Aile büyüklerinin anılarında bir akşam

Güncelleme Tarihi:

Aile büyüklerinin anılarında bir akşam
Oluşturulma Tarihi: Ocak 15, 2005 00:00

Akrabalık nedir bilirdim de, hısıma akıl erdiremezdim. Çocukluk işte; benim için hısım, akraba gibi yakın, ama kanbağı olmayanlardı.Onlardan da yeryüzünde bir tane vardı: Pulhan’lar. Meğer değilmiş. Hısım bile değilmiş. Onlar sadece aile dostlarıymış o kadar. O kadar mı? Üç kuşağa yayılan dostluk ‘o kadar’a sığar mı?Ferhan Halamla Ferduş’un, yani Fersa’nın annesiyle; benim Çerkez anneannemin yolları ne zaman kesişti kimbilir? 1930’lar olmalı. Yetmiş yıllık dostluktan sonra biri gitti, diğerinin başucunda hálá gidenin resmi var. Gencecik, fazla güzel ve kendilerinden hayli yaşlı erkeklerle evli iki kadın düşünün. Titiz tirendaz, şen şakrak, gezmeye, yemeye, yedirmeye; gülüp eğlenmeye düşkün iki kadın. Bu iki kadın da çocuk denecek yaşta çocuğa karışmışlar. Birinin kızı olmuş ve orada durmuş. Diğeri, Ferhan Halam iki oğlan doğurmuş. Sonra da kızlar gelmişler. Üstelik bir beklerken iki; tek yumurta ikizi. Ferda ile Fersa. İşte o ikinin biriyle, Fersa Acar ile geçen akşam yemek yedik. Asmalımescit’teki Şehbender’de. Onat Kutlar’ı anma gecesinden ötürü lokanta handiyse boştu. Sessiz, sakin bir gece. Köşedeki masaya geçtik ve bütün gece diğerlerinden söz ettik. Diğerlerinden; yani gidenlerden, küsenlerden, ölenlerden. Kısaca bizi biz yapan herkesten...Masaya önce Nusret Amca’yı buyur ettik. DİSİPLİN TERS TEPTİ ÇOCUKLAR SANATÇI OLDUNusret Pulhan, Türkiye’nin ilk ve en önemli filatelistiydi. Bir de matbaası vardı. Kızılay için iskambil kağıtları ve bizler için Pekos Bill’leri basardı. Ayda bir Ankara’ya gelir bizde kalırdı. Onun yolunu gözlediğim kadar dedemin yolunu gözlemedim ben. Nasıl gözlemeyeyim? Cilt cilt resimli romanlar, çikolatalar... Küçük valizinden bir çocuğun isteyebileceği her şey çıkardı. Diğer zamanlar, Tepebaşı’nda, Amerikan Konsolosluğu’nun karşısındaki büyük apartmanın girişindeki dükkanında akşama kadar sevgili pulları ile yaşar, yemek saatlerinde Ferhan Halamın dillere destan yemeklerini yemek için üst kata çıkardı. Almanya’da okumuştu ve Alman kültürüne tutkundu. O yüzden çocuklarının da Almanca öğrenmelerini istemiş ve Almanya’dan bir mürebbiye getirtmişti. Gelin görün ki mürebbiye Almanca öğreteceği yerde sular seller gibi Türkçe öğrenmiş, üstüne üstlük bir Türk’e aşık olup Türk’ten fazla Türk kesilmişti. Ama ne gam! Nusret Amca pes etmedi ve ikizler Avusturya Lisesi’ne gönderildi. Sonra da Almanya’ya. Eğer birinin resme, diğerinin tiyatroya gönül vereceğini bilse, Almanca konusunda bu kadar titizlenir miydi, bilinmez. Ama olan oldu ve Avusturya Lisesi’nin katı eğitimi ve Almanya’nın soğuk geceleri ikizlerde ters tepti; kendilerine aile dostlarını örnek aldılar. Fersa’nın tiyatrocu olmasında Behzat Butak’ın parmağı vardır. Nusret Amcamdan sonra masaya başkaları da geldiler. Yanlarında acı tatlı anıları da getirdiler. Biraz hüzün, biraz kahkaha. Kuzgun mesela.Herkesin bir miladı vardır ya, Kuzgun da Fersa’nın miladı oldu. Fersa, Kuzgun’la yeniden doğdu. Almanya’dan dönmüş, bir yandan tiyatroda oyunculuk yapar, diğer yandan para kazanmak için başka işlerle de uğraşırken Kuzgun Acar’la tanışmıştı. Tanışmak sözcüğü doğru sözcük değil. Kuzgun’la çarpışmıştı. Evlendiler. Kuzgun ölene