Herkes Mersin'e o gider tersine

Güncelleme Tarihi:

Herkes Mersine o gider tersine
Oluşturulma Tarihi: Ağustos 11, 2001 02:19

‘Cüneyt Ayral Kimdir?’’ kutusu yazmaya gerek var mı bilmiyorum. Çok değil beş yıl öncesine kadar biraz doncu, biraz sutyenci, biraz gazeteci, biraz kaçık olarak hayatımıza girmişti.

Ticaret hayatına sermayesiz, sadece deli cesaretiyle atlamış ve destroyer gibi bütün içgiyim piyasasını alt üst etmişti. İyi paralar kazandı. Sonra her ne olduysa, birdenbire kuledeki yaşlı cadının yaptığı efsun bozuldu ve kendini Fransa'nın Nice şehrinde hasbelkader işler yaparken buldu. Herkesin Türkiye'den gitmeyi düşündüğü bir sırada o beş yıl yaşadığı Nice'ten İstanbul'a geri döndü ve Radyo Contact'ta İstanbul Fragramları programını yapmaya başladı. Bu hikaye, ticaret yapmayı bilmeden ticarete atılan ama ticaretin kuma kabul etmediğini battıktan sonra anlayan, tuhaf bir adamın hikayesidir.

Cüneyt Ayral, uzun bir süre gazetecilik yaptıktan sonra şeytanın ona ‘‘pisst’’ demesiyle ticarete atılmaya karar vermişti. Sıfır lira ve bol riskle don sutyen işine girdiğinde, önce iççamaşır literatürünü değiştirdi. İççamaşır içgiyim, göğüs meme, külot da don oldu.

İş hayatı boyunca başka şeyler için dondan para kazandığını söyleyen Cüneyt Ayral, serde gazetecilik olduğu için Konstantıniyye Gazetesi’ni çıkarmaya başlamış, aynı zamanda bir yayınevi kurmuştu. Onun başlattığı kırmızı kurdelalı aids mücadelesi kampanyasını da don finanse etmişti. Ve olan olmuş o bunlarla uğraşırken ortağı don şirketinin bütün pazarlamacılarını kendi şirketine transfer etmişti. Ayral'ın don gömlek ortada kalma sürecide yavaş yavaş başlamış oluyordu. Çünkü pazarlama onun işinin en püf noktasıydı: ‘‘Ticaret bazı şeyleri affetmiyor. Ticarette kuma yok. Ticareti bilmiyor oluşum başarısızlığıma sebep oldu. Kimseyi suçlamıyorum. Bankalar bana verdiği kredileri süresi bitmeden istedi. Çok kazık yediğim doğru. Ben atmamayı çok denedim, eğer birilerine kazık attıysam özür dilerim. Yapacak birşey yok. Bana atılan kazıklar için kimseye kızgın değilim. Bunun faturasını iyi gün, kara gün dostuna çıkarmak olmaz. Hata bende. Gittiğim bir psikiyatr benim savunma mekanizmalarım olmadığını söylemişti. Akıllı olsaydım da savunma mekanizmalarımı kurup beni batırmalarına izin vermeseydim.’’

Sıfırla ticarete başlayan Cüneyt Ayral yine sıfır olarak başa dönmüştü. Bu kez tek fark piyasaya olan borçlarıydı. Bir arkadaşı saklanması için İstanbul'daki evini ona açmıştı. O sırada Dünya Gazetesi sahibi Nezih Demirkent, Ayral'ın başına gelenleri duymuş ve çocuklarının da Fransız mektepli olduğunu bildiği için ‘‘Fransa temsilcimiz oldun’’ demişti. Paris çok pahalı olduğundan yaşamak için Nice'i tercih etti. Nice'e yerleştiğinde altı ay hiçbir şey yapmadı: ‘‘Sadece çocuklarımı düşünüyordum. Hasta olmaya veya ölmeye hakkım yoktu.’’

Bir süre sonra Dünya Gazetesi'ne Nejat Onursay müstear ismiyle yazılar yazmaya başladı. Para kazanabilmek için şoförlükten masörlüğe kadar ne bulduysa yaptı. Yabancısı olmadığımız bir paradoks onun da hayatındaydı. O bunları yapmaya çalışırken, Türkiye'deki mahkemelerde onun piyasalardan alacağı bir milyon dolarlık davalar sürüyordu. Bu mahkemeler 7,5 yılın sonunda hálá devam ediyor:‘‘Türkiye muz cumhuriyeti. Bu alacaklarımı bile alamadıktan sonra bu ülkede niye yatırım yapılsın, niye ticaretle uğraşılsın’’

