İstanbul'un portresini çekiyor

Güncelleme Tarihi:

İstanbulun portresini çekiyor
Oluşturulma Tarihi: Kasım 21, 1998 00:00

Haberin Devamı

Yıllar sonra yine İstanbul'daydı. Yine elinde Leica'sıyla sabahın erken saatlerinde düştü yollara. Eyüp'te kahve işleten kadim dostu dedeye uğradı önce...Sonra 60'lı yıllarda ilginç görüntüler yakaladığı Sultanahmet'e gitti... Yakın dostu, meslektaşı Ara Güler'le buluştu. Beyoğlu'nda gezerken bir grup Kürt protestocunun gösterisinde buluverince kendini, dövülme riskini göze alarak daldı aralarına. Bugün 75 yaşında olan Marc Riboud hâlâ ilginç enstantanelerin peşinde...

Çok farklı dönemlerde İstanbul'a geldiniz. 20 yıl sonra yine İstanbul'dasınız...

- İlk kez 1954'de geldim İstanbul'a. O yıl Ara Güler'le tanışınca daha sık ziyaret ettim İstanbul'u. 1960 ve 80'de bir kere daha geldim. Son iki yıldır sekizinci gelişim. İstanbul üzerine bir kitap hazırlıyorum. Büyük bir olasılıkla 1999'un sonbaharında çıkacak. Bu yüzyılın sonunu duyuracak bir sergi de açacağım İstanbul'da. Bu kentte değişmeyen tek şey değişim! İlk fotoğraflarımı İstanbul'da çektim. Vizüel açıdan 1954'ten beri çok şey değişmiş İstanbul'da. Ama dostluklar, misafirperverlik hep aynı. Mesela bundan 44 yıl önce başı kapalı bir tek kadına bile rastlamamıştım. Şimdi sayıları çok fazla. Ama bunun yanında Paris'te göremeyeceğiniz kadar liberal, modern kadın da var İstanbul'da. Çelişki dolu, hayat dolu, kıpır kıpır bir şehir. Bu yüzden İstanbul'un portresini çekmek çok zor. Çünkü sürekli hareket halinde. Ama armonik bir hareket. Bu bir fotoğrafçı için heyecan verici...

İstanbul'da fotoğraf açısından kopamadığınız yerler var mı?

- Zamanla değişiyor bu yerler. 1954 yılında Ayasofya'nın yanında küçük bir pansiyona yerleşmiştim. Sabahın erken saatlerinde çıkıp Sultanahmet'i karış, karış, küçük sokaklarına kadar arşınlardım. Bazen 10 saat yürürdüm. İyi fotoğraf yakalamak için yürümekten kaçınmamalı. Eyüp en sevdiğim yerlerden biriydi. Dedenin yerine giderdim. Onunla hala çok iyi dostuz. Çingene mahallelerine giderdim. Şimdi şu büyük alışveriş merkezini seviyorum. Akmerkez! İstanbul'un modern yüzü. İlginç portreler yakalayabilirsiniz Akmerkez'in içinde...

ZITLIKLARIN ŞEHRİ

Yaklaşık 50 yıldır yolculuk yapıyorsunuz. İstanbul'un ülkelerdeki şehirlerden farkı nedir? Neden kitabınızın konusu İstanbul?

- Ben sonradan dost kalabildiğim şehirleri seviyorum. İstanbul bunların başında geliyor. Bu kentte değişmeyen tek şey dostluklar... Suyun olduğu kentlerin de bir tılsımı vardır. Boğaz'ı seviyorum. Buluşma noktası olan şehirleri seviyorum. İstanbul iki bin yıldır doğuyla batının buluştuğu bir kent. Zıtlıkları seviyorum. Bu kentte her türlü zıtlığa rastlayabilirsiniz. Kitabımda retrospektif çalışmalarım ve son iki yıldır İstanbul üzerinde yoğunlaşarak çektiğim fotoğraflar olacak. Bir rehber, ansiklopedi niteliğinden kişisel notların, gözlemlerin toplandığı bir kitap...

Nasıl iyi fotoğrafçı olunur?

- Öncelikle dayanıklı ayakkabılarınızın olması şart. Bir fotoğrafçı için en kötü şey üşengeçlik ve rutine alışmaktır. Üşenmeyecek yürüyeceksiniz. Hava kötü olsa bile...Yağmurda, siste, çamurda...Çok kötü havalarda çok güzel fotoğraflar çıkabilir...Her türlü kötü koşulu kendiniz için bir avantaj haline getireceksiniz. Ayrıca iyi bir bakışa da sahip olmak gerekiyor tabii. Merak da önemli.

Bazı ünlü fotoğrafçılar için ‘‘O doğuştan fotoğrafçı derler’’...

- Ben olağanüstü yeteneğe inanmam. Sonradan da fotoğrafçı olunur. Ben mühendislik okudum mesela. Sonradan fotoğrafçı oldum. Büyük düşüncelere sahip insanların fotoğrafçı olabileceğini düşünmüyorum. Gözlem yapmak ve fotoğrafta geometriyi yakalamak bence büyük düşüncelere sahip olmaktan daha önemli. Biz 7 kardeştik. Abilerim benden zekiydi, büyük düşünceleri vardı. Hepsi de büyük işadamları oldular. Mesela biri Dannone'u kurdu. Ben onların yanında çok az konuşurdum. Bana onları seyretmek ve gözlemlemek düşerdi. Bu da çok eğlenceliydi. Hala da çok eğlenceli.

