İnsan gelişiminde en önemli etken

Güncelleme Tarihi:

İnsan gelişiminde en önemli etken
Oluşturulma Tarihi: Ocak 13, 2003 12:12

Fosil kayıtlarına göre, atalarımız olan austrolopithecine’ler, 4 milyon yıl önce 2 ayak üzerinde yürümeye başladı. En eski insansılardan olan A. Afarensis (sağda), ayakta kemer ile diz ve pelviste belirli karakteristiklere sahiptir. Ancak, uzun kollar, kısa bacaklar ve bükümlü ayak parmakları, bu insansıların bizim gibi yürümediğini ve ağaçlarda yaşadığını gösteriyor. Dik yürümek için gereken ayak oranları ve pelvis şekli kendi cinsimiz olan Homo’da (solda) belirginleşiyor.

İnsan olmamızı ve bugüne ulaşmamızı, beslenmenin yüzyıllar içindeki değişimi sağladı. Ancak bugünkü sağlık sorunlarımızın kaynağında da beslenme biçimimiz var, çünkü aldığımız kadar enerjiyi harcayamıyoruz. Enerji alımı ve tüketimi arasındaki dengesizlik, hastalıkların kaynağı.

Atalarımızın besinlerden aldığı enerjiyi ve beslenmenin kalitesini arttırmaya yönelik gelişmeleri, insanlığın en çok evrim geçirmesinde ve diğer primatlardan ayrılmasında ana özelliklerden biri oldu.

İki ayak üzerinde yürümemiz ve beyinlerimizin büyüklüğü, bizi diğer insansılardan hızla ayırdı. Beyinlerimiz bir enerji oburu. Dinlenirken yetişkin bir insanın beyni, vücut enerjisinin yüzde 20 ila 25’ini alır. Bu oran insan olmayan primatlardaysa yüzde 8 ila 10’dur.


Biz insanlar ilginç primatlarız. A) İki ayak üzerinde yürüyor, B) Devasa beyinler taşıyor ve C) Dünyanın her bir köşesine yayılıyoruz. Antropologlar ve biyologlar, bizi diğerlerinden ayıran bu özelliklerimizi uzun süredir araştırıyor. Ayrıca, yıllar boyunca bu garipliklerin her birini açıklamaya çalışan birçok hipotez var.

Ancak, insanlığa ait bu tuhaflıkların, aslında, beslenmeyle ilgili gerçekleşen doğal seleksiyonun bir sonucu olduğunu gösteren kanıtlar artıyor. Yiyecek bulmanın zamanla değişimi, görünüşe göre insansı atalarımızı derinden etkilemiş. Bu nedenle, aslında yediklerimiz, zaman içinde, ‘bizi’ oluşturmuştur.

Primat atalarımızdan farklılaşmamızın bir nedeni, aldığımız besinlerdir. Günümüzdeki insan topluluklarının beslenme tarzı, akrabalarımızdan kalori ve yiyecek bakımından daha zengindir. Atalarımızın beslenme alışkanlıkları, diğer primatlardan neden ve ne zaman değişmeye başladı? Dahası, modern insanların beslenme tarzı, eskilerden ne kadar farklılaştı?

Hastalıklarımızın nedeni

Bilim uzun zamandır, insanların beslenme gereksinimlerinin evrimini inceliyor. 1985’te Emory Üniversitesi'nden S. Boyd Eaton ve Melvin J. Konner’ın ‘Yontma Taş Devrine ait Beslenme’ adlı çalışmaları ile yeni bir ufuk açılmıştı.

Bilim adamları, günümüz toplumlarında yaygın olan

obezlik,

yüksek tansiyon,

koroner kalp rahatsızlığı ve

diyabet gibi kronik hastalıkların kaynağının, bugünkü ile ilkel atalarımızın beslenme tarzları arasında ortaya çıkan uyuşmazlık olduğunu öne sürüyor.

Sonraki yıllarda, insanın beslenmesinin evrimine ilişkin anlayış giderek ilerledi ve günümüzdeki ile ilkel toplulukların karşılaştırılmalı araştırmaları sayesinde daha detaylı bir resim elde edildi. İnsanların beslenme alışkanlıklarını değişimi, günümüzde sağlıklı olmak için neler yemek gerektiğini de netleştirebilir.

