Erdoğan ülkeyi CEO gibi yönetsin, ama Türkiye’yi ‘babasının malı’ sanmasın

Güncelleme Tarihi:

Erdoğan ülkeyi CEO gibi yönetsin, ama Türkiye’yi ‘babasının malı’ sanmasın
Oluşturulma Tarihi: Kasım 07, 2005 00:00

Dünyanın en büyük marka danışmanlarından biri olan Simon Anholt, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Türkiye’yi bir CEO gibi yönetme ve marka değerini artırma’ yaklaşımının doğru olduğunu söyledi. Anholt, ‘Ancak bir markanın sadece bir şahsiyete bağlı kalması onun için her zaman çok tehlikeli olmuştur. Ayrıca Erdoğan unutmamalıdır ki ulus markası ne onun tek başına sahipleneceği bir mülkiyettir, ne de tek başına üstleneceği bir sorumluluktur. Halka aittir ve eğer etkili olması isteniyorsa halkla paylaşılmalıdır’ dedi

MARS, BBC, Worldwide ve Dreamwork gibi dünyaca ünlü markaların danışmanlığını yapan ‘Marka Gurusu’ Simon Anholt Başbakan Tayyip Erdoğan’ın ‘Ben Türkiye’nin tanıtımına ve marka değerine katkıda bulunacak işler yapıyorum’ açıklamalarını değerlendirdi. Erdoğan’ın bu konuda doğru düşündüğünü belirten Anholt, ‘Ancak bir markanın sadece bir şahsiyete bağlı kalması onun için her zaman çok tehlikeli olmuştur. Hertz ile OJ Simpson’ı ve Pepsi ile Micheal Jackson’ı hatırlayın. Ayrıca Erdoğan Bey unutmamalıdır ki ulus markası ne onun tek başına sahipleneceği bir mülkiyettir, ne de tek başına üstleneceği bir sorumluluktur. Halka aittir ve eğer etkili olması isteniyorsa halkla paylaşılmalıdır’ dedi. Anholt sözlerini şöyle sürdürdü: ‘Türkiye’nin marka imajının özü, kapalı bir odada bir grup bakan, işadamı ya da danışman tarafından yaratılmaz. Ulusal kimlik ve ulus markaları bazı yönlerden benzer konseptlerdir: Ulus markasının kaynağı o ülkenin insanları, tarihi ve kültürü olmalıdır. Yoksa yalandan başka bir şey olmaz ve işe yaramaz.’

YARATMAYIN, OLANI YÖNETİN:

Anholt, bütün ülkelerin, şehirlerin ve bölgelerin bir marka olarak algılandığına dikkat çekerek, şöyle devam etti: ‘Türkiye bir istisna değil. Küçük köylerin bile, onlar hakkında biraz bilgiye sahip insanların gözünde marka imajları vardırr. Hiç bir şekilde markaya sahip olmayan bir ülke ancak hiç kimsenin adını bile duymadığı bir ülke olabilir. Türkiye’nin yapması gereken, kendi marka imajını daha iyi ‘yönetmek’tir; yeni bir imaj yaratmak değil, bu zaten imkansız bir şey olurdu.

ULUSAL PLANININZ YOK:

Şu anda zengin ülkelerin halkları arasında Türkiye’nin imajının son derece zayıf olduğunu vurgulayan Anholt, ‘Şimdilik Türkiye’nin nerde yanlış yaptığı hakkında söyleyebileceğim tek şey, bahsettiğimiz marka imajını anlamak, yönetmek ve izlemek adına hiç bir ulusal planın olmamasıdır. Türkiye’nin imajı, gelişmekte olan ülkelerde,özellikle Uzak Doğu’da, Avrupa’daki ve Kuzey Amerika’daki imajına göre biraz daha olumlu. Aslında Kore gibi ülkelerde Türkiye bir Akdeniz ülkesi olarak algılanıyor ki bu kesinlikle iyi bir şey’ dedi.

ERDOĞAN’IN KARİZMASI YETMEZ:

Türkiye’nin AB müzakere sürecini de çok yakından takip ettiğini belirten Anholt, şöyle konuştu: ‘İtiraf etmeliyim ki başbakanın duruşu karşısında çok etkilendim. Müzakereler süresince, yapıcı görüşmeler ile Türkiye’nin nüfuzu ve itibarı hakkında uygun hissi vermek arasındaki doğru dengeyi çok iyi kurdu. İyi bir markalaşma çalışmasıydı ve başarması gerekeni başardı. Yaptığım araştırma sonucuna göre şimdi Türkiye’nin önündeki engel kamuoyu. Türkiye’nin marka imajı genel olarak gerçekten son derece zayıf ve olumsuz; ayrıca akıllıca bir müzakereyle yada sadece Erdoğan’ın karizmasıyla çözülecek bir problem değil. Bunun büyük, ulusal bir proje haline gelmesi gerekiyor ki gerçekleşmesi yıllar alacaktır. Fakat Türkiye kesinlikle bunu başaracaktır.’