BÖYLE İNSANLAR DA VAR

Bütün bunlar yaşanırken Cüneyt Ayral'ın hesabına ‘‘mucizevi’’ şekilde bir yerlerden para yatıyordu. Ayral, biraz soruşturduktan sonra bu paraların Denizli'den yattığını öğrendi. Batmadan önce yurtdışındaki bir firma, onun aracılığıyla Türkiye'den havlu almak istediğini söylemiş ve Ayral da biraz soruşturduktan sonra hiç tanımadığı ama haklarında çok iyi referanslar duyduğu Gökhan Tekstil’in sahibi Ahmet Gökşin'in ismini vermişti. İşte bu paralar o tanımadığı Ahmet Gökşin'den geliyordu. Ayral inanamamış, Ahmet Gökşin'e telefon açarak ‘‘hálá böyle insanlar kaldı mı’’ diye sormuştu. O telefon konuşması Ayral için bir dönüm noktasıydı. Ahmet Gökşin, Nice'e geleceğini söylemiş ve orada bir yemek yemişlerdi. Mevzu tabii ki batış hikayesiydi: ‘‘Ahmet Gökşin bana o yemekte, senin hiç mi arkadaşın yok, kimse bu parayı sana veremez miydi? diye sordu. Aradan birkaç gün geçti, benim bankaya olan bütün borçlarımı ödemiş. Bu sayede Türkiye'ye girebildim. Bu Anadolu halkının imece düşüncesidir. Türkiye'de hálá böyle insanlar var. Kendine böyle bir misyon yüklemiş. Şu anda bile görüşmüyoruz.’’

Cüneyt Ayral'a bir röportajında söylediği, Türkiye'ye asla geri dönmeyeceğim, sözünü hatırlattığımda şöyle dedi: ‘‘Keşke dönmeseydim. Keşke Türkiyeli bir yazar olmasaydım. Bu dili ve bu insanları yazdığım için döndüm. Döndüğüme pişman mıyım? Hem evet, hem hayır. İyi bir olanak çıkarsa burada durmam. Beni İstanbul'a peki dedirten sebep bir kadına duyduğum sevdaydı. Ama o da bir kırgınlığa dönüştü.’’

Ayral artık İstanbul'da ama yine olmazsa, yine yürümezse ne olacak? Cebinden gazeteden kestiği kupürü çıkarıyor. Çetin Altan'ın orada söylediği bir cümleyi gösteriyor, ‘‘İntihar yazarın cebindeki son paradır.’’ Sözüne devam ediyor, ‘‘ölümden korkmadığımız kadar varız.’’

Ayral'ın şu anda 155 milyon lira emekli maaşı var. Sarı basın kartı olduğu için otobüs ve metroya parasız biniyor. ‘‘Türk adaletinin adaletsizliğine uğradım. Adaletin adaletsizliğini süren davalar bittikten sonra yazacağım. İsterse assınlar. Bu ayıp olmanın adaletsiz olmanın ötesine geçti. Geçmişte yaşamıyorum ben. Öyle yapsaydım sağlığımı koruyamazdım. Senle konuşacağız diye eskiyi hatırlamak için günlüklere baktım. ’’

Bütün bu süreç boyunca Cüneyt Ayral'ı en çok rahatsız eden ‘‘doncu Cüneyt’’ olarak tanınmak olmuş. ‘‘Yapacak birşey yoktu. O da işimin bir parçasıydı ama ben hep gazeteciydim. Sutyenin ve donun arkasında olmak benim çok tarzım değildi. Öyle olunca zampara bir halim varmış gibi düşünülüyordu. Benimle alakası olmayan birşeydi. Ben aşkların insanıyım.’’

Ahmet Gökşin (Gökhan Tekstil)

Yaptığım büyük bir fedakárlık değil


Ayral'ı çok iyi tanımamasına rağmen herkesin yapmayacağı birşeyi yaparak onun borçlarını ödeyen Ahmet Gökşin gayet mütevazı şunları söylüyor; ‘‘Biz havlu bornoz işi yaparız. İtalya'dan bir müşteri Cüneyt Ayral aracılığıyla havlu almak istediğini söylemiş. O da araştırmış bizim adımızı vermiş. Biz prensip olarak iş ilişkisi içinde böyle aracılık yapanlara yüzde yedi komisyon öderiz. Cüneyt Ayral'a da öyle yaptım. Müşteri bana sipariş verdikçe ben de ona komisyonunu ödüyordum. Sonra ne kadar borcu olduğunu öğrendim. Paramı faizde tutmak yerine bir insana yardım etmek istedim. Çok büyük bir fedakárlık değildi. Sadece param birkaç ay faizsiz kullanılmış oldu. Bana evini ipotek etti. Sonra yavaş yavaş bu paraları geri ödedi.’’

Gönüllüler aranıyor

Anne Çocuk Eğitim Vakfı (AÇEV) yetişkinlere okuma yazma öğretecek gönüllüler arıyor. 1996 yılından bu yana uyguladığı İşlevsel Yetişkin Okuryazarlığı Programı ile çalışmalarını sürdüren AÇEV, Ulusal Eğitime Destek Kampanyası çerçevesinde İstanbul Pendik ve Güngören'de 3-19 Eylül 2001 tarihleri arasında gerçekleştirilecek eğitim semineri için 21 yaşını doldurmuş, en az lise mezunu gönüllülerden destek bekliyor.

1993'te kurulan AÇEV, dört yıldır uyguladığı İşlevsel Yetişkin Okuryazar Programı ile 20 bin yetişkine okuma yazma öğretti, 970 gönüllü öğretici yetiştirdi. Halen 10 milyon yetişkinin okuma yazma bilmediği Türkiye'de daha fazla kurs açabilmek ve daha çok yetişkini okur-yazar yapabilmek için gönüllü desteğine ihtiyaç duyuluyor.

Gönüllü adaylarının en geç 20 Ağustos tarihine kadar AÇEV'in 0212 234 02 00 numaralı telefonuna başvurması gerekiyor.


Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!