Güncelleme Tarihi:
Bu akşam 98 Dünya Kupası sonuçlanacak. Bu akşam dünyanın kalbi Paris'te atacak. Kupayı ya Brezilya ya da Fransa kapacak. Sizi bilmem ama 1954'de benim kalbim atmıyordu, (çünkü henüz doğmamıştım) ama atsaydı eminim Türkiye'yi ilk ve son kez Dünya Kupası'nda temsil eden o efsane takım için atardı: Turgay Şeren, Lefter Küçükandonyadis, Coşkun Taş, Rıdvan Balatlı, Akgün Kaçmaz, Naci Erdem, Mustafa Ertan, Burhan Sargın, Rober Eryol, Suat Mamak, Şükrü Ersoy, Feridun Bugeker, Erol Keskin ve Gökçen Dinçer. Sizler bu röportajı okurken, ben yukarıda ismi geçen beyefendilerin dokuzuyla birlikte Paris'te olacağım.
Dünya Kupası'nda ilk (ve son) kez Türkiye'yi temsil eden bir takımın oyuncularından olmak nasıl bir duygu?
Erol Keskin: Valla güzel.
Gökçen Dinçer: Bence biz bunun tadına son beş, altı aydır varıyoruz. Çünkü o zaman ilk olduğumuzu biliyorduk da, son olduğumuzu bilmiyorduk! Yani aradan 45 yıl geçti.
Peki insan şöyle diyor mu: ‘‘Ne kadirbilmez bir memleket bu! Elli yıla yakın bir süredir bir arayıp soran olmadı’’.
Gökçen Dinçer: Birilerinin çıkıp ‘‘Ya bir de böyle bir takım vardı!’’ demesi gerekirdi. Çünkü, öyle ya da böyle o başarı bir daha elde edilemedi. ‘‘Onları bir arayalım, soralım. Zaten bunlar gittikçe eksiliyorlar. Kaç kişi kaldılar? Ne yapıyorlar, neredeler?’’ diye düşünmediler bile!
Bunu kim düşünmeliydi, Futbol Federasyonu değil mi?
Gökçen Dinçer: Yüzme Sporları Fedearsyonu düşünecek değil herhalde! Ama bu bizim toplumun hastalığıdır. Biz, çabuk pohpohlayıp, çabuk gökyüzüne çıkartan, sonra da çabuk yalnız bırakan bir toplumuz.
Erol Keskin: Vefa duygumuz eksik bizim!
Feridun Bugeker: Nedense bir lakaytlık var! Hiç hatırlanmamış bir takımız biz.
Peki Türk seyircisi olarak bizim günahımız ne? Neden kırk küsur yıldır Türkiye, Dünya Kupası'na katılamıyor?
Erol Keskin: Biz futbola hala bir takım kalıplaşmış ölçüler içinde bakıyoruz. Oysa, artık futbol denilen sporun bir literatürü var; sadece oynamak yetmiyor, okumak da gerekiyor. Futbolda bir Türk ekolü oluşturmamız lazım, ama biz bunu beceremiyoruz.
Gökçen Dinçer: Biz Türkler becerikliyiz ama profesyonel değiliz!
Peki sizin gibiler elli yılda bir mi geliyor?
Erol Keskin: Bizler şanslı bir kuşağız. Hasbelkader yapmışız işte, bu işi!
Gökçen Dinçer: Bu Erol Abi'nin latifesi. Bizimki şans değildi. Çok zor şartlarda futbol oynuyorduk. Tesis yoktu, altyapı yoktu. Biz balçık sahalarda oynuyorduk, hem de nasıl ağır toplarla. Ama amatör bir ruh vardı o zaman. Ahlaklı olma, işe sarılma, izzet-i nefis önemliydi. Aşırı bir onurumuz vardı. Ve gücümüzün üzerinde performans gösterdik. Eşit şartlarda mücadele etmiyorduk, buna rağmen onlara yetiştik. Esas başarıyı ben burada görüyorum.
Feridun Bugeker: İyi çalışarak, genç bir takım kurarak gittik biz. Bence ilerleyememizin ve Türk seyircinin böyle mağdur kalmasının sebebi, bizim futbolumuzdaki sistemin çok değiştirilmesidir. Bir antrenör geliyor mesela yedi, sekiz yıl bir sistemle çalıştırıyor. O gidiyor, hooop başka biri geliyor ve başka bir sisteme geçiliyor. Olmaz ki! Mesela, Brezilya niye muvaffak oluyor? Dört-iki-dört sistemini yıllardır uyguluyor ondan. Bizde istikrar yok!
