Üstün zekálı çocukları toplum sevmiyor!...

Güncelleme Tarihi:

Üstün zekálı çocukları toplum sevmiyor...
Oluşturulma Tarihi: Nisan 01, 2002 15:51

Zekaları normal insanlara göre çok farklı çalışan ve bu nedenle de ailede, çevrede, okulda ve toplum içinde büyük uyumsuzluklar gösteren çocuklar veya gençler büyük sorunlarla karşı karşıya.. Sürekli alaya alınmaları ve rahatsız edilmelerini psikologlar, toplumun kıskançlığı ve çekememezliği olarak niteliyor...

Türkiye’de ve dünyada üstün zekalı çocuklarıın yaşamları çok zor. Bu çocukların okullarında ve çevrelerinde büyük zorluklar çektikleri ve dışlandıkları biliniyor. Gerçi, Almanya gibi Avrupa ülkelerinde ve ABD’de zeka katsayıları (IQ) 140 ve üzerinde seyreden ve bazı çok özel yetenekleri keşfedilen çocukların eğitildikleri özel okullar giderek çoğalmaya başladı.

Örneğin Almanya’nın Vestfalya bölgesindeki Geseke kentindeki özel bir öğretim kurumu, üstün zekalı çocuklara yönelik çok özel program uyguluyor.

Burada beşinci sınıftan itibaren iki yabancı dil eğitimi, haftada 34 saat ders, üniversiteye hazırlık, psikolojik ve pedagojik eğitimin yanısıra çeşitli yaratıcılık ve sosyal davranışların geliştirilmesine yönelik uygulamalarıda yapılıyor. Bunların bir kısmı sorunlu üstün zekalılar’ grubuna dahil ediliyor.

Ancak bütün bunlara rağmen, içinde yaşadğımız ve tamamen ‘biz normallere göre’ tasarlanmış bir toplum içinde deha düzeyindeki insanların yaşamları büyük zorluklarla karşı karşıya.

Nitekim ABD’de yaşanan son olay bu konuyu yeniden dünyanın gündemine getirdi.

Mahvetme makinesi

Çocuğunu çok üstün zekalı olduğunu kanıtlamak ve en iyi okulda eğitimini sağlamak için Amerikalı bir annenin IQ testlerinde hile yaptığının ortaya çıkması ortalığı karıştırdı. Elizabeth Chapman ve oğlu Justin’in dramı, şu sıralarda Amerikan kamuoyunu meşgul eden ilginç olaylardan biri.

Annesinin baskısıyla durmadan daha üstün bir performans göstermeye zorlanan Justin’in intihaya teşebbüsü ile bu ilginç olay ortaya çıktı. Anne mahkemede, çocuğuna daha iyi olanaklar ve daha iyi bir yaşam sağlamayı amaçladığını söyledi. Bunun için de test puanlarında hile yaparak, oğlunun Stanford Binet Zeka Ölçeği’ne göre dünyanın en zeki çocuğu olarak tanınmasını sağladığını kabul etti. 298’in üzerine çıkan puanıyla Justin daha önceki bütün rekorları kırmış görünüyordu.

Justin Chapman, iki yaşında keman çalmış, 3 yaşında satranç yarışmalarına girmişti. Ancak annesinin zorlamaları karşısında, intihar etmeye kalkınca hastaneye kaldırıldı.

Kamuoyu da annesinin hile yapmasını fırsat bilerek üstün zekalı çocuklara karşı bilinen olumsuz tepkilerini göstermeye ve Justin’in hayatını iyice mahvetmeye yönelik yayınlar yapmaya başladı.

Justin’in de gittiği Brideun Okulu’ndan öğretmenlerinden Ms. Rice, ‘Bu olay bence dünyanın üstün zekalılar görmek ve sonra da onların mahvoluşunu izlemek istediğini gösteriyor’ diyor.

2 yaşında okuyor

Justin olayını ele alan New York Times gazetesi, gerçekte üstün zekalı ya da üstün yetenekli denilen ve cüceler ülkesindeki Gulliver’e benzeyen bu çocukların yaşamının hiç de kolay olmadığını yazdı ve tarihten bir çok örnek gösterdi.

Rusyalı bir psikoloğun 1909’da 11 yaşında Harvard’a giren oğlu William James Sidis’in başına gelenler:

Bütün üstün zekalı çocukların yaşamöykülerinde gördüğümüz gibi, William da 2 yaşında yetişkinlerin okuyabileceği kitapları okuyor, 5 yaşında anatomi üzerine bir yazı yazıyor, 6 yaşında Yunanca, Almanca, Rusça, İbranice ve Fransızca öğreniyor ve 4-8 yaşları arasında dört kitap yazıyor.

Yine bütün üstün zekalı çocuklar gibi, basın tarafından sürekli olarak izleniyor. The New York Times’da yayınlanan makalelerden birinde, 11 Ekim 1909’da, matematik becerileri, hızla hesaplamalar yapması ve en karmaşık konuları bile kavrayışının herkesi şaşkınlığa düşürdüğü yazılıyordu.