Beslenme stratejisi

Beslenmenin, insan evrimi üzerindeki etkilerini tam olarak belirlemek için, besinin bulunması, tüketimi ve biyolojik işlemlerde nasıl kullanıldığını bilmeliyiz; bunlar, bir organizmanın ekolojisinin en kritik noktalarını oluşturur.

Organizma ile çevre arasındaki enerji dinamiği, yani alınan enerjiye bağlı olarak tüketilen enerji, yaşam ve üremeye ilişkin önemli uyumsal sonuçlar yaratır. Darwin’e göre zindeliğin bu iki bileşeni, canlının enerji stokunu paylaştırma tarzında kendini gösterir.

Alınan enerji, bir canlıyı günlük yaşamda canlı tutan enerjidir. Üretken enerjiyse, gelecek nesiller için döl yaratma ve büyütmeyle ilişkilidir. Bu enerji, bizim gibi memeliler için annelerin hamilelik ve emzirme dönemlerinde de kullanılır.

Canlıların yaşadıkları ortam, bu enerjinin paylaştırılmasını etkiler. Sözgelimi, çetin şartlarda yaşayanların enerji gereksinimleri daha da fazladır.



Her şeye karşın tüm organizmaların hedefi aynıdır: türlerin sürekliliği için, üremeye yeterli gereksinimleri ayırmak. Böylece, canlıların enerjiyi bulma ve kullanma yöntemlerini inceleyerek, doğal seleksiyonun evrimsel değişimi nasıl gerçekleştirdiğini anlayabiliriz.

İki ayaklı olma

İnsan olmayan primatlar, karada 4 ayaklarının üzerinde yürür. Bilim adamları, bu nedenle genel olarak insan ve şempanzelerin son ortak atasının da 4 ayak üzerinde yürüdüğünü kabul eder.

Son ortak atanın ne zaman yaşadığı tam olarak bilinmiyor, ancak insanları maymunlardan ayıran iki ayak üzerinde yürümeye ait izlere, 4 milyon yıl kadar önce Afrika’da yaşayan, bilinen en ilkel tür Australopithecus’ta rastlanır.

Atalarımızın neden iki ayak üzerinde yürümeye başladıklarıyla ilgili farklı çalışmalar var. Kent State Üniversitesi'nden C. Owen Lovejoy 1981’de, diğer iki elin, çocukların ve yiyeceklerin taşınmasını sağlamak için iki ayak üzerinde yürünmeye başlandığını öne sürdü.

Indiana Üniversitesi'nden Kevin D. Hunt, iki ayak sayesinde önceden erişilemeyen yiyeceklerin alınabildiğini savunuyor. John Moores Üniversitesi'nden Peter Wheeler ise, insanların Afrika güneşine daha az maruz kalarak ve daha az yer işgal ederek vücut sıcaklığını daha iyi dengelediklerine inanıyor.

İki ayak ekonomik

Bu liste daha da uzatılabilir, ancak gerçek olan, bu evrim için bir dizi etmenin rol oynadığıdır. William R. Leonard ve Marcia L. Robertson’ın çalışmalarına göreyse, iki ayakta harcanan enerji, dört ayak üzerinde yürümekten çok daha az.

Canlılarda enerjiyi en fazla harcatan unsurlar, hayvanın ağırlığı ve yürüme hızıdır. Önemli bir saptamaysa, iki ayaklı hareketlerin, dört ayak üzerindeyken yapılanlardan çok daha ekonomik olduğudur.

Sözgelimi, dört ayaklılığın farklı bir tarzına sahip olan şempanzeler, hareket ettiklerinde, dört ayaklı bir hayvandan Ğörneğin büyük bir köpekten- yüzde 35 daha fazla kalori yakar.

Şempanzeler, gorillalar ve maymunlar, sık ormanlarda yaşarlardı ve yiyecek bulmak için 500 metre yürümeleri yeterliydi.

Öte yandan ilk insansı evrimin büyük bir kısmı, yiyeceğe çok az rastlanılan veya bulmak için 6 ila 8 kilometre yürümek gereken daha açık ormanlık ve çimenlik alanlarda gerçekleşti.

