Çok işimiz var, çoook...

Güncelleme Tarihi:

Çok işimiz var, çoook...
Oluşturulma Tarihi: Kasım 23, 2003 00:00

O meşum tarihte, 20 Kasım günü, bölge gazeteleri için başlatılan uygulama dolayısıyla, 'il velisi' olduğum Muğla'daydım. Dışarıda pırıl pırıl bir gökyüzü, latif mi latif bir hava... Vali ile görüşmek için Özel Kalem odasında bekliyoruz. Telefon çaldı; Istanbul'dan bir dost, titreyen, hıçkırıklı bir sesle nerede ve nasıl olduğumu soruyor. ‘Muğla'dayım,’ dedim, ‘N'oluyor, neyin var? Sakin ol abi, niye ağlıyorsun?’ Sonra gün boyu telefon hiç susmadı. Ve konuştuğum herkes, bila istisna ağlıyordu. İçime garip bir vicdan azabı çöreklendi. Mümkünatı olsa, koşa-yüze İstanbul'a gideceğim ama naçar düşmüşüm. Cuma akşamına kadar bunun imkan ve ihtimali yok. Orada olmamın herhangi bir şey değiştirmeyeceğini gayet iyi biliyorum. Ama anlatılır gibi bir his değil ki bu; izahatı yok...Birkaç kişi, ‘Aman’ diyor, ‘burası çok fena. Sen bari imkanın varsa, birkaç gün daha orada kalmaya bak. Bayramda gelirsin. Gerçi bayramda da ortam pek tekin olmayabilir. Kalabalık malabalık...’‘Delirdin galiba?’ diyorum ben de, ne diyeyim...İstanbul'a kalkacak uçağın saatlerini sayıyorum. Bir sürü iş var yapacak... Havaalanı'na iner inmez doğru Beyoğlu'na gidilecek. Sonra cenazeler var katılacak... Başsağlıkları dilenecek, vakur durulacak, sessiz gözyaşları akıtılacak, dualar edilecek... Sonra ertesi gün yine Beyoğlu'na gidilecek. Balık Pazarı’nın resim gibi, tablo gibi tezgahları arasında dolanılacak, o güzelim rayiha içe çekilecek...Sonra ertesi gün işe gidilecek, sonra çıkışta yine Beyoğlu'na... Arkadaşlarla müdavim kahvesinde oturulacak, laflayıp, şakalaşıp, zorla da olsa, ağız dolusu gülünecek.Ertesi gün yine, ertesi gün yine... Çok iş var... Hayata devam edilecek...‘Kalabalık yerlere gitme’ diyor kimileri... ‘Ha, tamam, oldu,’ diyorum ben de; ‘Tabii, tabii...’Trafiğe de çıkmayalım o vakit. Kafamıza balkon malkon düşebilir; ara sokaklarda da dolanmayalım o zaman...Kapkaç saldırısına uğrayabiliriz; iyisi mi hepten sokağa çıkmayalım o zaman. Hatta takımının galibiyetine sevinen fanatik bir şehir magandasının serseri kurşununa hedef olabiliriz; balkona bile çıkmayalım o zaman...Zaten pek evcil biri olduğum söylenemez, bundan böyle uyumaktan ziyade herhangi bir şey için eve giren ne olsun.Ölümden öte köy yok. Peki korkudan beter bir ölüm var mı? Her gün korkudan öleceğime, dolduysa vade, bir kez ölürüm, o olur...Bir yáren, başkasından duyduğu bir cümleyi aktardı telefonda: ‘Türk halkı her şeyi, en kötü şeyleri bile unutmaya muktedirdir.’Sevinsek mi, üzülsek mi?... Gülsek mi, ağlasak mı?Lepistes belleğine, yani balık hafızasına sahip olduğu için yakınıp duran, kendiyle dalga geçen Türk milleti...Doğrudur belki de... Belki de bu hakikaten bir kabiliyettir. İhtiyaçtan dolayı, hayatta kalma güdüsüyle geliştirilmiş bir kabiliyet... Acı, acı üstüne... Bunca acıyla ne yapılır?Doğrudur belki de... Türk milleti pek çok şeyi unutmaya muhtaçtır...Cuma 21.30, Bodrum-İstanbul, TK 293... Az kaldı...