Ben Roma'dayken...

Güncelleme Tarihi:

Ben Romadayken...
Oluşturulma Tarihi: Haziran 18, 1998 00:00

Pakize SUDA
Haberin Devamı

Köşelerinden ‘‘Ben Paris'deyken’’, ‘‘Ben New York'dayken’’ diye yazanlara hep özenirdim. Allah bana da kısmet etti. Bugünkü yazımın başlığını ‘‘Ben Roma'dayken’’ diye koyduğum için, hoş görün lütfen.

Efendim on aydır aralıksız süren sahne çalışmalarımdan sonra bir haftalık ara verip yaz sezonuna öyle başlayalım dedik. İyi ki de dedik, son günlerde yorgunluktan, şarkı söylemek için açtığım ağzımdan iniltiye benzer sesler çıkmaya başlamıştı.

Ben evde bir hafta uyumayı hayal ederken, Ece ‘‘Hazırlan Roma'ya gidiyoruz’’ dedi. Şöyle bir düşündüm, beni görmeyen birkaç Avrupa kentinden biriydi Roma. Bunca yıl İtalyanlar’a haksızlık ettiğimi düşündüm ve Ece'nin teklifini kabul ettim.

Hemen vize işlemlerine başladık. Bu arada gideceğimizi kime söylediysem ‘‘Aman paranıza pulunuza dikkat edin’’ dediler. Meğer herkesin bir hatırası varmış. Ben bunları duyunca hummalı bir hazırlığa başladım. Kendime bacaklarında çıt çıtlı cepleri olan pantolonlar aldım, günlük kullanacağım paraları ceplere koyacağım. Ayrıca belime de sumo güreşçilerinin giydikleri gibi kuşakla don arası bir şey diktim. Paraların bir kısmını buraya koyacağım. Bu arada bütün tavsiyeleri can kulağıyla dinliyorum. Kimsenin eline fotoğraf makinesi vermeyeceğim, ‘‘Bizi çeker misiniz’’ diye alıp kaçıyorlarmış. Yalnız Japonlar'a verebilirim, onlar hem dürüst insanlardır hem de makinenin her türlüsüne doymuşlardır herhalde... Elimi hangisini atsam ‘‘Made in Japon’’ yazıyor çünkü.

Sanki Roma'ya gezmeye değil hırsızlara haddini bildirmeye gidiyorum. Görsünler bakalım el mi yaman ben mi yaman?

ENDİŞEYE MAHAL YOK

Ben bu hazırlıklar içindeyken Ece'yle ikimizi yakından tanıyanlar endişe içindeler. Çünkü onunla zaman zaman öyle noktaya geliriz ki bizi seyredenler az sonra kapının önüne çıkıp düello yapacağız zannederler. İkimiz de lafını esirgemeyen ve çabuk parlayan tipler olduğumuz için sık sık yaşarız bu durumu. Allahtan birbirimize benzeyen bir huyumuz daha var. Kinci değiliz. Beş dakika sonra bir şey olmamış gibi düşman çatlatırız. Ayrıca benim hiçbir endişem yok. İkimiz de iş stresinden uzaklaştığımız zaman dünyanın en şeker (!) kadınları oluruz.

Neyse uzatmayalım, gidiş günü geldi çattı. Ece'nin tembihi üzerine elimde iki tane boş bavulla evden çıktım. Hani Türk filmlerinde adam elinde bavulla seyahatten döner, ama öyle bir taşırdı ki o bavulun boş olduğunu hemen anlarsınız. Aynı o durumdayım. Koca bavulları sallaya sallaya gidiyorum.

