Huysuz İhtiyar

Güncelleme Tarihi:

Huysuz İhtiyar
Oluşturulma Tarihi: Haziran 14, 1998 00:00

Bir futbol dâhisinden akla zarar akıllar!..Bir yandan İspanya-Nijerya maçını seyredip bir yandan düşünüyorum. (Zaten, bu futbol denen hıçkırığın tek iyi yanı, maç seyrederken başka şeyler düşünebilmenizdir.)Futboldan daha alık bir spor olabilir mi? Futbol, zaten spor değil topla oynanan bir oyun... Ayakla, yani insan beyninden en uzak organla vurulduğu için, topun nereye gideceği hiç belli olmuyor. Ayak, insanın beynine üreme organından bile daha uzak. Bu yüzden, oyuncuların tekmeledikleri top, kendi kalelerine de girebiliyor. Seyircilerin bağırış derecesinden anladığıma göre, orta sahada oynanan oyunu pek iplemiyorlar, top ancak kaleye yaklaşınca sesler yükseliyor. Demek ki, seyirci gol görmek istiyor. Oysa, birtakım adamlar futbolun kurallarını koyarken ‘‘Aman gol olmasın, aman seyirci gol seyretmesin!..’’ diye adeta yırtınmışlar. Bu herifler, ya gerzek ya da kötü kalpliymiş!.. Bir iki golcük görebilme umuduyla tam bir buçuk saat sabırla beklemekten insan umsuluk olur, bademcikleri şişer. Hiçbir garantisi yok, bazen tek bir gol bile olmayıveriyor. Keçi boynuzu çiğnemek bile daha garantili... Zavallı futbolcuların bir golcük için didinip çektikleri çile de cabası...*Dünyada üstüne en çok yazı yazılan konu ne politika, ne ekonomi, ne bilim, ne de sanat... Sadece, Türkiye'deki gazetelerde bile maç olsun olmasın, her gün üçer beşer sayfa futbol yazısı çıkıyor. Günlük çıkan futbol gazeteleri bile var. 1 politika yazarına 3 futbol yazarı düşüyor. (Hele televizyon kanallarındaki mizahlı, yorumlu, tartışmalı ve oynayalım Uğur'cuğumlu futbol programlarını da eklersek, Türk halkının futbol dışında ancak uyumaya biraz vakit ayırabildiği anlaşılır.)Ama bunca futbol yazarı, düşünürü, konuşuru benim aklıma gelenleri bir türlü düşünemiyor. Örneğin, bugüne kadar biri çıkıp da,‘‘Sahada niye iki kale var sadece?’’diye sormayı akıl edebildi mi? İki kale yerine dört kale olsa, matematik olarak gol olasılığı artar. Hem kapalıdan hem açık tribünden goller daha yakın olarak görünür. Ayrıca, kaleler çok dar ve alçak. Yanlardan ve tepeden avuta giden onca şuta yazık oluyor. Kaleler büyürse, emek ziyanı önlenir, kalkınma daha hızlı olur ve enflasyon düşer. (Turgay Şeren ise, yaptığımız tartışmalarda kalelerin çok büyük olduğundan yakınır nedense!..)Seyircinin gol keyfini engelleyen sorunların başında, kalabalık savunmalar geliyor. Bir takım, hücuma kalkınca karşı takımın neredeyse tamamı, kendi kalesinin önünde toplanıyor. Ceza sahasının içi Mecidiyeköy otobüsüne dönüyor. O sıkışıklıkta gol mü olurmuş!.. Bence, beş savunma oyuncusundan fazlasının kendi ceza sahası içine girmesini yasaklamalı. Altıncı oyuncu girdi mi, hakem penaltıyı basmalı!..Ceza sahasına girilince, topu değiştirmek de bir çözüm olabilir. Orta sahada büyük topla oynanırken, 18'e girilince hakem cebinden bir tenis topu çıkarıp ortaya atabilir. Maç tenis topuyla devam eder. (Okul yıllarımdan biliyorum, küçük topla daha kolay gol atılıyor.)*Yalnız benim değil, en derin futbol alimlerinin bile çözemediği ofsayt diye bir sorun var. Maçlarda ofsayttı, değildi diye sürekli maraza çıkıyor, hatta cinayet işlendiği bile oluyor. Oysa, bütün sahaya yarım metre aralıklı santra çizgisi gibi enine çizgiler çizseler, bu beladan kurtulurlar. Çizgiyi geçen hemen belli olur. Yalnız ayak değil, burun ofsaytı bile şıp diye anlaşılır. (Kafası çalışan için çözüm ne kadar kolay oluyor Yarabbi!..)