Üçü de aynı koğuştaydılar

Güncelleme Tarihi:

Üçü de aynı koğuştaydılar
Oluşturulma Tarihi: Mart 23, 2002 23:08

Nail Keçili şimdiye kadar 1 kere hapse girdi. O tecrübeden 2 kitap çıkardı. Biri kızı Nazlı'ya ithaf ettiği ‘‘Ulucanlar Cezaevi'ndeki Tutukluluk Notları’’, diğeri ise ‘‘İstanbul Kartal Özel Tip Cezaevi Anıları’’.

Üç tane ünlü isim yanyana aynı koğuşta kalınca söz konusu anıların ilgi çekmemesi mümkün değil tabii. Türkiye'de binlerce insan cezaevine girdi, binlerce insan cezaevindeki günlerini anlatan kitaplar yazdı ama burada alıntılarını yayımladığımız Türkiye'deki Beyaz Türkler'in en önemli temsilcilerinin yaşadıkları. O yüzden biraz farklı muamele görüyor! Bugün Kartal, yarınki Gözlük'te Ulucanlar'dan alıntılar...

DÜNYANIN SONU DA VARMIŞ

Gördüklerime inanmak istemiyorum! Mahzen gibi bir koridor. Sağlı sollu kapılar. Kapıların ardından gelen acılı ve boğuk sesler. İki pis ranza. Ağır bir koku. Açık bir tuvalet. Parçalanmış bir sifon. Burası tam bir hücre! Boyu 3, eni 2 metre. Duvarlar o kadar pis ki, dayanmak olanaksız. Oturacak yer yok. Koridorlardan çığlıklar geliyor. Sloganlar atılıyor. Bu, hücredekilerin birbirleriyle kendi yöntemleriyle haberleşmeleri olsa gerek. Bize gelince... Ölmek üzereyiz! Demek ki, dünyanın sonu da varmış. Herşey bitti! Midemiz bulanıyor, kulaklarımız uğulduyor.

BİZİ ÖLDÜRMEK Mİ İSTİYORSUNUZ

Kapıya vurmaya başlıyoruz! Gardiyan yok. Yan hücrelerden kim olduğumuzu öğrenmek istiyorlar. Onlardan değilsek, bize mutlaka bir şey yapacaklar. Sonunda gardiyan geliyor: ‘‘Sesinizi çıkarmayın, cevap vermeyin.’’ Zaman duygumu kaybetmek üzereydim ki, gardiyan beni Müdür'ün makamına götüreceğini söylüyor. Hücreden çıkıyorum, koridorlardan ve bitip tükenmek bilmeyen labirentlerden geçerek Müdür'ün odasına giriyorum. Ve şöyle diyorum: ‘‘Siz bizi öldürmek mi istiyorsunuz?’’ dedim. ‘‘Yoo, sizi Cavit Bey'in odasına koyacağız’’ diyor.

DİNÇ BABA DA BİZİMLE OLSA

İşte, yılların dostu Cavit Bey'le karşı karşıyayız! Hemen birbirimize sarılıyoruz. Öpüşüyoruz. Leş gibi kokuyorum herhalde. Dehşet hücresinin iğrenç kokusu üzerime sinmiş olmalı... Keşke müşterek dostumuz Dinç Baba'yı da getirtebilsek buraya. Üçümüz de, geçmişe dayanan arkadaşlığımız süresince birlikte yaşadıklarımızı yine birbirimize anlatsak, eski günlerin anılarını tazeleyerek dişlerimizi sıksak...

CAVİT VE BEN TEMİZLİK KOLUYUZ

İştahsızım. Cavit Ağabey de öyle. Hapishane yemeği yiyoruz. Yine de kantin alışverişimiz sürüyor. Etrafı birlikte silip, süpürüyoruz. İki kişinin bulaşığını yıkamak da sorun değil. Don, atlet, çorap, ilaç, hepsini buradan sağladım... Bu sabah boktan bir Permatik'le sözüm ona sakalımı tıraş ettim. Bu Permatik denen illeti kim imal ediyorsa, onu da aşağıdaki hücreye koymalı...