Ve nihayet Roma'dayız. Dünyanın en tarihi şehrinde tarihten bir yaprak olarak yerimi almış bulunuyorum. Roma'da ilk dikkatimi çeken şey damlardan bacalardan sarkan heykeller oldu. Neredeyse insandan çok heykel var ortalıkta. ‘Bu neyin nesidir’ diye düşündüm düşündüm, en sonunda şuna kanaat getirdim: Bunlar herhangi bir düşman saldırısına karşı kalabalık görünmek için yapmışlar bunu. Düşman uzaktan bakıp ‘‘Aman neme lazım, bunlar adamı tükürükle boğar’’ deyip geri dönüp gidecek, akılları sıra.

OOO... BU NE İLGİ?

İlk gün Ece'yle beraber gezdik, ertesi gün ‘‘Kendi kendine gezersen daha iyi öğrenirsin’’ diye beni İspanyol Merdiveni'nin orada bırakıp otele geri döndü. İyi hoş da öğrensem ne olacak? Roma'ya yerleşip postacı mı olacağım? Neyse artık söyleyecek bir şey yok, başımın çaresine bakacağım. Cesaretle dükkânlardan birine daldım, el kol işaretleriyle ne istediğimi anlatıyorum. Aman tezgâhlarda bir ilgi, bir ilgi, hepsi etrafıma toplandılar. Oradan çıktım, başka bir dükkâna girdim, orada da aynı olağanüstü ilgi. Ben Türkiye'den şartlanıp gelmişim ya bunlar beni boğuntuya getirip paralarımı çalacaklar diye elimle ceplerimi sımsıkı tutuyorum. Sonra anladım ki işaretle konuştuğum için beni sağır dilsiz zannediyorlar. Orada özürlülere çok değer verdikleri için beni yere göğe koymazlarmış meğer.

O günkü sıkıntımı anlatamam. Bildiğim yabancı dil yes; no, O.K. Sıcaklık desen bin derece. Akşam Ece'yle buluştuğumda Roma'nın bana katkısı, boynumda iki sıra isilikle, dudağımda bir uçuk olmuştu.

Birkaç gün içinde duruma alıştım, ama yine de akşamları Navona Meydanı'na gelip de Ece'yi beni beklerken bulduğum anlar en mutlu anlarımdı. Mutluydum dediysem bu arada Ece'yle performansımızı ölçmek için bir iki kavga denemesi yapmadık değil. Bir gece ben meydanda kedi köpekleri severken Ece'nin ‘‘Sen marazisin’’ diye başlattığı tartışmayı karşılıklı olarak çeşitli konularla zenginleştirerek sürdürdük. Bu sırada Navona Meydanı'nda birbirimize bir elense çekmediğimiz kaldı. Aşıklar gibi atışırken elimizde bir bağlamamız eksikti. Sonunda formumuzun yerinde olduğuna kanaat getirdik ve rahatlamış bir vaziyette vedalaşıp odalarımıza çekildik.

SON GÜN SENDROMU

Sayılı günler çabuk geçti ve dönüş hazırlıklarına başladık. Hazırlık dediğim, bavulların kapatılması işlemi. Kapasitelerinin 3 katı eşya ile doldurduğum bavulları kapatmak için bir tam gün harcadım. Üstüne çıktım, tepindim olmadı, boşalttım, altını üstüne getirip tekrar doldurdum. Sanki yerleri değişince küçülecekmiş gibi. Tekrar üstüne çıktım tepindim, olmadı fazlalıkları çıkarıp torbalara doldurdum yine olmadı. Biraz daha boşalttım, neticede iki bavul, 32 torbayla İstanbul'a geldim.

Bavulları açtığımda içinden, 10 paket renkli makarna, ne işe yaradığı belli olmayan ıvır zıvır, burada aynıları daha ucuza satılan bir sürü şey, ayağıma iki numara büyük gelen bir çift ayakkabı, düğmeleri kavuşmayan iki gömlek ve içine giremediğim iki pantolon çıktı. Ben ne bileyim buradaki bedenlerle oradakilerin uymadığını. Bir dahaki sefere mendili bile deneyip alacağım, bu bana ders oldu.






Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!