1 Mayıslar benim için çok önemli

Güncelleme Tarihi:

1 Mayıslar benim için çok önemli
Oluşturulma Tarihi: Mayıs 04, 2012 22:32

“1 Mayıslar benim için çok önemliydi, hâlâ da önemlidir; katılabildiğim zamanlar kendimi görevimi yapmış biri olarak mutlu hissediyorum.”

Haberin Devamı

Bu cümleyi dünya görüşünü, siyasete bakışını özetlemek için söylemişti ünlü aktör Cüneyt Türel kensiyle yapılan son söyleşide. Ne garip bir rastlantıdır ki onu ‘1 Mayıs’ tarihinde kaybettik. Cüneyt Türel’le son röportajı Prof. Dr. Nevzat Doğan, İstanbul Erkek Liseliler Derneği’nin son sayısı için yapmıştı. İşte Cüneyt Türel’le yapılmış o son röportajdan bir bölüm....


Cüneyt Ağabey, İstanbul Erkek Lisesi’nden sonra İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü. Tiyatro orada mı başladı yoksa lisede mi?
- Yok, lisede başladı. Lisede ilk oyunum Moliere’in ‘Zor Nikâh’ıydı. Orada profesör rolünü oynuyordum ve okulda adım ‘profesör’ kaldı. Selim Duru Hoca vardı. Beden eğitimi hocası olmasına rağmen müthiş kültürlü bir adamdı ve okuldaki her türlü kültür faaliyetine müthiş yakınlık duyardı. Bir ara bizim tiyatro koluna da yardımcı olmak ihtiyacını hissetmiş ve bize babalık, ağabeylik yapmıştı. İşte o sıra bana: ”Bir radyo tiyatrosu yapalım mı?” demişti. Ben: “Nasıl yapacağız hocam?” dediğimde; “Bak ben sana bir teyp getireceğim ve onunla yapacağız“ dedi. Evinden Grundig bir teyp getirdi. Ben onunla start, stop yaparak Namık Kemal’in ‘Vatan yahut Silistre’sini radyo tiyatrosu yapmıştım. Elimde mikrofon, rol sırası gelen arkadaşların ağzına mikrofonu tutarak yaptık valla. Selim Bey de konferans salonunda bütün öğrencileri topladı ve dinletti. Herkes şaşkındı. Sonunda Selim Hoca bana döndü ve “Nasıl yaptın bunu?” dedi. Ben de “Valla hocam dur kalk yaptım işte” demiştim.

Haberin Devamı

Seslendirme o zaman başladı yani.
- Neredeyse. Amatör tiyatroya, 58 yılında, Cağaloğlu’ndaki Yeşil Sahne’de başladım. Oğuz Aral’ın kurmuş olduğu bir çalışma grubunda pandomim çalıştım. Oğuz Aral, Seden Kızıltunç gibi isimlerle çalıştım. Sonra, Eminönü Öğrenci Lokali benim çok ilgimi çekiyordu. Bir baktım orada Gençlik Tiyatrosu var. Bir üniversite tiyatrosuydu. Girdim kapısından içeri. Onlara kendimi tanıttım. Gel bakalım dediler. Sana bir sınav yapalım eğer kazanabilirsen liseli kontenjanına seni alabiliriz. Kazandım ve girdim. Kazanış o kazanış, ta ki 71 ihtilaline kadar profesyonel hayatımda bile hep ‘Gençlik Tiyatrolu’ olarak anıldım. Demek ki ben hep ihtilallerle oradan oraya savrulmuşum… Benim konservatuarım amatör tiyatrolar.

Haberin Devamı

‘BU ÇOCUĞU KADROYA ALIN’

O arada üniversiteye devam ediyorsunuz?
- Evet. Tiyatroya da devam ediyorum. Gülriz Sururi-Engin Cezzar Tiyatrosu’nda profesyonel oldum. Beni profesyonel tiyatrocu yapan kişi o sıralar yeni profesyonel olmuş bir arkadaşım, Tuncel Kurtiz’dir. İstanbul Erkek Lisesi’nin son günlerindeydim artık. Beni okulun yüksek demir parmaklıklarından aşırttı ve Gülriz’le Engin’in önüne attı. Sonra Oraloğlu Tiyatrosu, sonra da Muhsin Ertuğrul’a başvurarak girdiğim Şehir Tiyatroları. Yıl 1965 ve ilk oyun Moliere’in ‘Cimri’si. 1995 yılında ayrılana kadar 30 yıl Şehir Tiyatroları’nda kaldım.

Şehir Tiyatroları’nda kadroya girebilmek için ya konservatuar mezunu olmak ya da belli bir süre profesyonel olarak tiyatro yaptığını kanıtlamak gerekir.
- Benden istenmedi. Birkaç ay yövmiyeli çalıştıktan sonra Muhsin Ertuğrul “Bu çocuğu kadroya alın” dedi ve benim için bir kadro bulundu. İlk girdiğim galiba bir stajyer kadrosuydu ve bir yıl sonra asıl kadroya girdim ki bu da Şehir Tiyatrosu’nda az görülen bir şeydir.