*Seyircilerin bağırışıp yeri göğü inletmesinden anladığıma göre, futbolun en önemli hareketlerinden biri de, sevinme hareketleri oluyor. Fakat bu hareketler, gayet başıbozuk bir şekilde yapılıyor. Gol atan kimi futbolcu, fanilasının önünü kaldırıp kafasına geçiriyor (belki de burnunu siliyor, ama havasızlıktan boğulabilir adam) kimi çayıra yayılmış camış misali göbek üstü kendini yere atıyor, kimi takla atıyor, kimi de kollarıyla fuhuşkâr hareketlerde bulunuyor.Oysa, bu hareketler antrenmanlarda antrenörler tarafından çalıştırılmalı. Gol olunca, herkes bildiğini okuyup uzun eşek oynar gibi birbirinin sırtına çıkacağına, bütün takım birlik ve beraberlik ruhu içinde balemsi hareketler yapmalı. Hiç olmazsa zeybek, hidayda, çayda çıra, yağ satarım bal satarım gibi oyunlar oynamalı. Hakem de, gol sonrası sevinme hareketlerini beğenmediği takımın golünü hemen iptal etmeli. Hareketlerini çok beğendiği takımın lehine de penaltı vermeli. Böylece futbola estetik kazandırılmış olur.*Türkiye'de her çocuk doğduğu zaman mutlaka üç futbol kulübünden birine ait olarak doğuyor. Bu kulüpler İstanbul'da ama, Fener'li ya da Galatasaray'lı olmak için İstanbul'lu olmanıza gerek yok. Tatvan'da doğup, yaşayıp da Fener'li olmanız mümkün. Hatta, ömrünüzde bir futbol topu bile görmeden bir Beşiktaş hastası olarak hayatınızı sürdürebilirsiniz. Ayrıca, bu üç kulüpten birini tutmanız zorunlu. Tanışmak için daha adını, mesleğini sormadan‘‘Sen nelisin?’’‘‘Üstünüze afiyet biraz nezleliyim!’’‘‘Yani hangi takımı tutuyorsun?’’diye sordukları zaman,‘‘Hiçbir takımı tutmuyorum. Zaten futboldan da hoşlanmam.’’diye cevap verirseniz, tuttuğu takımı gizliyor diye size ya yalancı, ya da anormal gözüyle bakarlar. Hatta, bir takımı tutmadan kolay iş bile bulamazsın. Çünkü, bu takım tutma işi gizli bir dindir. Eğer bir takıma ait değilseniz, gavursunuz demektir. Bu takım tutma hastalığı Türkler'e Bizans'tan miras kalmıştır. Bizans'ta, Hipodrom Meydanı'nda (yani şimdiki Sultanahmet Meydanı) kıran kırana araba yarışları yapılırdı. Yarışçılar ve halk, maviler ve yeşiller diye iki takıma ayrılmıştı. (Yani Fener'le Galatasaray) Yarışlardan sonra Bizans milleti, kavga dövüş birbirini tepeler, hatta isyan çıkarıp imparatoru alaşağı ettiği olurdu. İşte bu hastalık, Fatih İstanbul'u aldığı gün Türkler'e bulaşmıştır.Şimdi, bizim nüfus kartlarında vatandaşın baba adı, ana adı, tabiiyeti filan yazıyor da, tuttuğu takım niye yazmıyor hâlâ anlamıyorum!..*Sayın, sevgili ve fedâkar ve güzel gözlü hanım okurlarım: (Ben Türkiye'de çirkin gözlü kadın görmedim ve yazının bu kısmı okur yalakalığına giriyor) Evet, bu hanım okurlarım;‘‘Bir haftadır içimiz dışımız futbola bulandı... Tam bir haftadır merak ve heyecanla beklediğimiz bu yazı da mı futbol üstüne!.. (Merak ve heyecan kısmı da yazarın kendi kendine yalakalığı)’’diye yakınacaklar. Ama futbol, aslında erkeklerden çok hanımları ilgilendirmeli. Kadınların kurtuluşu ve tek çıkış yolu futboldur. Erkeğin kalbine giden yol nasıl mideden geçiyorsa, iktidara giden yol da futboldan geçer. Hanımlar, 550 kişilik Meclis'te 5 buçuk kadın milletvekili oluşundan yakınıyorlar. Meclis'teki ile stattaki kadın sayısının doğru orantılı olduğunu hâlâ anlayamadınız mı? Ne kaa kadın futbol seyircisi, o kaa kadın milletvekili!.. Maçlara gitmeli, stadın en az yarısını doldurmalısınız. Hatta maça giderken yanınıza 8 numara yün şişi, tığ, oklava gibi avadanlık almalısınız ki, gerçek bir futbol seyircisi olduğunuz anlaşılsın. Erkeklerle eşit olmak istiyorsanız, mutlaka üç kulüpten birini tutmalısınız. Eşiniz Fener'li ise, siz Galatasaray'lı olun. İlk futbol tartışmasında da tavayı kafasına geçirin. Başka bir konuda olsa, eşiniz sizi bıçaklayabilir, ama tuttuğu kulüp uğruna dayak yemek, erkek milleti için zevktir. Kendini Çanakkale'de yaralanmış, savaş gazisi gibi hisseder. Yediği dayaktan gurur duyar.*Çok önemli bir işim olduğu için bu yazıyı burada kesmek zorundayım. Turuncu tişörtümü giyip, hazırladığım ‘‘Haydi Portakallar’’ pankartlarını odanın duvarlarına asıp Hollanda-Belçika maçını izleyeceğim. Bizi Dünya Kupası'ndan ettiği için, Belçika takımına gıcık oluyorum. Biz, Hollanda'yı yendiğimiz için, Hollandalı sayılırız.‘‘Haydi Portakallar!.. Haydi Hollanda!.. Haydi aslanım Biiz!..’’Ah, Tolga da arkadaşlarına filan gitse...
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!