5 ila 1.8 milyon yıl önce Pliyosen devrindeki iklim değişiklikleri de morfolojik değişimi ivmelendirdi. Afrika kıtası kurudukça, ormanların yerini çimler almaya ve yiyecekler de farklı alanlara yayılmaya başladı. İnsanlar bu dağınık yiyecek kaynaklarına ulaşmak için fazla enerji harcamak zorunda kaldı. Bu nedenlerden ötürü de iki ayak üzerinde yürüme, enerji kazandıran ve insanın beslenme evriminin ilk önemli temeli olarak kabul edilebilir.

İnsanlar, yürüyüş tarzlarını değiştirmenin ardından sıra ikinci aşamaya geldi: beynin büyük oranlarda büyümesi. Fosil kayıtlarına göre Homo beyinleri, bundan iki milyon yıl önce yaşayan

Homo Habilis’te 600 santimetre küpten, 300 bin yıl sonra yaşayan

Homo erectus’larda 900 santimetre küpe çıkmıştır. H. erectus beyni, günümüz insanının beyin boyutlarına değil, ancak insan olmayan primatlarınkilere erişebilmişti (günümüz boyutları ortalama 1.350 santimetre küptür).

Bu gelişimi besinsel açıdan ele alırsak, iri beynimizle ilgili en şaşırtan olay harcadığı enerji miktarıdır. İnsan beyni vücut ağırlığına oranla, diğer primatların beyinlerinden daha büyüktür, ama insan vücudunun toplam enerji ihtiyacı, aynı boyutlardaki memelilerden çok daha fazla değildir.

Enerjimizin kaynakları

Bu nedenle biz insanlar, günlük enerji ‘bütçemizin’ çoğunluğunu doymak bilmeyen beynimize ayırırız. Gerçekteyse dinlenirken yetişkin bir insanın beyni, vücut enerjisinin yalnızca yüzde 20 ila 25’ini alır. Bu oran insan olmayan primatlardaysa yüzde 8 ila 10’dur.

Çok fazla enerjiye gereksinim duyan bir beynin evrimleşmesinin birçok nedeni vardır, ancak bunun gerçekleşmesi için insansıların, kalori ve besin bakımından zengin bir beslenmeye başlamaları gerekiyordu.

Colorado State Üniversitesi'nden Loren Cordain’e göre, günümüzdeki insanlar, enerjilerinin yüzde 40 ila 60’ını, süt, et gibi hayvansal besinlerden karşılıyor. Günümüzdeki şempanzelerse, kalorilerinin yalnızca yüzde 5 ila 7’si bu ürünlerden geliyor. Hayvansal gıdalar, bitkilere kıyasla kalori ve besin bakımından çok daha zengindir.

Homo’ların, beyin gelişimi için gerekli olan yüksek nitelikteki besinlere yönelimini başlatan unsur çevredir. Afrika’daki toprakların sürekli kuruması, insansıların ulaşabildikleri yiyeceğin hem miktarını hem de çeşitliliğini azalttı.

Öte yandan otlakların çoğalması, antilop ve ceylan gibi otlanan hayvanların sayılarında büyük artışa ve insansıların da bu hayvanlara yönelmesine neden oldu. Bunu ilk başlatan H. erectus oldu ve böylece yakalanan av hayvanları kendi aralarında paylaşıldı. Bu dönemde insansıların yaşadıkları bölgelerde çok fazla kemik fosiline rastlanması ve etlerin, taş aletlerle parçalanmasına ilişkin arkeolojik kanıtlar bulunuyor.

Beslenmedeki bu değişimler, atalarımızı tamamen etobur hale dönüştürmedi, ancak mönüye hayvan gıdasının da katılması, insansıların beslenme tarzının sürekliliğinin ve kalitesinin artmasında önemli katkı yaptı. Beslenme kalitesinin artması, insansıların beyninin büyümesini tam olarak açıklayamaz, ancak bu değişimin gerçekleşmesinde etkili olduğu bir gerçektir.

Beynin ilk büyümesinin ardından, ardışık olaylar meydana geldi: büyük beyinler, karmaşık sosyal davranışları, bu davranışlar ileri avlanma taktiklerini ve gelişmiş beslenmeyi, bu da beynin daha fazla evrimleşmesini getirmiştir.

H. erectusların 1.8 milyon yıl önce Afrika’daki evrimleri, insan evriminde 3. dönüm noktasını oluşturdu: İnsansıların Afrika’yı terk etmeye başlaması. Afrika dışındaki en eski H. erectus bölgeleri Gürcistan ve Endonezya’da ortaya çıktı. Bu ‘seyahat tutkusu’nun temelinde yatan güdü ‘yiyecek’ olabilir.