O günlerden bugüne ‘‘futbol anlayışı’’nda değişen neler var, sizce?
Erol Keskin: Günümüzde müthiş bir rant var bu işte. Günümüz futbolcuları arasında iyi olanları on sene top oynarlarsa, milyarları bir kenara koyar, paşa gibi yaşarlar. Hayatlarını lüks içinde sürdürdükleri gibi, çapkınlıkları, zamparalıkları da bitmez!
Gökçen Dinçer: Erol Abi'ye katılmıyorum. Bizim zamanımızda ferdi kıymetler vardı, futbol ferdi oynanırdı. Şimdi daha kolektif oynanıyor.
Erol Keskin: Peki Gökçen'ciğim, sence bu arkadaşlar aldıkları paraları hak ediyor mu?
Gökçen Dinçer: Eğer bu yazılanlar hakiki rakamlar ise, hayır hak etmiyorlar! Ama zaten ben bunların bir çoğunun doğru olmadığını düşünüyorum. Bu bir hava meselesidir. Zannetmiyorum ki bu paralar alınsın!
Erken doğmuşuz
Ayıptır sorması, siz hiç adam gibi paralar almadınız mı?
Erol Keskin: Annem erken doğurmuş beni! Ben yetişemedim...
Feridun Bugeker: Fenerbahçe'ye amatör olarak geçtim ben, daha sonra orada profesyonel oldum. Ve beş senelik mukavele yaptım, her sene için de bin lira aldım.
Bin lira, o zaman iyi para mıydı?
Feridun Bugeker: Bin liraya, Ali Sami Yen Stadı'ndan, Şişli Garajı'na kadar olan o yeri alabilirdiniz. Polat Oteli'nden, tren yoluna kadar olan futbol sahasını ise dört bin liraya alırdınız...
Durumu kavrayamadım.
Erol Keskin: Yok yok, ben yalan söyledim: Ben de para aldım. Yedibuçuk lira yol parası alıyordum!
Feridun Bugeker: Arkadaşlar demek istiyor ki, bizim aldığımız paralarla bugünkü futbolcuların aldığı para mukayese bile edilemez!
Ya yıllar içinde değişen ‘‘futbolcu tipi’’ne ne diyeceksiniz...
Gökçen Dinçer: Bugün herşey çok farklı. Lüks içindeler. Onların başka işler yapmalarına gerek yok ki, paralarını çalıştırmak dışında! Bizim zamanımızda ise antrenmanlar haftada iki veya üç gündü, onun dışında biz kendi mesleklerimizi yapıyorduk. Yapmak zorunda kalıyorduk.
Yani tüm hayatınız futbol değildi.
Gökçen Dinçer: Hayır, olamazdı ki! Bir kere, bu kadar çok saha yoktu. Ve o sahaları istedikleri zamanlarda verirlerdi. Diyelim ki, Vefa Stadı'nı: Haftada üç gün, ikişer saaten. Ama öğleyin onbir iki arası.
Hep gözhapsindeydik
Şimdiki futbolcular sizin gibi değil...
Erol Keskin: Eski sporcularla, bugünkü sporcular arasında, evet dağlar kadar fark var. Bizler iyi aile çocuğuyduk. Eski sporcuların yüzde sekseni öyledir. Görgü diye bir şey vardır biliyorsunuz. Okumakla, para kazanmakla olmuyor. Bu aile ocağında kazanılan bir şey. Yemek yemesini biliyor, konuşmasını, oturmasını, kalkmasını biliyor. Ha o zaman, artistler, dansözler yoktu. Ama Ses Tiyatrosu'nun, Muammer Tiyatrosu'nun balerinleri vardı. Biz de o zaman onlarla flört ediyorduk. Ama aynı zamanda bir sürü derli toplu kızlarla da arkadaşlık ediyorduk. Aradaki fark bu.
Türkçesi, hiç bir şey bu kadar ayağa düşmemişti!
Erol Keskin: Çok doğru, yaşayın!