ERMAN ABİ KORKAR GELMEZ BÖYLE YERLERE

Geçenlerde Cavit Ağabey'le ortak dostumuz Erman Yerdelen'e mektup yazdık ve ‘‘Bizi görmeye gel’’ diyerek müştereken imzaladık. Sonra da başladık gülmeye... Çünkü Erman Ağabey böyle yerlere gelemez. Hem korkar, hem dayanamaz...

DİNÇ BABA'DAN HİÇ HABER YOK

Dinç Baba'dan hiç haber yok. Burada, yandaki odadakilerle bile haberleşmek olanaksız. Duyduğum kadarıyla Dinç Baba, kimseyle konuşmuyormuş. Minik avluya çıkarıldığı zaman sürekli yürüyor ve koşuyormuş...

SALAK MIYIZ KREDİ İŞİNE GİRELİM

Herkes derdini anlatabildiği kadarıyla anlattı Mahkeme Başkanı'na. Sıra bana geldi. Son dakikalarda, kendimi tutamadım ve ‘‘Sayın Hakim, gerek ben, gerek Dinç Bilgin, işlerimizi çocuklarımıza bırakıp, pırıl pırıl bir emekliliğe hazırlanırken, salak mıyız ki, suç teşkil edecek bir kredi işine girişelim? Suratımızda öyle bir geri zekalılık mı görüyorsunuz?’’ deyiverdim. Başladı mı hakim bana kötü kötü bakmaya... İşler sarpa sarıyordu. Sözlerimi ‘‘Arz ederim Efendim’’ diye noktaladım.

BİLGİN'İN KOĞUŞUNDA ŞOK GEÇİRDİK

İki ay önce, Cavit Ağabey'le birlikte Dinç Bilgin'in koğuşuna taşınma izni almıştık... Eşyamızı toplayıp, gardiyanların yardımıyla iki koğuş öteye geçtik. Kan ter içinde bir girdik ki, ortalık inanılır gibi değil! Yerler, tavanlar, süpürgelikler kirden ve tozdan renk değiştirmiş, kirli bir griye dönüşmüş. Lavabo pas renginde. Alaturka tuvalet taşı da aynı. Duvardaki beyaz fayanslar çürük dişler gibi sararıp kararmış. Her taraf toz. Cavit Ağabey de ben de şok geçirdik! Böyle pejmurde bir yere geleceğimizi bilsek, vazgeçer Dinç Bilgin'i yanımıza aldırırdık. Çünkü Cavit Çağlar'la ben, elimizde deterjanlar, fırçalar, kovalar ev gibi pırıl pırıl tutuyorduk koğuşumuzu. Burada da iş başa düşmüştü. Sıvadık kolları. Yerleri sil, taşları ov, duvarları, tavanları süpür... Ancak iki günde yaşanabilir duruma getirdik yeni mekanımızı... Dinç Ağabey, dünyanın en titiz, en temiz adamıdır. Her zaman pırıl pırıldır. Meğerse, inanılmaz bir biçimde neyin, nasıl ve neyle temizlenmesi gerektiğini bilmiyormuş...

HİÇ BOŞ ZAMANI YOK YA YİYOR YA KOŞUYOR

Koğuşun pırıl pırıl tutulması işini biz üstlendik. Dinç Ağabey de, günde iki icraatla hapishane günlerini tüketmeye çalışıyor. Sabahın beşinde uyanıp, sekize kadar avlunun mütevazi boyutları içinde yürüme-koşma arası bir spor yapıyor. Dolap beygiri misali avluyu dönüp dolaşıyor! Sonra duş ve kahvaltı... Gazetelere göz atma, ardından yine koşu. Akşam televizyon seyrederken de, kantinden ne temin edebilirse -çekirdek, peynir, kraker, çikolata- atıştırıyor, hiç durmadan. Yani bir anlık boş zamanı yok Dinç Bilgin'in: Ya koşuyor, ya yiyor!

Cezaevine koyarak Allah beni korumaya aldı

Çok büyüdünüz, çok lüks yaşadınız, her yerde efsaneleriniz anlatılıyordu. Şimdi keşke o kadar şatafatlı yaşamasaydım da, bunlar başıma gelmeseydi diyor musunuz?

