İnsan ve hayvan arasındaki sınır inceldi

Güncelleme Tarihi:

İnsan ve hayvan arasındaki sınır inceldi
Oluşturulma Tarihi: Mayıs 14, 2005 22:49

İneklerden koyunlara, tavuklara ve yarasalara kadar uzanan incelemeler birçok hayvanın acı, korku, sevinç, ağrı ve bunun gibi daha birçok duyguyu hissedebildiklerini gösterdi. Yani, insan ve hayvanlar arasındaki sınır sanıldığı kadar kalın değil. Birçok hayvanda ahlak motiflerinin ilkel örnekleri bile var.

Hayvanlarla hiçbir zaman bir arada yaşamayanlar, evlerinde kedi, köpek veya kuş besleyen insanları anlattıklarını ciddiye almakta zorlanırlar, hatta çoğu zaman gülüp geçerler. Hayvan sahiplerinin, kedilerinin veya köpeklerinin davranışlarını, insanların davranışlarıyla özdeşleştirmelerine dayanan "vallahi insan gibi" sözleri onlar için pek anlamsız ve gerçek dışıdır. Hayvanların davranışları tamamen içgüdüseldir onlara göre. Acı, korku, ağrı, sevinç vb. duygulardan yoksundurlar...

Peki böyle düşünenler haksız mı? Okulda okuduğumuz biyoloji kitaplarındaki değerlendirmelere bakacak olursak haklı oldukları kabul edilebilir aslında:

"İnsan akıl ve anlayış yeteneği sayesinde hemcinslerine ve hayvanlara kendi düşüncesine göre istediği gibi davranır. Kendi davranışlarının eridir. İnsanı hayvandan ayıran en belirgin özelliktir bu."

Bize öğretilenlerin özeti aşağı yukarı böyle değil miydi?

İnsan ve hayvanlar arasındaki benzerliklerle ilgili tartışmaların geçmişi çok eskilere uzanır.

İlk kıyamet

İsveçli bilim adamı Carl von Linné 1758 yılındaki sınıflandırmasında insanı, primatlara dahil edince kıyametler kopmuştu. Linné’ye ateş püsküren karşıtları yüz yıl boyu bu tabloyu değiştirmek için uğraştılar.

Fakat Linné buna rağmen bu düşüncesiyle yalnız kalmadı. Charles Darwin’i ilk destekleyenlerden biri olduğu kadar onu eleştirmekten de geri kalmayan İngiliz araştırmacı Thomas Henry Huxley, insan ve goril arasındaki benzerliğin anatomik olarak goril ve şebek arasındaki benzerlikten daha büyük olduğunu söyledi.

Huxley haklıydı, zoolojik açıdan bakıldığında insan bir primattı. Fakat bilim yine de "insanlığımızı" kurtarmanın bir yolunu buldu. Primatlar sınıfında kendi familyamıza yerleştirildik.

Adına hominid denen bu familya bizi, insana en yakın primatlar olan "insansı maymunlardan" bir nebze ayırıyordu. Artık içimiz rahattı.

Rahatımız bozuluyor

Fakat genetik biliminde yaşanan gelişmeler rahatımızı bozdu. Çünkü genetikçiler insan ve şempanze arasındaki benzerliğin şempanze ve goril veya orangutan arasındaki benzerliklerden daha büyük olduğunu buldular.

Sonuç 1984 yılında açıklandığında yine eskiden olduğu gibi büyük tartışmalara yol açtı. Sonuca karşı çıkanlar eski bilgileri karıştırmaya başlayarak yeniden "insanlığı" kurtarmaya çalıştılar. Ama bu çırpınışlar da sonunda boş çıktı.

Genetik araştırmalardaki son duruma göre insan ve şempanze kalıtımı %95 oranında özdeş!

Son yıllarda yapılan araştırmalar en yakın akrabamızla da sınırlı kalmadı. İneklerden, koyunlara, tavuklara ve yarasalara kadar uzanan incelemeler birçok hayvanın acı, korku, sevinç, ağrı ve bunun gibi daha birçok duyguyu hissedebildiklerini gösterdi.

Yani kısacası insan ve hayvanlar arasındaki sınır sanıldığı kadar kalın değil.

