Umut Fırat Eroğlu

Araştırmalar Buda’yı haklı çıkardı

9 Haziran 2024
Kendinizi nasıl bilirsiniz? Katı prensipleriniz, ince çizgileriniz var mıdır örneğin? “Ben şöyle bir insanım” şeklinde cümleler kurar mısınız? Cevabınız evetse varlığınızın özüne dair illüzyona kapılma ihtimaliniz yüksek. Çünkü benlik mefhumu daima değişime tabidir. Öyle söylüyor Buda... Bugün modern bilimin Budizm öğretisine yaklaştığı nokta da bu.

Zihin terbiyesine odaklanan Budizm öğretisini dünyaya nakleden Siddhartha Gautama Buddha’ya (Buda) göre insanın kendini sabit ve değişmeyen bir varlık olarak kabul etmesi, büyük bir zandan ötesi değil. İnanç sistemlerine aldırış etmeseniz bile yeni araştırmalar ışığında Buda’ya hak vermeye başlayan biliminsanları size ilham olabilir...

Kanada’daki British Columbia Üniversitesi’nden felsefe profesörü Evan Thompson ile söyleşi yapan ve nöroloji alanındaki güncel çalışmaları değerlendiren kültür sitesi Big Think’in yazarı Lori Chandler, beynin işleyişini anlama konusunda bilim ve inanç sistemlerinin arasındaki açığın giderek kapandığını aktarıyor. Bilimsel yönden Budist öğretiyi destekleyen Thompson’a göre bugünkü kendimizi geçen yılki insanla aynı kişi sanmak, hatta bir an öncesi ve sonrasıyla bile aynı insan olduğumuzu farz etmek sadece bir yanılsama. “Beyin ve beden daima değişken bir akış içinde. Sistemimizde sabit bir kendilik hissiyatını karşılayan hiçbir şey yok” diyen Thompson’a göre Budizmin temel öğretisi Anatta, varoluşumuzun esasını açıklayabildiği gibi, bizi duygusal yüklerden kurtarabilecek genişliğe sahip. Anatta insanın ‘benlik’ fikrini bir yanılsama olarak değerlendiriyor ve kişinin sabit olmayıp her an değişen, her an evrilen ve şekil değiştiren bir varlık olduğunu anlatıyor.

Günlük tutmak akıl ve ruh sağlığını korumaya faydasıyla bilinir. Zihni sakinleştirmenin ve süzmenin kolay bir yoludur. Günlükteki geçmiş haftaları, ayları ve yılları okumak insana en kıymetli özdeğerlendirmeyi sunar. Eski günlüklere baktığınızda, o sayfayı kaleme alan kişinin şimdikinden daha farklı biri olduğunu hissedebilirsiniz. Benzer bir duyguyu eski fotoğraflarınızı veya videolarınızı görünce de yaşayabilirsiniz. Kendini irdeleyen, kendinin farkında olma merakıyla yaşayan insanlar benliklerindeki değişimleri, köklü dönüşümleri daha kolay fark ederler. İnsan yedisinde neyse yetmişinde öyle olsa bile, kimse gençliğin toyluğuyla ileri yaşların olgunluğunu bir tutmaz. En az değişen şey kişilik olabilir; içe veya dışadönüklük ya da genelde pozitif olmak gibi. Ancak dürüstlük, ahlak, tembellik veya azim gibi kavramlar karaktere ait olup zaman içinde değişebilir.

Modern bilimin 2 bin 600 yıllık Budizm öğretisine yakınlaştığı noktaysa kişilik ve karakterin üstündeki benlik mefhumunun daima değişime tabi olduğu. ‘Ben’ veya ‘sen’ kavramlarının önemini sorgulayan Lori Chandler, ‘Hardwiring Happiness and Buddha’s Brain’ (Mutluluk ve Buda’nın Beynini Kablolamak) adlı kitabın yazarı Dr. Rick Hanson’un ferahlatıcı tespitlerini de aktarıyor: “Hanson kişinin sabit bir kendilik inancı olmadığında, yani kendisini hep aynı görmediğinde olayları da kişisel almayabileceğini söylüyor ve düşüncelerin insanı tanımlamadığını savunuyor.”

‘Zihnimizdeki düşünceler yalnızca düşüncelerdir ve bizi tanımlamaz’ demek yeterli...

Dışarıdaki olaylar aslında yalnızca birtakım hadiseler ve hepsini üstümüze alınmamız gerekmiyor. Bu fikir, dünyanın etrafımızda döndüğü düşüncesinden özgürleşmeyi, yani egonun ve nefsin boyunduruğundan kurtulmayı da içeriyor. Zira ‘ben ve diğerleri’ diye düşünmeye odaklanmak, bir şeylerin hep kendi başına geldiğini, kendine yapıldığını zannetmeye yol açabiliyor. Huzursuzluğun bu yanılsamalardan kaynaklandığı malum. Aksi anlaşılınca gelen rahatlamaysa yine bunun bir göstergesi. Chandler’a göre kendimizi düşüncelerle ve ideolojilerle tanımlamayı bırakmak son derece özgürleştirici olabiliyor. Büyüme ve değişimin kolaylaşması, insanı gerçekten duygusal yüklerden ve sıkıntılardan kurtarabiliyor. Doğru ya, kendi işimizi kendimiz zorlaştırırız. Dirençlerimizle başkalarının alanını daraltır ve neticede sonuçlarına katlanırız.