-Ne münasebet. Ben dünya 78'incisi olmuş bir şirketin sahibiydim. Cenajans Grey'in yüzde 80'i bana aitti. 99 yılında 400 milyon dolar ciro yapmışız, 28 milyon dolar vergi ödemişiz. Devlete olan vecibelerimi yerine getirdikten sonra istediğim herşeye sahip olabilirim, kime ne? Ayrıca ben iyi yaşamasını severim. Güzelden anlarım. Çirkin insanları sevmem. Çirkin insanlarla diyalog bile kurmak istemem...

Ama bunlar insanı rahatsız eden laflar...

-Ee ne yapayım yani? Yalan mı söyleyeyim? Üstelik bu ülkede gelirinin nereden geldiği belli olmayan bir sürü insan var. Onlar benden çok daha şatafatlı yaşıyorlar...

Bana hiç öyle gelmiyor ama. Kitabınızda Murat Demirel'le tanışmanızı bir anlatmışsınız Allah muhafaza! Teknedesiniz, tekne sizin, dünyanın en nadide teknelerinden biri, ikram güzel ve bol, yardımcı elemanlarınız tertemiz üniformaları içinde hazır beklemekteler...

-Ne var bunda? Bir güzel davet vermişseniz, misafirlerinizi ağırlamışsanız, insanlar da mutlu olmuşlarsa, suç mu yani? Hakkımdaki efsaneler beni hiç ilgilendirmiyor. Tabii ki teknem olacak. Daha 6 yaşında tekneyle haşır neşir olmaya başlamışım. Yıllarca Türk Denizlik Cemiyeti'nin Komodorluğunu yaptım, hala yapıyorum. Evet, uçağım da var. Ama 15 senedir. İlk aldığım uçak 24 yaşındaydı. Sonra, sonra daha iyilerini alabildim.

Çok zengin bir yaşam sürmenin insana getirdiği avantajlar ne dezavantajlar ne?

- 55 yaşına geliyorum ve utanmadan söyleyebilirim ki, ben güzel yaşadım. Bütün dünyayı gördüm. Yaşam tarzım, Monte Carlo'dan Amerika'ya kadar çevremi oluşturan insanlar, yurt dışındaki tanıdıklarım, benim işimdeki başarımı sağladı. Cenajans Grey, son 20 yılın en büyük reklam ajansıydı. Kimse işimdeki başarılarımı hatırlamıyor ama sürekli yatlar, katlar, uçaklar soruluyor! Hayat stilimde şimdi de çok fazla bir değişiklik yok ki.

İyi de herkesin uçağı olamıyor!

- İyi de benim suçum ne? Üstelik, ‘‘Yüzde yüz hizmet ajansı’’yım diye ortalığa çıkmışım, müşteri istediğinde bedeli karşılığında uçağımı tahsis ediyorum. Bu işimi ciddiye aldığımı göstermez mi?

İş aleminde çok aktif bir ''lobici'' olmak tehlikeli mi?

- Tehlikeli. Olmaması lazım, ama Türkiye'de öyle. Biz, reklam ajansı olarak siyasi propaganda yapmışız. Bu işe ilk biz başlamışız. Demirel, Özal, Ecevit, Kenan Evren, Türkeş, Tansu Çiller... Hizmet ettiklerimiz ya iktidara gelmişler ya önemli yerlere. Şimdi farkediyorum ki, politik şahsiyetlere verilen hizmetlerin faturaları çok ağır ödetiliyormuş.

Peki reklam ajansınız ne oldu, ne olacak?

- Şimdi sadece Cenajans var. Grey'le ilgili olarak beklenmedik bir sürprizle karşılaştık. Müthiş oyunlar, entrikalar...

İhanete uğramış gibi mi hissettiniz?

- Gibi değil. İhanete uğradım! Yanımda yetiştirdiğim, en kıymet verdiğim elemanlar, Amerikalı ortaklarımızı ‘‘Bu adam bir daha çıkmaz!’’ diye kışkırtarak tahrik ettiler. Zaten küçülmekte olan bir pazarın en büyük şirketi, o dev kadrosu ve dev imkanlarıyla ikiye bölündü. Cenajans'ın durumunu denizci tabiriyle açıklayayım: ‘‘Gemi batmadı, fırtınayı atlatıyor.’’ 200 kişilik bir kadroyduk, 40 kişi kaldık. Bu binadan çıkıp daha küçük bir yere geçiyoruz. İşin başında kızım Nazlı var...