İstanbul'a varınca çok iş var yapılacak...Unutulmayacak... Ama unutmuş gibi yaşanacak... İstesem...Bizde onyılların en büyük felaketinin yaşandığı sıralarda, 88Bush -ki bildiğiniz üzre dünya medeniyetinin 'güya' liderinin isminin önüne sıfat olarak eklemlenen bu sayı, onun IQ derecesidir- Londra'da, pişekarı Blair ile birlikte İngiliz basınının huzurundaydı.Edi ve Büdü, yan yana dikilmiş, akıllara ziyan bir pişkinlikle AIDS ile ilgili icraatlarından, bağımsız Irak için ne mene kahramanlıklar sergilediklerinden filan bahsediyorlardı. (Bu arada dışarıda on binler, savaş karşıtı protesto eylemleri düzenliyor, üzerinde Bush'un çirkin karikatürlerinin yer aldığı sinkaflı pankartlar açıyorlarmış ne gam...) Zira tüm bu terör örgütlerini vaktiyle besleyip büyüten, silah tacirleri nemalansın diye okyanuslar ötesindeki toprakların düzenine çomak sokan kaka adamlar uzaydan geliyor. Bush ve Blair eksik olmasınlar, bu arada Türkiye'ye taziyelerini iletmekten de geri kalmadılar. Büyük biraderler lütfetti ya, sevindirik olduk, şeref duyduk.Bildiğiniz üzre, Bush'un İngiltere ziyareti için alınan güvenlik önlemleri, paranoyanın sınırlarını zorluyordu. Gelin görün ki, Daily Mirror gazetesi muhabiri Ryan Perry, iki ay önce sarayın güvenlik birimlerini kandırmayı ve içeriye uşak kadrosundan sızmayı başarmıştı, aylardır Buckingham Sarayı'nın koridorlarında, yatak odalarında, yemek salonlarında fink atıyordu. Perry'nin yayınlanan haberde kurduğu bir cümle özellikle dikkat çekiciydi: 'İstesem Başkan'ı rahatlıkla vurabilirdim.'Bu cümle acaba Bush'un terörün hep başkalarının canını alan bir belá olmadığını, Baba II'de Michael Carleone'nin, bir suikast planıyla ilgili söylediği gibi 'Herkese, Başkan'a bile ulaşılabileceğini' idrak etmesini sağlamış mıdır?Kör dövüşüSevinmiştik oysa... Daha doğrusu, utanmasak, neredeyse sevinir gibi olmuştuk. Marazdan hayır doğabilirmiş gibi bir hissiyata kapılmıştık. Öyle ya, devlet erkanı, sinagoglardaki patlamaların ardından, şimdiye dek görülmemiş bir sağduyuyla, her zamanki kekeme-geveze belagatından uzak açıklamalarla, vakur, akılcı, sıcak bir yaklaşım sergilemişti. Uzun sürmeyecekti elbet... İktidar ve muhalefet parti liderleri, atışmak için daha uygun bir zaman ve zemin kollasalar, doğalarına ihanet etmiş olurlardı değil mi? Bu işler böyledir, politika yapmak için her tür fırsat mutlak suretle değerlendirilmelidir, değil mi? Zemin top oynamaya müsait değil mi? Memleket mahşer yerine dönmüş, bir hafta içinde peş peşe tarifsiz acılar yaşanmış. Bizimkiler ne yapıyor? Müzmin muhalif Deniz Baykal, her zamanki gibi, başkalarının acılarından, postlarından kendine prim çıkarmaya çalışıyor. Başbakan, basın toplantısında kaşları burnuna düşmüş, şakaklarındaki damarlar çıkmış bir şekilde, yanıt bábında zılgıt çekiyor. Her zamanki gibi, iki satırlık metanet, sağduyu görmek isteyen vatandaş, ekran karşısında ya sabır çekiyor.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!