dek de birlikteydiler. Onlarınkine evlilik demek de doğru değil. Birbirlerinin her şeyiydiler. Kuzgun özeldi, yetenekliydi, Türkiye’nin yetiştirdiği en iyi heykeltıraşlardan biriydi ama zordu. Bütün büyük sanatçılar gibi benmerkezciydi ve gündelik hayatın dayatmalarına gelemezdi. O dayatmaları Fersa üstlendi. Ve bir gün olsun şikayet etmedi. İki aşk bir eve sığar mı? Sığdı. Kuzgun’la yaşadığı sürece tiyatroyu bırakmadı. O ölene dek. Onun için perde, Kuzgun öldüğü gün kapandı. Evleri açıktı. Sabahın köründe, gecenin bitiminde gelen gidenleri eksik olmazdı. Ressamlar, yazarlar, edebiyatçılar. Bu gün yaptığı işin temelinde o gün kurulan dostlukların harcı var. Tiyatroyu bıraktıktan, ilgisiz bir alanda yıllarca çalışıp emekli olduktan sonra başka bir işe soyundu. On yıldır sevdiği, inandığı, güvendiği ressamlarla çalışıyor. Orhan Taylan, Su Yücel ve diğerleri ile. Ne mi yapıyor? Onları temsil ediyor.BİRLİKTE ÇALIŞTIĞI SANATÇILARIN ELİ AYAĞIBir gün, Taksim’de yürürken kocaman bir afiş görmüş. Ahmet San’ın afişi. O an içine kurt düşmüş. Eğer müzik alanında bu yapılıyorsa, plastik sanatlarda neden yapılmasın demiş ve hemen Orhan Taylan’ın atölyesine gitmiş. ‘Sen resmini yap, gerisini ben hallederim’ demiş. Bu gün birlikte çalıştığı sanatçıların eli ayağı... Sergi hangi galeride açılmalı, hangi koleksiyoner nereye çağırılmalı, basında nasıl duyurulmalı, açılışta ne olmalı ne olmamalı ve hatta satılan resim nereye asılmalı. O, karar veriyor.Arkada durmaktan, payanda olmaktan, onlar adına düşünüp, gündelik hayatlarını kolaylaştırmaktan hoşlanıyor. Hoşlanmak ne demek, mutlu oluyor. Sahne tozunu bir kez soluyan bir daha iflah olmaz derler ya, tiyatroyu özleyip özlemediğini sordum. ‘Bu yaptığım iş de ustalık isteyen bir oyunculuk’ dedi. Önce anlamadım. Sonra tanıdığım ressamları, onların sancılarını, öfkelerini, korkularını düşündüm; sonra aklıma galericiler, onların yaşadığı zorluklar geldi. Sonra resim alanlar, onların kuşkuları. Sonra hepsi. Uzun bir zincirin halkaları gibi. Hem birbirine mecbur hem yalnız kelebek yığınla insan. Ve elbette onların egoları. Dediği doğru: Başka türlü olmaz. Bu iş, oynamayı sevmezsen yapılmaz. ASMALI MESCİT’E PARİS HAVASIŞehbender, Şehbender Sokak 14 numarada, Esin Şerbetçi’nin lokantası. Esin Şerbetçi de tiyatrosevergillerden. Genco Erkal’ın kuzini ve Müşfik Kenter’in ilk eşi. Onunla ayrıca yemeğe çıkacağım. O zaman uzun uzun anlatırım. Lokantaya gelince; Babylon’un bitişiğindeki apartmanın alt katında. İçeride küçük bir bar ve beyaz örtülü, serin masalar var. Mezeler iddialı. Saymadım ama çok çeşit var, hepsini tadamadık. Ama tarama harika, levrek nefis, börülce salatası kıvamında, kabak mükemmel, börek şahaneydi. Müdavimleri Asmalımescit’i mesken tutan sanatçılar ve yakınlarda oturan yabancılar. Kapıdan girerken çalan müziğe kulak verince anlıyorsunuz; içeride biraz Paris havası var. O hava Esin’den mi esiyor, yoksa meyhane desen meyhane değil, hafif kasan lokanta hiç değil, Frenklerin ‘bistro’ dedikleri yerlere benzemesinden mi geliyor bilemedim. Yolunuz düşer de giderseniz, mutlaka Esin’in yaptığı ev yapımı votkadan tatmalısınız. Makul fiyata leziz yemekler yiyecek ve hoş insanların olduğu bir yerde hoş vakit geçireceksiniz. Kesin. Tel: 0212 292 73 14
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!