kişi olarak. Ama hep Veysel gibi yapmak istiyorum; yani doğal, bir müzik, kaynağı bizden, başka toplumlardan olmayan bir müzik. Şu ya da bu akımın izleyicisi, kopyası olmayan, kendine özgü bir müzik. (...) Her sanatçı bağlı bulunduğu toprağa ve birlikte yaşadıklarına sanatıyla ödeyeceği insanlık borçlarının olduğunu unutmamalı. Ben ulusal müzik yolunu seçtim, borcumu bu yolla ödemeye çalışıyorum. (S.Y)
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!