F1, Eurovision yaptınız ama hiç mesaj vermediniz

SIMON Anholt, ‘Kısa bir zaman dilimi içinde Türkiye’de gerçekleşen, Şampiyonlar Ligi Finali, Formula 1, Eurovision Şarkı yarışması, Universiade 2005, MotoGP, Dünya Ralli Şampiyonası gibi uluslararası organizasyonların tanıtıma olan etkileri ve marka değerine olan katkıları nelerdir?şeklindeki soruyu şöyle yanıtladı: ‘Bütün bu organizasyonlar elbette çok yardımcı olmuştur. Fakat anlaşılması gereken bir şey var ki bunlar kendi başlarına markalaşma çalışmaları değiller. Sadece Türkiye’nin medyada normalden daha fazla ilgi toplayacağı fırsatlar. Türk hükümetinin açık bir şekilde ifade edebileceği bir ulus marka stratejisi olmazsa ve olana kadar ülkenin bu fırsatları etkin bir şekilde kullanabilme şansı çok azdır. Sebebi ise çok basit, kamuoyunun ilgisi üzerinizdeyken söyleyecek ilginç bir şeyinizin olmamasıdır.

Anholt’a göre Türkiye markasını yönetmek için neler yapmalı

Türkiye’nin ticari ortakları, müttefikleri, düşmanları ve dostları tarafından nasıl algılandığının açık, doğru ve tam bir şekilde anlaşılması.

Liderlerinin, Türkiye’nin dünya üzerinde gelecekteki rolü ile ilgili güçlü ve ilham verici bir vizyon ortaya konması.

Bu vizyonun gerçekçiliğini kanıtlamak adına sorumluluk almak. Bunu, toplumun ve ekonominin bütün sektörlerinde uygulamak üzere hazırlanacak; yatırıma, politikaya ve hepsinden önemlisi yeniliklere dayalı bir program aracılığıyla yapmak.

Marka Konferansı için geliyor

SİMON Anholt,
Yürekli Eğitim ve Danışmanlık tarafından bu yıl 6’ncısı gerçekleştirilecek Marka Konferansı’na da katılacak. 1-2 Aralık 2005 tarihlerinde Çırağan Palace Hotel Kempinski’de gerçekleştirilecek olan konferansta her biri fikirleriyle marka dünyasında değişim başlatmış ve uluslararası arenada büyük başarılara imza atmış bir çok önemli isim, yaşanmış marka öyküleriyle konuşmacı olarak yer alacak. Wall Paper dergisinin Kanada asıllı kurucusu Tyler Brule, İngiltere’deki en büyük sermayelerden biri olan Waterstone İmparatorluğunun kurucusu ve İngiltere’nin en saygın işadamları arasında yer alan Tim Waterstone, ‘bir hayalin peşinden koşarak’ 1995 yılında Coffee Republic adlı kahve dükkanını kuran, 2 yıl içinde şube sayısını 100’ün üzerine çıkaran Sahar Hashemi ve İngiltere’nin en çok satan sutyen markası Ultimo Bra’nın yaratıcısı Michelle Mone da başarılarının sırlarını Marka Konferansı katılımcılarıyla paylaşacak.

Güney Kıbrıs sizden daha pozitif algılanıyor

SIMON
Anholt, Polonya, Romanya, Macaristan gibi uluslararası platformda yıldızı yükselen ülkeler ve Yunanistan, Güney Kıbrıs gibi yakın coğrafyamız içinde yer alan ülkelerin marka değerleri ile ilgili yaptığı değerlendirmede şunları söyledi: ‘Ne yazık ki elimde sadece Polonya’ya dair veriler var. Fakat sanırım bu ülkelerin hepsinin insanların kafalarında Türkiye’den daha olumlu bir konuma sahip olduğunu söylersek yanlış olmaz. Kıbrıs, Türkiye’den daha az tanınıyor olabilir fakat yine de daha pozitif bir intibası olduğu kesin.’

‘Made in Turkey’ ürüne katkı sağlamıyor

DÜNYADA
çok az insanın Türkiye hakkında birşey bildiğini söyleyen Simon Anholt, şöyle devam etti: ‘Şu an, ‘made in Turkey’ yazısı fazla pozitif bir çağrışım yapmadığı için, ne bir ürüne ne de bir hizmete olumlu etki ettiğini söyleyemeyiz.. Bunu ‘made in Japan’ ‘made in Germany’ yada ‘made in Italy’ yazılarının verdiği değerlerle karşılaştırdığınız zaman ‘made in Turkey’ in daha ne kadar yol kat etmesi gerektiğini göreceksiniz. Ama uzun dönemde büyük bir potansiyel olduğu kesin’.

Simon Anholt kimdir?

Anholt, ülkelerin, bölgelerin ve şehirlerin marka stratejileri konusunda dünyanın en önde gelen uzmanlarından.

Ülkelerin marka stratejileri, ekonomik, stratejik ve kültürel gelişimleriyle ilgili danışmanlık yapan Placebrands firmasının kurucusu.

Mars, BBC, Worldwide ve Dreamwork gibi büyük markalar için farklı marka yönetimleri ile ilgili danışmanlık yapıyor.

Nation As Brands, Beyond Branding, Brands and Branding, Brand New Justice, Another One Bites the Grass kitaplarının yazarı.

Ulusal Marka Indeksi adlı araştırmada aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 10 ülkenin marka değerleri inceledi.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!