Fotoğrafçılığa nasıl ilgi duydunuz?

- 4 yaşındaydım. Öğle uykusu için yatağa yatmış tavana bakıyordum. Pencereler kapalı olmasına karşın dışarda yürüyen insanların gölgesi ters bir şekilde tavanda yürüyordu. Bu görüntüden büyülenmiştim. Uzun yıllar sonra fizik dersinde anladım ki, odam sanki bir kamera obscura olmuştu. İlkel bir fotoğraf makinesi yani... O günden bu yana Leica'mdan ayrılamadım.

Küçük meslek sırlarınız var mı?

- Tabii var ama bunları sadece fotoğrafçı olmak isteyen 14 yaşındaki oğluma söyledim. Aslında her meslek için gerekli olan küçük sırlar bunlar... Birincisi yaptığınız işi seveceksiniz. İkincisi bu sizde bir tutku yaratmalı. Ve zamanla takıntı olmalı.

Son yıllarda sadece siyah-beyaz çekiyorsunuz...

- Renk bence televizyondur, reklamdır, hayattır, hayatın kurgulanmasıdır. Siyah beyazda bunu biraz değiştiriyorum. Siyah beyaz fotoğrafı bugün daha çok seviyorum.

Olmazsa olmazlarınız, ya da benimsediğiniz bir hayat kuralı var mı?

- 75 yıldır arıyorum. Her zaman bir başkasının yerinde olmak istemişimdir. Daha hızlı olmak, daha iyi yazmak, daha farklı fotoğraflar çekmek istemişimdir. Ama her zaman aynı tür fotoğraflar üzerine düşüyorum. Hep aynı stil...

GÖRMEK RUHUN CENNETİDİR

Hiç bu meslekte cesaretinizin kırıldığı günler oldu mu?

- Dün akşam oldu mesela. Çok yorgundum, bütün aksilikler ardı ardına geliyordu. Bu sabah herşey düzeldi. Ben inişleri çıkışları olan bir insanım. Bir gün çok mutluyumdur, ertesi gün mutsuz, karamsar. Uzun yıllar utangaçlığımın sıkıntısını çektim. Fotoğrafçı arkadaşım David Seymour bana ‘utangaçlığını kendi lehine çevirebilirsin, bunu bir avantaj haline getirebilirsin’ demişti. İnsanlar farkına varmadan onları izlemeye başladım. Kendi hallerinde bir şeye konsantre olmuşken onları bir göz izliyordu... ben ve kameram.

Kurgu fotoğrafçılığıyla aranız nasıl?

- Tarzım olmamasına karşı bazıları çok hoşuma gidiyor. Yine de bence iyi bir fotoğraf, sürprizdir. Fotoğraf sizi çeker, siz onu değil. Her zaman olaya kendinizi kaptırmanız gerekir. Bu güzel bir kadın olabilir, bir ağaç olabilir. Geometrik bir armoni olabilir. Bakü'den geliyorum. Orada terkedilmiş bir mezarlık gördüm. Üst üste yığılmış mezarlar. Öyle bir armoniyle birleşmişti ki, böyle bir kompozisyonu oluşturmak imkansızdır gerçek hayatta. Muhteşem bir göz ziyafetiydi benim için...Bir din adamının sözü geliyor aklıma; ‘‘Görmek ruhun cennetidir!’’

En güzel fotoğraflarınızı nerede çektiniz?

- En iyi fotoğraflarımı sanırım yarın çekeceğim...

İSTANBUL'A DAİR

İstanbul'da değişmeyen tek şey değişim

Çelişki dolu, hayat dolu, kıpır kıpır bir şehir.

Ben sonradan dost kalabildiğim şehirleri seviyorum. İstanbul bunların başında geliyor.

İstanbul'da herşey değişiyor, misafirperverlik ve dostluklar dışında herşey...

Buluşma noktası olan şehirleri seviyorum. İstanbul iki bin yıldır doğuyla batının buluştuğu bir kent. Zıtlıkları seviyorum. Bu kentte her türlü zıtlığa rastlayabilirsiniz.

Suyun olduğu kentlerin bir tılsımı vardır. Boğaz'ı seviyorum, İstanbul'un tılsımı var.

Müzelik fotoğrafçı

Marc Riboud 1923 doğumlu. İlk fotoğraf sergisini 14 yaşında Paris'te açtı. Babasının ona hediye ettiği eski fotoğraf makinasıyla çektiği fotoğraflardı bunlar. Mühendislik okudu. 1951 yılında ünlü Fotoğraf sanatçısı Hanri Cartier Bresson'la tanışınca fotoğrafçı olmaya karar verdi. 1953'de Magnum haber fotoğrafı ajansına girdi. ‘‘Eyfel'deki ressam’’ adlı ses getiren fotoğrafı Magnum'da çalışırken çekti. 1955 yılında Hindistan'a, Çin'e, Afrika'ya, Vietnam'a gitti. Uzun süre Magnum'da yöneticilik yaptıktan sonra artık bağımsız çalışmaya karar verip 1979'da bu ajanstan ayrıldı. Birçok fotoğraf ödülü ve otuzun üzerinde kitabı olan Marc Riboud siyah beyaz fotoğraflarıyla ünlü. Birçok eseri ise dünyanın tanınmış müzelerinde sergileniyor.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!