Haberin Devamı


SESLENDİRME VE SİNEMA GEÇİNMEK İÇİN YAPTIĞIM İŞLERDİ

Seslendirme tiyatronun önüne mi geçti peki? Ajda Pekkan’la ‘Palavra, palavra…’ düetinden sonra daha mı çok seslendirme yapar oldunuz?
- Yok, hiçbir zaman geçmedi. Sinemayı da düşündüm ama galiba benim asıl yavuklum tiyatroydu. Seslendirme de sinema da hep ikinci plandaydı. Onlar geçinmek için yaptığımız işlerdi. Filmlerde Fikret Hakan’dan Tarık Akan’a, Kadir İnanır’a kadar çoğunu seslendirdim. Galiba ağırlıklı olarak Tarık daha çok seslendirdiğim oyuncu arkadaştı.

Şehir Tiyatrolarından sonra Aksanat mı başladı? Işıl Kasapoğlu, Tilbe Saran ve siz.
- Babası eski bir tiyatrocu olan Dr. Emin Beliğ’in oğlu Hamit Beliğ’in -ki o zaman Akbank Genel Müdürü’dür- mesenliği, yani sanatçı koruyuculuğu altında yapılmış bir tiyatro çalışmasıdır. Hamit Bey bunu kendi kesesinden yapmadı, Akbank’tan yaptı ama Akbank da bunu Hamit Bey istediği için yaptı. Nur içinde yatsın. Şehir Tiyatrosu’ndan ayrılmıştık Tilbe’yle bir nedenden ötürü; ayrılışımız epey fırtınalı oldu. Galiba üç gün sonra, ‘Il Postino-Postacı’ filminin fuayesinde Hamit Bey ve karısıyla karşılaştık. Duymuş ayrıldığımızı. “Aksanat’ta bir salon var” dedi, “Yarın bana geliyorsunuz, sözleşmeyi imzalıyoruz, orada tiyatro yapıyorsunuz.” Dile kolay 10 yıl sürdü. 10 yıl süreyle orada çok özel oyunlar sahneledik. Yabancıysa ‘Türkiye prömiyeri’ yerliyse ‘dünya prömiyeri’.

Haberin Devamı

İŞÇİ PARTİSİ SEMPATİZANIYDIM

Sosyoloji öğrenimi rolleri yorumlayışınızı etkilemiştir mutlaka...
- Öyle olması lazım. Askerden döndükten sonra bir ara bocaladım. Üniversitede kalayım mı kalmayayım mı diye. Benim asıl sertifikam deneysel sosyolojiydi ve hocam da Prof. Cahit Tanyol idi. Cahit Bey’in dersleri teorik sosyolojiydi ve benim daha çok ilgimi çekiyordu. Cahit Bey’in asistanlık sınavına girdim. Bana çok büyük bir kazık attı. Murat Belge’nin dahi anlamakta güçlük çektiği bir metni çevirmem için verdi, ki Murat o sırada İngiliz Filolojisi’nde asistandı ve benim sınavıma gözlemci olarak gelmişti. O sınavda başarılı olsaydım belki hem tiyatro hem sosyoloji beraber götürebilir miydim, ondan da emin değilim şimdi. Çok zor, çünkü biri nikâhlı eşin, diğeri metresin olacak.

Haberin Devamı

 Sonra?
- İşim ne liseye ne üniversiteye geri dönüp bakmama izin vermedi. Onun için kimselerle görüşemedim. Provadan oyuna, oyundan stüdyoya, stüdyodan sete bir koşturmaca içinde, sosyal sorumluluk aktivitelerine bile çok spesifik konularda ve kısıtlı zamanlarda katılabildim. Açık söyleyeyim, ben İşçi Partisi sempatizanıydım. Sempatizanıydım da onun etkinliklerine bile çoğu zaman katılamadım. 1 Mayıslar benim için çok önemliydi, hâlâ da önemlidir; katılabildiğim zamanlar kendimi görevimi yapmış biri olarak mutlu hissediyorum. Ancak bu kadarını yapabiliyorum. Meşhur ‘Aydınlar Dilekçesi’ne bile, hani şu Kenan Evren’e verilen meşhur dilekçe, ona bile telefonla katılabildim. Fiili olarak katılma şansım yoktu. Yani gidip onun imzasını atamıyordum. Şimdi şu dijital sistem çıktı da internet aracılığı ile daha fazla şeye katılabilir oldum. Mesela Hrant’ın katlindeki etkinliklere dijital ortamda katılabildim. Bir iki defa yürüyüşlerin içinde de yer aldım.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!