Araştırma Dünyasından

Güncelleme Tarihi:

Araştırma Dünyasından
Oluşturulma Tarihi: Nisan 29, 2006 00:00

Alzheimer’a karşı Akdeniz diyeti

Akdeniz diyetiyle beslenenler, kalp/dolaşım hastalıklarından korunmakla kalmayıp, Alzheimer hastalığına yakalanma riskini de düşürüyorlar.

Columbia Üniversitesi’nde Nikolaos Scarmeas, araştırma çerçevesinde 2.200 kişinin beslenme alışkanlığını beş yıl kadar takip etmiş. Tipik Akdeniz diyeti zeytinyağı, bol taze sebze, domates, sarmısak, taze balık ekmek ve biraz kırmızı şarap içermekte.

Bu beslenme türünün kalp/dolaşım sistemi üzerindeki olumlu etkisi daha önceleri çok sayıda araştırmayla kanıtlanmıştı. Uzmanlar ayrıca uzun bir süredir, hayvansal yağlar ve proteinlerden uzak durmanın da Alzheimer riskini düşürdüğünü tahmin ediyorlardı. Nikolaos Scarmeas bu tezi kanıtlanmak için yaklaşık olarak 2.258 kişiye beslenme alışkanlıklarını yansıtan formlar doldurtmuş.

Beslenme alışkanlıkları daha sonra Akdeniz diyeti cetvelinde 0 ila 9 arasında değerlendirilmiş. Buna göre en yüksek puanı alanlarda Alzheimer riski %40 oranında azalmakta. Bu değer, yaş, eğitim durumu, beden kitle endeksi, sigara içimi ve diğer hastalıklar gibi faktörlerin de dikkate alınması halinde de değişmemiş.

Araştırma, Akdeniz diyetinin olumlu etkisinin ilk kez sinirsel bir hastalık üzerinde kanıtlandığını göstermesi açısından önem taşımakta.

Fazla kilolardan sorumlu yeni bir gen bulundu

Uluslararası bir araştırma ekibi, fazla kilolara neden olan yeni bir gen varyantı saptadı. Bu geni taşıyan kişiler %30 daha fazla kilolu oluyorlar. Amerikalı ve Alman bilim insanlarından oluşan ekip, insan kalıtımındaki yaklaşık 100.000 gen varyantını inceleyerek, yağ metabolizmasının yakınında genetik bir değişim gördü. Söz konusu gen varyantı, Batı Avrupalılar kadar Afroamerikalılarda da görülmekte.

Kilolar üzerinde etkili olan çok sayıda gen bilinmekte. Ancak bilim adamları genlerin tek başına şişmanlatmadıklarını söylüyorlar. Şişmanlık konusunda genetik faktörlerle birlikte yaşam biçimi de etkili olmakta diyor araştırmacılar Science dergisinde (Sayı 312, s.279).

İkinci yüz nakli

Geçen yılın kasım ayında yüzü köpek tarafından parçalanan Fransız Isabelle Dinoire’e tıp tarihinde ilk yüz nakli yapılmıştı. İkinci yüz nakli Çin’de yüzünün önemli bir kısmını kaybeden bir hastaya yapıldı.

Beijing Wanbao gazetesindeki habere göre, yüz nakli, Xi kentindeki Xijing Hastanesi’nde gerçekleştirilmiş. İki yıl önce bir ayının saldırısına uğrayan genç erkek, yüzünün önemli bir kısmını kaybetmişti. Geçtiğimiz haftalarda gerçekleştirilen ve 15 saat süren ameliyatta, hastaya yeni bir burun, yanaklar, üst dudak ve kaşlar nakledilmiş.

Gazete, Zhang Hui tarafından gerçekleştirilen ameliyatın başarılı geçtiğini ve geçen hafta cumartesi günü (15 Nisan 06) kendisini ilk kez aynada gören hastanın yüzünü beğendiğini yazıyor. Fakat bağışlanan yüz parçasının sahibi çok daha açık tenli olduğu için hastanın yüzündeki renk farkı çok belirgin ve bu farkın kalıcı olması beklenmekte.