Onca parlak bir hayattan sonra, hapishane günleri insanda nasıl bir etki yaratıyor?

- Sizin hiç aklınıza gece yatarken, ‘‘Allah'ım beni hapisaneye girmekten koru!’’ diye dua etmek gelir mi? Benim de gelmezdi. Ama şimdi ediyorum. Cezaevi, dünyanın dibi. Ondan sonra toprak, ondan sonra mağma...

Cezaevindeki bir buçuk yılın sizdeki somut karşılığı nedir?

- Ruhen anlatamayacağım kadar zenginleştim. Artık farklı biriyim. Herkese, ‘‘N'olur beni eski Nail Keçili zannetmeyin’’ diyorum. Problem zannettiğimiz hiç bir şey önemli değilmiş. Salakçaymış. Hayat çok kıymetliymiş.

Amacınız kendinizi aklamak olmasın sakın?

- Öyle bir derdim yok. Kalbinizde ve kafanızda ‘‘fahişe’’ olmadığınızı bildikten sonra, başkaları isteği kadar size ‘‘fahişe’’ desin...

Artık pek mülayimsiniz galiba!

- Artık hiçbir şeyi agresif değerlendirmek istemiyorum. Allah bu tecrübeyi yaşamamı istedi! Allah beni cezaevine koyarak korumaya aldı! Ben içeride Teksas, Tommiks de okuyabilirdim, ama dini kitaplar okudum. Yaratılışla, insanlıkla, metafizikle ilgili kitaplar. Ve pek çok yanlışımı farkettim.

İyi de sizi kim yaktı?

- Bunlar önemli değil ki. Bazı şeyleri sorgulamamanız lazım, doğrudan kabul etmeniz gerekiyor, aksi takdirde delirirsiniz. Tabii ki biliyorum beni kim, niçin yaktı, yakmak istedi. Bilmemem mümkün değil ama bütün bunlar vesile.

Siz sütten çıkmış ak kaşık mısınız?

- Ne bileyim ben. Zaman gösterecek. Muhteşem sabırlı bir adam olarak çıktım oradan. Artık kızmıyorum bile. Ani feveranları olan bir adamdım, üç saniyede patlardım. Şimdi, nerdeee! Bir de artık haddimi biliyorum. Bu ülkede hangi sınırlar içinde, nasıl bir özgürlük çerçevesinde yaşayabileceğimi gayet iyi biliyorum...

MÜSTAHAKSIN NAİL

Eski bir kız arkadaşım cezaevindeyken bir mektup yollamıştı, ‘‘Çok üzülüyorum sana ama yapabileceğim bir şey yok’’ diye başlıyordu. Mektubun bir yerinde de, ‘‘Aslına bakarsan bu başına gelenler iyi de olmuş’’ gibi laflar var. ‘‘Müstahaksın!’’ diyor yani. Sebebi ilişkimiz sırasında halledemediğimiz bir takım hadiseler. İnsan hayatta isteyerek ya da istemeyerek birilerinin kuyruğuna basıyor. Siz mağdur duruma düşünce de, onlar bu fırsatı kullanmaktan zevk duyuyor.

DOSTUM KERTENKELE

Bir gece yanlışlıkla hücreye soktular. Orada örümceğin yavrusunun düştüğünü gördüm, elimle alıp, tekrar annesinin karnına koydum. Normalde örümcek görsek farketmeyiz bile, üzerine basar geçeriz. Ama içeride örümceğin bile kıymetini anlıyorsun. Bir kertenkele vardı mesela, ‘‘Ne yer ki acaba, ne versek bu hayvana’’ diye düşünüyorduk.