Mesela ineklerin ve diğer çiftlik hayvanlarının hem zeki hem de duygulu oldukları kimin aklına gelirdi ki?

İnekler duygu yüklü

Cambridge Üniversitesi’nden Donald Broom, ineklerin beyin etkinliklerini inceleyerek, öğrenme yetilerini keşfetti. Broom, gizlenmiş yeme bir kapıyı açarak ulaşmaya öğrettiği ineklerin kalp frekansının yükseldiğini saptamış. "Hatta sevinçten zıpladıklarını bile gördük" diyor araştırmacı.

Oysa inekler ödüllendirme olmadığı zaman aynı şekilde davranmamışlar.

İneklerin sosyal yaşamı da sanıldığı kadar basit değil. Sürü içinde iki ila üçlü arkadaş grupları oluşturan inekler, karşılıklı olarak yalanarak ve tüylerini temizleyerek birbirleriyle daha fazla vakit geçiriyorlar.

Daha az acı çekmezler

İki ineğin dostluğu aylar hatta yıllarca sürebiliyor. Dahası ineklerin duygu dünyasında kıskançlık ve üzüntü, hatta gelecek kaygısı bile var.

"İnsanlar, kendilerinden daha küçük beyinli olan hayvanların daha az acı çektiklerine inanırlar, oysa bu hiç de mantıklı bir düşünce değil" diyor Bristol Üniversitesi bilim adamı John Webster. İneklerin de mutluluk arayışı gibi çabaları var ve mutluluğu zaman zaman kendi cinslerinde buluyorlar.

"Bakmayın ineklerin öyle sakin durduklarına gerçekte eşcinsel seks düşkünü onlar" diyor Webster.

Körü körüne birilerini takip eden insanlara yapılan en sevilen "koyun gibi" yakıştırması da artık geçerliliğini yitirdi.

Yaygın olan kanının aksine koyunlar o kadar aptal değiller! Cambridge Üniversitesi’ne bağlı Babraham Enstitüsü araştırmacısı Keith Kendrick’in Nature dergisindeki makalesine göre, koyunlar 50 fotoğrafı birbirinden ayırt edebiliyorlar.

Kendrick koyunlara hemcinslerinin 25 çift fotoğrafını göstererek, onlara ödül olarak verdiği yemlerle yüzleri tanımayı öğretmiş. Ve koyunların görsel algılamadan sorumlu beyin etkinlikleri incelendiğinde, 50 yüzü akıllarında tutabildikleri ortaya çıkmış.

İnsan yüzlerini anımsıyor

Koyunlar kendilerine yakın hissettikleri insanların yüzlerini bile hatırlıyorlar. Araştırmacı yüzleri hatırlama yetisinin ancak iki yıldan sonra zayıfladığını söylüyor.

Bu şaşırtıcı bulgu şimdi stresli hayvanların tedavisinde kullanılabilecek. Çünkü kendilerini yalnız hisseden koyunlar, hemcinslerinin fotoğraflarını gördüklerinde rahatlıyorlar.

Kim bilir belki de biz bu hayvanları yetiştirip, afiyetle yediğimiz için hiçbir zaman duygulara sahip olacağını düşünmedik ya da düşünmek istemedik.

Ama bakın Bristol Üniversitesi’nden Christine Nicol ne diyor: "Yediğimiz her hayvanın, bir kişiliğe sahip olduğunu bilmemiz ve çiftçilik kültürünü buna göre ayarlamamız gerekiyor."

Tavuklar mutlu

Günümüzde adeta cansız bir ürün gibi "fabrikalarda" üretilen tavuklar bile zeka sahibi. Üretim çiftliklerindeki yaşamlarının aksine tavuklar doğal ortamlarında dostluklar ve sosyal sınıflar kuruyor, civcivlerini seviyor ve tozun toprağın içinde hayatlarını dolu dolu yaşıyorlar. İnanılmaz gibi gelse de bazı tavukların klasik müzikten diğerlerinin mesela Rock müziğinden hoşlandıkları da gerçek.

Tavuklar kedi, köpek gibi memeliler, hatta primatlar kadar akıllı, diyen hayvan araştırmacısı Chris Evans örneğin, tavukların, kısa bir süre önce saklanan objeleri bulma konusunda bebekler kadar yetenekli olduğunu söylüyor.