Kendinin değişmeyecek bir şey olduğu fikrini terk etmek, serbestleşmenin yanı sıra bağımlılık ve muhtaçlıktan kurtulmayı kolaylaştırabiliyor. Hatta ötekileştirme, ırkçılık gibi tavırlara mâni olabiliyor. İçsel özgürlük adına ‘Ben yalnızca kendimim’ düşüncesi, mantrası veya zikri, kendini bilenlere kâfi... Öyle ya; insan ne oldum dememeli... Yarın değişecekse kişi, bugün kim olduğunun kalır mı önemi?

Beyindeki empati devresi keşfedildi

Yazının Devamını Oku

Robotun sözünü dinle çocuğum!

2 Haziran 2024
3-6 yaş arasındaki çocuklar üzerinde yapılan bir araştırmayla çocukların robotlara karşı daha toleranslı ve yakınlık kurmaya daha hevesli oldukları ortaya çıktı.

Herhangi bir işi ruhsuz biçimde, özgünlük ve yorum katmak yerine sadece bilgiye ve belli bir sistematiğe bağlı yapan insanlar için ‘robot gibi’ tabirini kullanırız. Eğitim yılları boyunca hemen herkesin karşısına ‘robot gibi’ öğretmenler çıkar; bazıları gelir, sadece dersi anlatır ve gider... Robot gibi hocaları kimse pek sevmez ama yeni bir araştırma özellikle 3-6 yaş aralığındaki çocukların, robotları öğretmen olarak insanlara tercih edebileceğini hatta onlarla arkadaş olmaya, sırlarını paylaşmaya daha yatkın olabileceklerini ortaya koydu.

Computers in Human Behavior (İnsan Davranışlarında Bilgisayarlar) dergisinde yayımlanan araştırma, robotların ve diğer teknolojik aletlerin çocukların hayatlarında giderek artan varlığını ve onlarla etkileşimlerinin öğrenme ve gelişimlerine nasıl etki ettiğini anlamayı hedefleyerek çocukların güvenilirlik konusunda nasıl karar verdiklerini incelemeye almış. İsveç Kraliyet Teknoloji Enstitüsü, Almanya’dan Constructor Üniversitesi ve Avustralya’dan Griffith Üniversitesi’nin ortak yürüttüğü çalışmanın çok ilginç bulguları var. Özetle çocuklara video izletilerek yapılan deneyde bir insan, bir de robot temsilci bulunuyor. Küçük çocuklara saç fırçası, oyuncak ayı, plaj topu gibi tanıdık objeler gösteriliyor. Ardından robot ve insan temsilciler bunları doğru veya kasten yanlış olarak isimlendiriyor. Aşamaları olan bu yöntemle çocukların temsilcileri güvenilir veya güvenilmez olarak tanımaları sağlanıyor. Araştırma sonucunda çocukların robotlara karşı daha toleranslı ve yakınlık kurmaya daha hevesli olduğu ortaya çıkıyor. Örneğin çocuklar, yanlış isimlendirme yapan insanı “Bilerek hata yaptı” diye nitelendiriyor ancak robot için aynı düşünceye sahip olmuyor. Robotun daha akıllı ve daha tutarlı olabileceğini düşünme eğilimi gösteriyorlar.

Bulgular çocukların robotlara güvenme fikrini, onlarla arkadaş olma isteğinden ve onların ne kadar ‘canlı’ oldukları hakkındaki düşüncelerinden ayrı tuttuklarını ortaya koyuyor. Yani bir robotun hata yapması çocukların onunla arkadaş olma isteğini azaltmıyor. Bu noktada marifet robotta gibi görünse de işin derinliği farklı. Bilerek hata yapan insana güveninin azalması, alternatifi olan robota yönelmesini kolaylaştırıyor olmalı. Güvenin kurulması en zor, yıkılmasıysa en kolay şey olduğunu hepimiz biliriz. İşin içinde insan faktörü olduğunda sezgiler devreye giriyor ve günlük hayattaki ilişkilerimizde olduğu gibi güven azaldığında uzaklaşma ve hatta alternatif arama ihtiyacı ortaya çıkabiliyor.

Yapay zekânın hâkim olduğu bir dünyada gücümüz zihnimizden değil, sezgisel açıklığımızdan gelecek.

 

YAPAY ZEKÂ YANILGISI

Daha büyük yaştaki çocuklar değerlendirildiğindeyse robotlara olan yatkınlığın yaşla ilgisi olduğu ve büyük çocukların insanlara güvenmeye daha yatkın olduğu gözlenmiş. Ancak bu, robotlardan sadece çocukların ‘etkilenebileceği’ anlamına gelmiyor. Araştırmada kullanılan robot oyuncak görünümlü. Yine de videolarda ikna edici olması için kendi sesi değil, yapay zekâ yardımıyla üretilen daha insani bir ses kullanılmış.