Bu bir hortumculuk röportajı değildir

Bu röportajın amacı, bundan iki yıl öncesine kadar Türkiye'nin en büyük reklam ajanslarından birinin sahibinin bir buçuk yılını ‘‘NEDEN?’’ cezaevinde geçirdiğini sorgulamak değil... 1. Bana düşmez. 2. Zaten cevap vermez. 3. Bu durumdaki herkes kendini aklamaya çalışır. 4. Hukuki süreç devam ediyor, bu röportajı yapan kişi de, (o ben oluyorum!) olumlu ya da olumsuz yargıyı etkilemek istemiyor. Tamam mı, anlaştık mı? Yani lütfen bana kimse, ‘‘Niye banka boşaltmayı sormadın!’’ demesin. Bu röportaj, onun röportajı değil! Peki ben ne yapmaya çalışıyorum: (Hayat boyu izahat veriyorum!) 55 yaşında, zengin, o güne kadar lüks ve sefahat içinde yaşamış bir ‘‘Beyaz Türk’’ reklamcının, cezaevinden çıktıktan sonraki durumunu saptamaya çalışıyorum. Ama durup dururken yapmıyorum. Nail Keçili cezaevinde tutuklu kaldığı bir buçuk yılı anlatan bir kitap yazdı. Hatta iki. Henüz piyasada yok. Kitapçı raflarında yer aldıklarında çok ses getireceğini tahmin ediyorum. Dinç Bilgin'i, Cavit Çağlar'ı, Nail Keçili'yi ve daha bir sürü insanı bir başka gözle okuyorsunuz. Ama biliyorum, ben boşuna nefes tüketiyorum! Siz nasıl düşünmek istiyorsanız öyle düşüneceksiniz. Buyrun, buradan yürüyün...

REKLAMCILIĞI BIRAKTIM MEDYAYA GİRİYORUM

35 yıllık reklamcı Nail Keçili bundan sonra ne yapacak?

- Herkes yeniden reklamcılık yapacağımı düşünüyor. Asla! Yeniden sıfırdan başlamak istemiyorum. Kalkıp sanayici olacak halim de yok. Medyaya giriyorum! 35 yıllık tecrübemle, gazete sayfalarının yeniden reklamla dolması için çalışıyorum. Medyada böyle bir görev üstlendim. Sabah'ın tepesindeki Medya Holding'te bir odam var. Dinç Bilgin'le yeni projeler üzerine çalışıyoruz. Kafası gazeteciliğe çok erer, biliyorsunuz, iyi gazetecidir. Mesleği ayakta tutmak ve hep birlikte ayakta kalmak için ciddi ciddi çalışıyoruz.

Dinç Bey'le bu yakınlık cezaevinde mi kuruldu?

- 30 senedir yakınız. Asgari müştereklerde zaten çok birbirine benzeyen insanlardık. Sonunda da Allah, bir sene aynı koğuş içinde yaşattı bizi! Orada farklı bağlılıklar oluşuyor. Yeniden çocuğum olsa, 18 yaşına gelince şöyle iki ay bir hapishanede yatsın isterim...

FAHİŞE DÜNYASINDA BENİM YERİM NERESİ Mİ?

Parayla bedenini satan, bana göre gerçek fahişe değildir. Çünkü onun ne yaptığı belli, ortada yani. Oysa, etrafımızdaki başka türlü fahişelerin hepsi kendini namuslu ve temiz göstermeye çalışıyor. Tüm bu fahişe dünyasında benim yerim neresi mi? Kendimi savunmam gerekirse, ben birinci kategorideki, bu işi parayla yapanlardanım.

Dedesi asıldı, babası kendini astı

Ertuğrul Sosyal, Nail Keçili'nin hayatında ne ifade ediyor?

- Ertuğrul Soysal, benim üvey babam. Küçükken ‘‘Bu adam, bana eziyet etmek için var!’’ derdim, kötü olduğunu düşünürdüm. Kıymetini sonradan anladım. Motosikletinizi sattırıp yerine bisiklet aldıran adamı sever misiniz? Zengin bir babanın tek çocuğu olarak dünyaya gelmişim, haliyle şımarığım. Düşünsenize 6 yaşında otomobil kullanmışım, 11 yaşında Vespam olmuş... Ama üvey baba sattırıyor! Arabayı da artık kullanamayacağımı söylüyor. İstersem yıkayabilirmişim! Ertuğrul bey denince aklıma disiplin, prensipler ve otorite gelir.