Gökçen Dinçer: Yaşamda iki şeyi, o da şöhret ve para, çok iyi hazmetmek lazım. Ve bu zordur. Evet, biz hepimiz iyi aile çocuklarıydık ama aynı zamanda hepimiz göz hapsindeydik. Bir akşam arkadaşlar ‘‘Cumhuriyet Pavyonu'na gidelim’’ dediler. Tepebaşı'nda. Ben de hayatımda gitmemişim, merak ettim. ‘‘Peki’’ dedim, gittik. Üç dört kişiyiz, içeri girdik. Hanımlar da bize bir şeyler ısmarlatmaya hazırlanıyorlar. İki üç dakika geçti, biri omuzuma dokundu. İri yarı beyazlar içinde bir beyefendi. Eğildi ve kısık sesle, ‘‘Gökçen, sen buralara ait değilsin! Mahçup olursun. Biraz sonra kalk, git!’’ dedi. Ben ise, ‘‘Niye? Ne karışıyorsunuz siz? Hem kimsiniz?’’ bile demedim. ‘‘Peki abi’’ dedim, kalktım gittim. O kadar saygı vardı. Vefa Stadı'nda duş alırken, kafam sabunluyken, Selahattin Abi ya da Erol Abi geldiği zaman, o halde duştan çıkardım, yerimi onlara bırakır, cereyanda beklerdim. Kaç kere bu yüzden hasta oldum. Sırf ‘‘Bak Milli Takım'a şeçildi, şımardı!’’ demesinler diye. Öyle bir şeydi.
Arada, ‘‘Ah ben bir otuz yıl sonra doğacaktım ki!’’ diyor musunuz?
Erol Keskin: Evet, anneme çok sinirleniyorum! Yok sadece espri! Ben o devirde doğmuş olmaktan çok memnunum. İstanbul'un en güzel zamanıydı. Para her zaman kazanılıyor, insanın etrafı, eşi, dostu mühim. Para o kadar da değil! Muhtaç olmamak kafi...
Gökçen Dinçer: Bizim zamanımızda, işin manevi yönü daha kuvvetliydi. Ama yine de ben Erol Abi'den farklı olarak, o anormal rakamları duyunca ‘‘Ah keşke!’’ diyorum.
Futbol sizin için şu an ne ifade ediyor?
Gökçen Dinçer: Futbol güzel bir temaşaadır. Ama neticede bir sanayidir.
Fazla tutkum yok
Eve gideyim de bilmem ne maçını seyredeyim diye bir telaşınız yok mudur yani?
Gökçen Dinçer: Ben öyle değilim, oynadığım zamanlarda dahi olmadım. Gerekiyorsa, ortam müsaitse seyrediyorum. Ama ‘‘önce futbol’’ gibi bir anlayışım yok. Mesela dün gece çok önemli bir maç vardı, ama bizim de 40'ıncı evlenme yıl dönümümüzdü. Eşimle mehtaba karşı yemek yedik. Yani Brezilya maçı, umurumda bile değildi...
Erol Keskin: Futbol bence de dünyanın en güzel temaşaası. Ama bana ne ifade ediyor derseniz: Hiçbir şey ifade etmiyor derim. Fazla bir tutkum yok, gençliğimde de çok meraklı değildim.
Feridun Bugeker: Ben hem eşimle yemek yemeği isterim, hem de maç seyretmeyi. İkisini birden olmaz mı? Dün gece biz de eşimle Fındıklı'da parkta oturuyorduk. Saat ondu, biz kalkmadık. ‘‘Bir saat daha oturalım, ikinci devreyi seyrederiz’’ dedim. Benim de önceliğim futbol olmadı hayatımda. Bana çok transfer teklifi geldi ama ben hep tahsilimi tercih ettim. Evlendikten sonra da ailemi...
Ya siz ne kadar huzurlu insanlarsınız! Bizim yaştakiler hep itişip kakışıyor. Sürekli birilerinin kafasını ya da kalbini kırıyor! Evlilik galiba sizin yaşlarda iyi bir şey.
Erol Keskin: Biz futbol konuşuyorduk ama benden size bir abi nasihatı: Eğer ki yeteri kadar sevmiyorsanız asla evlenmeyin. Ara sıra gürültü patırdı oluyor ama evlilik denilen şey sürüyor, tabii aşk varsa...
Aşk kalır mı o kadar yıl?
Erol Keskin: Yavrucuğum işte karşınızdayım, 50 yıldır sürüyor.
Gökçen Dinçer: Benim ki de 40 yıldır.
Ben ölmek istiyorum...
Feridun Bugeker: Evliliğimi methetmek istemem ama benimki de 36 yıldır.
Erol Keskin: Unutmayın birini almak için onu çok seveceksiniz!
Gökçen Dinçer: Bir de hoşgörü ve sabır göstereceksiniz!
Peki Dünya Kupası'nda kim sabırlı olup kupayı kapacak?
Feridun Bugeker: Fransa.
Erol Keskin: Bence de Fransa.
Gökçen Dinçer: Yok yok göreceksiniz Brezilya!