Ve Kaliforniya Üniversitesi’nden Joy Mench ise tavukların da tıpkı koyunlar gibi hemcinslerini tanıdıklarını keşfetmiş. Üstelik tavuklar yüzden fazla yüzü hatırlayabiliyorlar. Chirstine Nicol’ün dediği gibi tavuk araştırmaları, tavukların, insanların aklına gelmeyen davranışlara sahip olduklarını göstermekte.

Tavukların şaşırtıcı özellikleri

İngiltere’de Hayvan Davranışları Araştırmaları Birliği tarafından çekilen "Let’s Ask the Animals" (Bir de hayvanlara soralım) belgeseli, tavukların televizyon seyrederek, yemin hangi kapta olduğunu öğrenişlerini gösteriyor. Tavuklar yeme ulaşabilmek için kafalarını üç kez sallamak zorunda olduklarını öğreniyorlar.

The Natural History of the Chicken belgeselinde ise tavukların televizyon izlemekten hoşlandıkları ve insana benzer görme yetisine sahip olduğu gösterildi.

Tavuklar 30 farklı sesle aralarında iletişim kurarak birbirlerini tehlikeden veya düşmandan koruyorlar.

Tavuklar da insanlara benzer aile yapılarına sahip ve yakınlarını kaybettiklerinde üzülüyorlar.

Kuluçkaya yatan tavuk yumurtasını bir saat içinde beş kez kontrol ediyor

Haksızlığa tahammülsüzlük

İnek, koyun ve tavuk gibi "beyinsiz" canlılar olarak görülen hayvanların bu kadar yetenekli olduklarını kabul etmek bazıları için zor olsa gerek.

İnsanoğlu kendi davranışlarının benzerlerini sadece maymunlarda görebilmiştir. Fakat bu benzetmede insan ve maymun arasındaki akrabalığı kabul etme gibi bir düşünce yatmaz. Nitekim birçok insan hatalı bir terim olsa da maymunlarla olan yakınlığımıza itiraz etmek için "biz maymundan gelmedik" gibi anlamsız bir ifade kullanır.

İnsansı maymunların da tıpkı insanlar gibi hayatta kalabilmek için kültürel birikimlerini kuşaktan kuşağa aktardıklarına inanan Emory Üniversitesi primat araştırmacısı Frans de Waal bakın ne diyor:

"Hayvanlarda bizim anladığımız anlamda bir hukuk sistemi bulunmuyor ama, kavgaları ayırmaktan sorumlu bireyler var. Maymunlar birbirlerine yardımcı oldukları gibi çalışmaları da ödüllendiriyorlar. Ve haksızlığa tahammül edemiyorlar."

Saldırganlığın gerekçesi

Maymunlardaki saldırganlığı araştıran bilim adamının ulaştığı sonuçlar şöyle: Maymunlar aynı iş için diğerlerinden daha kötü bir ödül aldıklarında ellerindekini fırlatarak tepki gösteriyorlar.

Bu olay maymunların haksızlık karşında saldırganlaştıklarını göstermekte. Şempanzelerin sinirlendiren olaylar bile insanları kızdıran durumlarla karşılaştırılabilecek türden.

Erkek şempanzeler güç elde etmek veya tehlikeye doğru koştuklarında, dişiler ise yavrularını korudukları zaman saldırganlaşıyorlar.

Fakat bunların dışında gayet barışçıl bir sosyal yaşantıları var. Öpüşüp koklaşarak, çiftleşip, karşılıklı olarak bitlerini ayıklayarak yakınlaşıyorlar ve dayanışma sayesinde yaşam kalitesini iyileştiriyorlar.

Duygudaşlık- işbölümü

Ahlakın belli aşamaları olduğunu söyleyen de Waal, maymunların bu aşamaların birçoğuna ulaştıklarına inanıyor. Duygudaşlık, iş bölümü, paylaşım, acımak ve teselli etmek gibi ahlakın yapıtaşları olan psikolojik mekanizmalar insansı maymunlarda da gelişmiş.

Frans de Waal son araştırmasında başlıklı maymunların hangi koşullarda çiftleşmeye hazır olduklarını gözlemlemiş. Dişi başlıklı maymun kendisini yemekle ödüllendirecek maymunla çiftleşmeyi tercih ediyor.