O beyefendiliğin ve dürüstlüğün simgesiydi. Siz bugün neyin simgesisiniz?

- Şu son durum itibariyle neyin simgesi olduğumu bilmiyorum. Çok da üzerinde durmuyorum.

Peki gerçek babanız... O neden kendini asıyor?

- Çünkü babam küçükken, dedem asılıyor. Babam da zannediyor ki, İttihatçı olduğu için babasınıAtatürk astırıyor. Ama sonradan öğreniyor ki, bu işin Atatürk'le alakası yok, İsmet Paşa'yla var! Sıkı bir Demokrat Partili kesiliyor. Adnan Menderes'le yakın filan. Bu arada müteahhitliğe başlıyor, zengin oluyor. Ama 27 Mayıs ihtilalinde ciddi bir mali sıkıntıya giriyor. Sonra da, ben 11 yaşındaydım o zamanlar, ofisinde canına kıyıyor...

Dedenizin hatta babanızın yaşadıklarıyla, sizin yaşadıklarınız arasında bir paralellik var mı?

- Bence var. Nedense bu aileye hep faturalar ödetilmiş.

Peki dedeniz Nail Bey'in Atatürk suikastinde adının geçmesi, suçlanması ve idam edilmesi olayıyla siz nasıl başa çıktınız?

- Başa çıkmam gerekmedi. Ben bir Atatürk hayranıyım. Babam da öyleydi. Ailesinin başına gelen felaketin Atatürk'ten değil, başka taraftan geldiğine kendini inandırmıştı. Onunla kendi içinde uzlaşmıştı.

KEÇİLİ AİLESİNİN KADERİ

Nail'in Keçili'nin babası Celal Bayar ve Adnan Menderes'le birlikte. İşte kitabında babasına dair yazdıkları: ‘‘1961'in 6 Nisan'ında kendi elleriyle hayatına son verdi ve gitti. Keşke yapmasaydı... Dayansaydı... Yeniden kazansaydı... Babama çok kızdığım zamanlar oldu. Beni bırakıp gittiği için isyan ettiğim, deliye döndüğüm. Ama şimdi kendi başıma gelenleri gördükçe, haksızlıkları bizzat yaşadıkça babamı bağışlıyorum.’ Nail Keçili'nin annesi Atatürk'e çiçek verirken. Gelecekteki kayınpederinin Ata'ya suikast iddiasıyla suçlanıp, idam edileceğinden henüz bihaber.

KEDİ TANTAN'IN HİKAYESİ

Hiç şüphe yok ki baba-kızın çok özel bir ilişkileri var. Nail Keçili, cezaevinde yazdığı kitabı kızı Nazlı'ya ithaf ediyor ve son bölümünde de ona yazdığı mektuplara yer veriyor. Neredeyse olan biten herşeyi kızına rapor etmiş: ‘‘Biraz evvel, kapının üstündeki minicik kapak kendiliğinden açıldı ve kedi TANTAN içeri girdi. Süt ve tavuk kemiği verdik. Sonra Murat (Demirel) Bey, ‘Çıkartın şunu dışarı!' diye tutturunca, yine o kapaktan zorla çıkarttılar. Ben de sinirlendim ve koğuş tarafına gidip, sana mektuba oturdum. Ama hala espri yeteneğimi kaybetmedim. Etmemeye de çalışıyorum. Mesela ‘Sayın Bakan, bu akşam bulaşıkları siz yıkayın!' diyebiliyorum. Ya da beyaz enerjicilere, ‘‘Sayın Genel Müdür, bu kadar düşük rüşvetle iş yapılır mı, yazık size!' diyorum.’’

KÖPEKLERİ KADINLARDAN DAHA ÇOK SEVİYORUM

Ben küçük notlar tutarım ve küçük kitaplar yazarım. ‘‘Kadınlar ve köpekler’’ diye bir kitap yazmaya başladım mesela. Çünkü köpekleri kadınlardan daha çok seviyorum. Bir sürü sebebi olabilir. Bazı şeyleri insan tam olarak ifade edemez ama içinden öyle gelir. Köpeklere daha çok güven ve çok saygı duyuyorum. Onların benden bekledikleri sadece sevgi.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!