Motorlu ilk nano-oto

Bir yıl önce, yalnızca tek molekülden oluşan ilk nano-oto üretilmişti. Amerikalı bilim adamları şimdi bu araca bir de motor yerleştirdiler. Üzerine ışık yansıdığı zaman nano-oto ileriye doğru ilerliyor. 3x4nanometre büyüklüğündeki bu otonun 20.000 tanesi bir saç telinin eni kadar geliyor sadece.

Rice Üniversitesi kimya profesörü James M.Tour, nano-otoların ve diğer sentetik taşıyıcılar, biyolojik yöntemlerin uygun olmadığı yerlerde alternatif olabilir diyor. Profesörün ekibi, geçen yıl Hollanda’daki Groningen Üniversitesi’nden Ben L.Feringa tarafından geliştirilen nano-otonun içine motor yerleştirmek için önemli ölçüde değiştirmiş.

Yeni nano-otonun gövdesi oligo (fenilen-etinilen) molekülü ve birbirinden bağımsız olarak hareket edebilen dört alkin dingilinden oluşmakta. Daha önceki "Buckyballs" veya fulleren lastikler yani saf karbon yerine, küre biçiminde dört karboran (karbon, hidrojen ve bor) kullanılmış.

Nano-otonun motoru ise dört kanatlı bir su değirmenine benzemekte. 365 nanometre dalga boyunda ışın yansıdığında, dingilin ekseninde dönerek nano-otoyu çalıştırmakta. Ancak nano-oto şimdilik toluen içinde işliyor. Ekip şu sıralar nano-otonun kuru zemin üzerinde işleyip işlemediğini araştırıyor.

Yaşlanma süreci ve Parkinson hastalığı DNA bozukluklarıyla ilişkili

İki yeni araştırmayla elde edilen sonuçlar, bedenimizin enerji taşıyıcıları olan mitokondri DNA’larındaki bozukluk ile yaşlanma süreci ve Parkinson hastalığı arasındaki bağlantıyı ortaya koydu.

Birinci araştırma, yaşlı beyinlerde, dopamin üretiminden sorumlu olan mitokondri DNA’sında bozukluklar olduğunu gösterirken, ikinci araştırma söz konusu bozuklukların sadece yaşlı insanlarda değil Parkinson hastalarında da bulunduğunu kanıtlamakta. İki araştırmanın sonucu da Nature Genetics dergisinin web sayfasında (www.nature.com) yayımlandı.

Bilim adamları bu iki çalışmadan "yaşlanmayla ilgili mitokondri teorisi" için deneysel veriler elde ettiler. Bu teori üzerinde neredeyse otuz yıldan bu yana tartışılmakta.

Tahminlere göre, mitokondrilerde artan bozukluklar doğrudan doğruya hücrelerdeki enerji metabolizmasına biyokimyasal açıdan zararlar veriyordu. Son araştırmada bilim adamları, hücrelerin tek tek işaretlenmesine, hatta kesilerek incelenmesine izin veren bir mikroskopla çalıştılar. Veriler mitokondri DNA’sındaki bozuklukların ilerleyen yaşla birlikte arttığını kanıtlamakta.

Araştırmacılar normal yaşlanma sürecinin oksidatif stresin negatif etkisiyle daha da güçlendiğini sanıyorlar. İki çalışmanın sonuçları da enerji metabolizmasını iyileştirecek, sinir hücrelerindeki bozuklukları önleyecek vb. sorunlar için yeni tedavilerin geliştirilmesinde yararlı olacak.