Mr. Sidis’in Harvard’a girdiği ilk yıl Matematik Derneği’nde ‘dört boyutlu cisimler’ üzerine yaptığı konuşma basında yer alıyordu. Bir MIT profesörü öngörüde bulunuyor ve Sidis’in yüzyılın en büyük matematikçisi olacağını söylüyordu.

Aynı basın, çocuğun kendisinden beklenenleri yerine getiremeyişine de aynı ilgiyi gösteriyor, üniversitede geçirdiği duygusal çöküntüyü büyük bir mutlulukla ele alıyordu. Mezun olduktan sonra komünizme yakınlık duyuşu, köpeklerden korkması ve yetişkinliğinde ortadan kaybolarak çoğunlukla kol emeğiyle geçinmek zorunda kalması ayrıntılarıyla anlatılıyor.

Bir dahiyi aslında toplumun bezdirerek yokettiğini izliyorduk. Bunların sonucu olarak Mr. Sidis 1944’te, kendisine işkence yapanlara büyük bir nefret içinde beyin kanaması sonucu ölecekti.

Hilkat garibesi mi?

Üstün yetenekli çocukların her zaman hem hayranlık hem de güvensizlik yarattığını söyleyen Dr. David Henry Feldman, Tufts Üniversitesi çocuk gelişimi bölümünde çalışıyor. "Nature's Gambit: Child Prodigies and the Development of Human Potential" (Doğanın Kozu: Dahi Çocuklar ve İnsan Potansiyelinin Gelişimi) kitabının da yazarı olan Feldman’a göre bu tür çocuklar genellikle sirklerdeki hilkat garibeleri olarak görülüyor. Başarıları hayretle, başarısızları hoşnutlukla karşılanıyor:


‘Bir yandan insanın çok çalışarak hedefine ulaşacağına inanıyoruz, öte yandan I.Q’nun kalıtımsal olduğunu ve kimilerinin yüksek I.Q’ye sahip olduğuna inanıyoruz. Sidis gibi bir çocuk ortaya çıktığında rahatsız oluyor, nasıl düşüneceğimizi bilemiyoruz. Kimse bir başkasının kesinlikle bizden daha iyi olduğu duygusundan hoşlanmaz. Ve herkes bu işte bir hile mi var, çocuk mutlu mu, ya da bu çocuk normal mi diye düşünür. Üstelik bu çocuklar da kendilerini içinde yaşadıkları dünyaya yabancı hissederler.’

Bu tür çocukların sayısı az olduğundan, bu alanda yeterli araştırma da yok. Ama çoğu küçükken daha az uyuyor ve daha çok konuya ilgi duyuyor.

İçinde kedi var mı?

1994’te 10 yaşında South Alabama Üniversitesi’ni bitiren Michael Kearney, telefonla yaptığı bir görüşmede daha emeklerken televizyonu açıp kedinin içinde olup olmadığına baktığını söyledi ve ‘Orta öğrenimi atlayıp üniversiteye gitmeme izin verilmeseydi gerçekten delirebilirdim’ dedi.

"Accidental Genius’ (Rastlantısal Deha) adlı bir kitapla çocuklarını anlatan ana-babası da oğullarını Tasmanya Canavarı olarak niteliyordu.

Michael’ın babası Kevin Kearney, oğlunun ilk kez 4 aylıkken konuştuğunu, 6 aylıkken de doktoruna ‘sol kulağımda iltihap var’ dediğini söylüyor ve bu tür bir çocuğun babası olarak ‘neredeyse doğaüstü bir deneyim’ yaşadığını düşünüyor. 120-140 arası bir zekanın olumlu olabileceğini belirten baba Kearney, bunun ötesine geçildiğinde herkesle bağlantının koptuğunu ve toplumla ilişki açısından çocuğun durumunun bir geri zekalınınkinden farklı olmadığını söylüyor.

Yine de, Michael ve 16 yaşında üniversiteyi bitiren kızkardeşi Maeghan şanslı sayılır.

Michael’ın durumunu izleyen New York, Elmira College’dan psikolog Dr. Martha J. Morelock, ailenin kararlı bir biçimde gerçekleri gören bir tutum aldığını ve çocuğun hayattan kopmamasını sağladığına inanıyor.

Michael’ın sıradan bir eğitim alamayacağını anladıklarında eğitim kurumlarının kararını dinlemeden okulu bıraktırmaları buna bir örnek.


Dáhi beyni nasıl çalışıyor




Üstün zekálı doğanları diğerlerinden ayıran özellikler bilim dünyası için hálá bir sır. Dáhilerin biyolojik yapıları anlaşılmaya çalışılıyor. Yaratıcılıkta, genetik yapıdan sezgiye kadar bir dizi faktör rol oynuyor.