Bu ve buna benzer çıkar ilişkileri insanlar arasında da yaşanmıyor mu?

Yardımlaşma, dayanışma ve paylaşım gibi insansı duygular olarak tanımlananlar, aslında temeli karşılıklı çıkar ilişkilerine uzanan ahlak motifleri değil midir?

Karşılıksız iyilik

Bu motifler evrim sürecince gelişerek ahlak kavramını biçimlendirmiştir. Yoksa tüm insanlar bencil olurdu. Oysa karşılık beklemeden iyilik yapan insanlar da var.

Peki insanların karşılık beklemeden yaptıkları yardımlar nasıl açıklanabilir?

Mesela insan diğer insanlara iyi davrandığında, kendisinin de gerektiğinde başkalarından yardım göreceğini düşündüğü için iyilik yapıyor olabilir mi?

Birçok bilim adamının bu soruya verdiği yanıt evet.

Ve bu davranış motifinin kökleri şaşırtıcı bir şekilde vampir yarasalarda keşfedildi.

Adından da anlaşıldığı gibi vampir yarasalar geceleri, uyuyan hayvanların kanlarını emerek beslenen memelilerdir.

Vampire kan desteği

Ama her zaman kan bulmak kolay olmuyor ve bir yarasa 48 saat kansız kaldığında açlıktan ölebiliyor. Bu gibi durumlarda yarasalar midelerinde depoladıkları kanı kusarak aç kalan hemcinslerine içiriyorlar.

Ama bu sistemin işlemesi için yardım gören yarasalar, diğer yarasalar aç kaldığında onlara aynı şekilde yardım etmek zorundalar.

Yarasaları inceleyen Maryland Üniversitesi zoologu Gerald Wilkinson. "hayvanlar, ilişkilerini uzun bir süre akıllarında tutabiliyor" diyor. Çünkü bilim adamı, kanın, grubun yeni üyeleriyle paylaşılmadığını fark etmiş.

Tahminine göre bu "kan kardeşliği" belli bir zaman içinde gelişmekte. Ve bu da yarasaların hangi hayvana kan yardımında bulunduklarını hatırladıklarını göstermekte.

Bu yetinin yararı ise, yardımda bulunmayanları ayırt edip gelecekte onlara yeniden kan vermekten kaçınmaktan ibaret.

Bütün bunların anlamı ne?

Wilkinson, vampir yarasalar arasındaki kan paylaşımının, kuzey Amerika’da son buz devrinde bazı memeli hayvanların yok olmasıyla geliştiğine inanıyor.

Amerika kıtasında at, deve ve dev tembelhayvanın soyu tükenince vampir yarasaların besin kaynakları da önemli ölçüde azalmıştı. İşte yarasalar bu koşullarda kandan oluşan besinlerini bölüşerek hayatta kalabilmişler.

Bilim adamları doğal çevrede yaşanan benzer bir değişimin insandaki özgecil davranışını biçimlendirdiğine inanıyorlar. Yiyecek bölüşümü öte yandan şempanze, başlıklı maymun ve şebek gibi primatlarda da yaygın.

Peki insan ve hayvan arasındaki benzerliklerle ilgili tüm bu bilgiler sonuçta ne anlama gelebilir?

Bundan böyle kendi yararımıza yetiştirdiğimiz hayvanları yeniden doğaya mı bırakmalıyız? Ya da artık et ve diğer hayvansal ürünlerden tamamen vazgeçmek zorunda mıyız?

Hepsinin kişiliği var

Böyle düşünen insanlar zaten var. Fakat vejetaryenlerin veya etyemezlerin unuttukları bir nokta şu: İnsan yüz binlerce yıl içinde hepçil olarak evrilmiştir ve bu özelliğinden kolay kolay vazgeçmeyecektir.

Tabii bu hayvanlara olan davranışlarımızı değiştiremeyiz anlamına gelmez. Hayvanlara daha az acı çektirmek, onlara daha iyi yaşam standartları sunmak bizim elimizde.

Belki de Christine Nicol’ün "Yediğimiz her hayvanın bir kişiliğe sahip olduğunu bilmemiz ve çiftlik kültürünü buna göre ayarlamamız gerekir" önerisine kulak vermekle işe başlayabiliriz.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!