Çad Gölü, taş devrinden bu yana yüz misli küçülmüş

Afrika’daki Çad Gölü yıllardan bu yana hızla küçülmekte. Son uydu görüntülerinde, gölün 6000 yıl önce 340.000 kilometrekare olduğu anlaşıldı. Fransa Bilimsel Araştırma ve Geliştirme İşbirliği Enstitüsü IRD bilim adamlarının yaptıkları açıklamaya göre uydu resimlerinde gölün 2300km’lik eski kenarı açıkça görülmekte.

Araştırmacılar bulgunun, halihazırdaki iklim değişimi için de önemli olduğunu belirttiler. Uydu görüntülerinde gölün neredeyse Hazar denizine kadar uzandığı izlenmekte. Taş devrindeki Çad Gölü’nün derinliği 160m kadarken günümüzdeki derinliği 10m’yi bile bulmuyor. Göl, o zamanlar günümüzde olduğu gibi güneyde sadece iki nehirle değil kuzeydeki sayısız ırmakla besleniyordu. Uydu görüntülerinde eski nehir yatakları ve deltalar bile seçilebiliyor.

Kuzey Kutup denizinde tatlı su miktarında artış

Sibirya’daki ırmaklardan, Kuzey Kutbu denizine altmış yıl öncesine göre çok daha fazla tatlı su taşınmakta. Bilim adamları bunu iklim değişimi nedeniyle artan kar yağışları yüzünden donmuş toprakların kısmen erimesine bağlıyorlar.

Irmaklarla kuzeydeki denizlere daha fazla tatlı su taşındığında, körfez akıntısı gibi sistemler etkilenecek. Alaska Üniversitesi’nden Jessie Cherry, kar kalınlığı, yağış miktarı ve doğu Sibirya’da bir milyon kilometreyi aşkın bir alanı kaplayan Lena nehrindeki sıcaklıklar ve su miktarıyla ilgili verileri incelemiş. Buna göre bölgedeki kar kalınlığı 1940’tan bu yana ikiye katlanarak 22cm’den 44cm’e çıkmış.

Her ne kadar yaz ayları eskisi gibi kurak ve soğuk geçse de nehirle, denizlere taşınan su miktarı %10 artmış. Daha önceleri de Ob ve Jenissei ırmaklarından yapılan araştırmalarla benzer sonuçlara ulaşılmıştı. Bilim adamları bu artışın sadece kar yağışındaki artışla ilgili olabileceğini söylüyorlar.

Diğer bir olasılıkla da sıcaklık artışının, donmuş topraklarda erimeye yol açmış olması. Erimiş toprak, daha fazla su çekiyor çünkü. Cherry bu etkinin gelecekte artacağını ve kutuplardaki suyu önemli ölçüde değiştireceğini söylemekte.

Balık ticareti ne zaman başladı?

Avrupalılar aşağı yukarı 1000 yılında balığı ticari bir ürüne dönüştürmüşler. Oysa bu tarihe kadar insanlar daha çok tatlı sularda avlanıyorlardı. Sonuç, Ortaçağa ait balık kalıntılarıyla elde edildi. Araştırmacılar özellikle de kurutulmuş morina balığı ticareti çok yaygındı diyor. Gelişkin balık ticaretiyle ilgili kalıntılar York (İngiltere), Gent (Belçika), Ribe (Danimarka), Schleswig (Almanya) ve Gdansk’ta (Polonya) bulundu. York Üniversitesi’nden James Barret şimdi üç yıllık bir projeyle, balığın ve balıkçılığın Ortaçağ ekonomisi ve daha sonraki yüzyıllar üzerindeki etkisini araştıracak.

Bilim adamları yeni kalıntılarla, örneğin York’ta satılan balığın sadece Kuzey Denizi’nden mi geldiği yoksa Arktik Denizi’nden de ithal edilip edilmediğini bulabilmeyi umuyorlar. Ortaçağdaki balıkçılık devrimi öte yandan günümüzdeki balık krizine de ışık tutabilir diyor bilim adamları.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!