Bilim dünyası, teknolojinin de sunduğu olanaklarla dahilerin beyinlerinde neler olup bittiğini anlamaya çalışıyor. Bu amaçla, son çalışmalardan bir kaçı Fransa’da Ulusal Bilimsel Araştırmalar Merkezi’nde yapıldı. Araştırmacılar Nathalie Tzourio Ğ Mazoyer ve bilişsel nöropsikolog Mauro Pesanti (Louvain Üniversitesi), en karmaşık matematik hesaplamalarını kafasından yapabilen Alman genci Rüdiger Gramm ile aynı yaşta altı deneğin beyinlerini incelediler. Deneyde Alman genci ve diğerleri hesap makinesi kullanmadan, bazı matematik hesapları yaparken, kamera görüntüsüyle beyinlerindeki faaliyetler izlendi.

Alman gencinin beyninde daha çok bölgenin hesaplamalar sırasında bir arada çalıştığı görüldü. Beyinde, uzun süreli bellekte etkin olan beş bölge gözlendi. Altı deneğin beyninde, en çok on veriyi içerebilen sınırlı bir bellek ortaya çıkarken, Alman genci çok daha fazla veriyi aklında tutabiliyordu.

Bu sonuçlar, Mauro Pesanti’nin birkaç ay önce yayınladığı Mathematical Cognition adlı çalışmasındaki verilerle de örtüşüyordu. Pesanti psikolojik bir araştırmadan yola çıkarak, Alman gencinin uzun matematik hesaplamalarını doğrudan belleğinde tutabildiğini göstermişti. Bu tür bir bellek ‘Epizodik’ olarak adlandırılmakta, yani kişinin bireysel deneyimleriyle yakından bağlantılı bir özellik taşımakta.

Beyin antrenmanı

Bu ve benzer deneylerden yola çıkan bilim adamları uzun süreli bir egzersizle insanın beyninin daha fazla bölgesini harekete geçirebileceğini ve etkinleştirebileceğini belirtiyorlar. Yoğun bir egzersiz programıyla, kişi beynin faaliyetlerini kökten değiştirebiliyor.

Bu deneyler şu sorunun sorulmasına yol açtı: Dahiler, zamanının tümünü belli bir konuya ayırıp böylece farklı yetenekler ortaya koyabilen, başka hiçbir şeyle ilgilenmeyen manyaklar mı? ‘Ebelek bilim adamı’ görüşü bu deneylerden elde edilen verilerle örtüşüyor. Bu kişiler, müzik, matematik, resim v.b. alanda olağanüstü bir yetenek sergilerken, diğer konularda vasat bir zeka düzeyinde kalıyor. Tek bir konuya odaklanmak, yetersizlik sonucu dış dünyayla ilişkilerini geliştirememekten de kaynaklanıyor olabilir. Bilim adamları buradan yola çıkarak şu soruyu yöneltiyorlar: dünyada iz bırakmış kişilerin dehaları, beyindeki bazı kapasite eksikliklerini gidermeye yönelik bir telafi mekanizması mı işletiyor? Mesela Einstein’in çok geç konuşmaya başladığı, hatta olgun yaşta bile düşüncelerini sözcüklerle ifade etmede zorlandığı bilinir.

Fransız nörobiyolog JeanĞPol Tassin, ‘entelektüel kapasitenin gelişmesinde psikolojik ve çevresel faktörlerin tabii ki rolü var’ dedikten sonra, ‘zeká’nın oluşumunda genetik yapının belirleyiciliğini vurguluyor. Ona göre zekánın işleyişinde iki farklı yöntem rol oynuyor: Örneksemeli yöntemde bilgi son derece hızlı bir şekilde işleniyor.

Bilişsel yöntemde ise bilgi kalıcı özellikte ve bilinçli bir şekle bürünüyor. Bilişsel yöntem prefrontal korteksten kaynaklanıp bu bölgenin olgunlaşmasıyla gelişiyor. Bazı kişiler de organik kapasiteleri daha elverişli olduğu için bilişsel yöntemlerle öğrendikleri bilgileri diğerlerine göre daha uzun süre akıllarında tutabiliyorlar.

Ampul’ün birden yanması

Einstein ve ve ünlü Fransız matematikçi Poincare, yaratıcılıklarının bir şimşek çakması şeklinde aniden ortaya çıktığını anlattılar. Dehaları uzun bir bilinçli çözümleme sürecinden çok, her tür mantık ve rasyonalizmden uzak, ani bir bilişsel atak ve aydınlanma anının ürünü.

Poincare de yaratma sürecini dört ayrı evrede tanımlıyor:

1) Kişinin bilinçli olarak sorunu özümseyeceği dönemi kapsayan sindirme,

2) arkasından önceden edinilmiş olan verileri kişinin bilinçsiz bir şekilde ‘ele aldığı’ hazırlık dönemi,

3) çözüm aniden, beklenmedik bir anda ortaya çıktığı için en çarpıcı evre olarark isimlendirilen aydınlanma ve;

4) belli bir mantık çerçevesinde fikirlerin birbirlerine eklemlenmesiyle, içeriğin rasyonel terimlerle ortaya konulduğu açıklama dönemi.

Şimdi tüm bu evrelere bakıldığında aslında ani çözümleme olarak tanımlanan olgunun, gerçekte ise bilginin uzun süreli bilinçsiz işlenmesinin ürünü olduğunu gösteriyor.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!