Canlıların tükettikleri besin, canlının yaşaması için yeterli olan alanı da belirler. Etobur hayvanlar yaşamak için, aynı büyüklükteki otoburlara oranla çok daha geniş bir alana ihtiyaç duyar, çünkü alan başına düşen enerjileri daha azdır. İri vücutlu ve hayvan besinlerine olan bağımlılığı giderek artan H. erectusun yerleştiği bölge, austrolopithecine’lerden 8 ila 10 kat daha büyüktü.

İnsanlar, kuzey enlemlere doğru göç ettiklerinde yeni besinsel zorluklarla karşılaştı. Avrupa’nın son buzul çağlarında yaşamış olan Neandertaller, kutupsal iklimlere yerleşen ilk insanlardı ve zor şartlarda hayatta kalmak için çok fazla kaloriye ihtiyaç duydular.

Günümüz toplumlarıyla yapılan kıyaslamalar, bize Neandertallerin enerji gereksinimleri hakkında ipuçları verebilir.

Sibirya’da yaşayan Evenki toplulukları ve Inuit adlı Eskimoların durağan metabolizma hızları, sıcak iklimlerde yaşayanlardan yüzde 15 daha fazladır.

Yaklaşık 70 kilo ağırlığındaki bir Amerikan erkeğinin günlük ihtiyacı 2 bin 600 kilokaloriyken, 55 kilo bir Evenki erkeğinde bu değer 3 bine çıkar. Günümüz kuzey topluluklarını temel alırsak, Neandertallerin günlük 4 bin kilokaloriyle hayatta kalabildikleri çıkarsaması yapılabilir.

Günümüz

Beslenmenin niteliğinin değişmesi, insan evrimini etkilemenin yanında, günümüzdeki nüfus artışında da anahtar rol oynadı. Yemek pişirme, tarım ve gıda teknolojisindeki ilerlemeler, insanın beslenme kalitesini arttırdı. Sözgelimi, tarımdaki gelişmeler sayesinde, az bulunan bitki türlerinin üretimi, sindirimi ve besinsel içeriği yükseldi.

Bu teknoloji günümüzde daha ‘iyi’ meyve, sebze ve ekin elde etmek için genetik yapıyı değiştirmeyi de beraberinde getirdi. Benzer olarak, güç veren sıvı katkılar ve öğün yerine geçen yiyecekler, ‘az enerji harcayarak çok besin alabilme’ ilkesini başlatan atalarımızın alışkanlığının birer devamıdır.

Hepsini bütün olarak ele alırsak, bu stratejinin işe yaradığını görebiliriz; insanlar hala var ve sayıları da giderek artıyor.

Sağlık sorunları

Öte yandan, atalarımızın oluşturduğu enerji dinamiklerinden uzaklaşma, dünya üzerindeki topluluklarda sağlık sorunlarının doğmasına neden oldu.

Gelişmekte olan ülkelerdeki kırsal bölgelerde yaşayan çocuklar, düşük kaliteli beslenme nedeniyle, yetersiz fiziksel gelişim gösteriyor ve bu çocuklar arasındaki erken ölüm oranı da giderek artıyor.

Gelişen ülkelerdeyse bunun tam tersi bir durumla karşı karşıyayız. Şeker ve yağla doldurulan enerji veren gıdaların hem kolay bulunması hem de ucuz olması, bu toplumlardaki çocuk ve yetişkinler arasında obezlik oranını arttırdı.

Yapılan araştırmalara göre, yetişkin ABD’lilerin neredeyse yarısı aşırı şişman veya obez. Yiyecek bulmak için çok az enerji harcayarak ve kaloriyle ‘şişirilmiş’ gıdaları yiyerek, kendi evrimimizin kurbanları olduk.

Tek bir beslenme tarzına bağlı olarak yaşamaya alışık olmayan insan türü, kutuplardan Andlar’a kadar birçok farklı ekosistemde yaşamayı başarmıştır. İnsan evriminin dönüm noktaları, farklı metabolik gereksinimlerimizi karşılayan bir beslenme için yarattığımız çeşitli yöntemler ile enerji ve besinlerin etkililiğinin arttırılması olmuştur.

Kaynak: William R. Leonard; Scientific American, Aralık 2002
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!