Yazının Devamını Oku

Aklımız fikrimiz yapay zekâda, robotlarda...

26 Mayıs 2024
Hollywood yıldızının sesini taklit eden sesli asistan, sensörleriyle merdiven inip çıkabilen robot ve dahası... Bilim ve teknoloji dünyasından son haberleri derledik.

SCARLETT JOHANSSON’I ÇİLEDEN ÇIKARDI

ChatGPT 4-o’nun sesli asistanı Sky’ın geçen haftaki tanıtımı sırasında ilgi çeken, ‘Her’ filmindeki yapay zekâyla ses benzerliği ayrıntısını dikkatli okuyucularımız hatırlayacaktır. Başlangıçta önemsiz bir detayken filmdeki yapay zekâ karakterini oynayan Scarlett Johansson’ın tepkisiyle mesele büyük bir hadiseye dönüştü. Ünlü oyuncu yaptığı açıklamada ‘Şoke olduğunu, sinirlendiğini ve Sam Altman’a çok kızgın olduğunu’ dile getirdi. Johansson’ın avukatlarına göre; OpenAI CEO’su Sam Altman 9 ay önce oyuncuya yeni teknoloji için sesini kullanmayı teklif etmiş ancak Johansson teklifi geri çevirmişti. Fakat Sky’ın konuşmaya başlamasıyla herkesin fark ettiği benzerlik, Scarlett Johansson’ın sesinin deepfake (manipüle edilmiş video ya da ses kaydı) yardımıyla klonlanmış olma ihtimalini ortaya çıkardı. Sam Altman her ne kadar iddiaları yalanlasa da Sky’ın görücüye çıktığı gün X hesabından tek kelimelik ‘Her’ şeklinde bir paylaşım yapmış olması soru işaretlerini büyütüyor.

 

ÇIPLAK GÖSTEREN KAMERA ARTIK ŞEHİR EFSANESİ DEĞİL

Tam olarak düşündüğünüz şey de değil ama... Alman çağdaş sanatçı Mathias Vef ile tasarımcı Benedikt Groß tarafından geliştirilen NUCA (nü kamera) isimli cihaz, fotoğrafı çekilen herkesi birkaç saniye içinde çıplak gösterebiliyor. Kişinin gerçek vücudu yerine deepfake marifetiyle kendisine uyumlu yaratılan çıplak bir beden imajını montajlayan kamera, içine gömülü bir akıllı telefon aracılığıyla stable diffusion (fotogerçekçi görüntüler oluşturan bir yapay zekâ modeli) teknolojisinden faydalanarak görüntüyü oluşturuyor. Son tüketici ürünü olmaktan ziyade spekülatif bir sanat projesi olarak ortaya çıkan kameranın internet sitesinde projenin “beden görüntüleri ve deepfake’ler üreten yapay zekânın gidişatını sorgulamak ve kışkırtıcı olmak amacı taşıdığı” ifade ediliyor. (İnternet sitesi: nuca.rocks)

 

Yazının Devamını Oku

Yapay zekânın fetih manifestosu!

19 Mayıs 2024
Yapay zekâlı dünyanın ve internetin iki büyük ismi Open AI ile Google, geçen hafta kendileri için dönüm noktası olan iki büyük sunumla meydana çıkarken, insanlık için yeni bir çağın habercisi olduklarını biliyorlardı.

Google’ın her yıl yeniliklerini duyurduğu Google I/O konferansına geçen yıl AI (artificial intelligence - yapay zekâ) konularının baskınlığı damga vurmuştu. Hatta birileri CEO Sundar Pichai’nin cümle içinde kaç kez AI dediğini saymış, hakkında mimler yapılmıştı. Bu yılsa tüm sunum başından sonuna AI hakkındaydı. Hint asıllı CEO “Biz, şimdi Gemini çağındayken...” sözleriyle açılışı yaptığında, o gün AI’dan başka şey konuşulmayacağı anlaşılıyordu. Ancak Pichai, Google’ın tarihindeki en önemli sunumlarından birini yaparken OpenAI açıktan sessizce yaklaşıp sahneyi birkaç saat önce kapmıştı. Aynı gazeteciler arasındaki ‘haber atlatmak’ gibi  teknoloji dünyasında da‘sunum atlatmak’ diyebileceğimiz hadiseye sık rastlanıyor. Google’ın bu yıl Gemini ile şov yapacağı kulislerde bilindiği için OpenAI, Chat GPT’nin büyük yenilikle gelen son versiyonu 4o’yu göstermek adına muhteşem bir gün seçmişti. Rakibinden önce oyuna başlayarak Google’a tek başına parlama fırsatı vermeyecekti.

 

OpenAI Teknoloji Şefi Mira Murati ve Google CEO’su Sundar Pichai.

SİMULTANE ÇEVİRİ

İşin aslı her ikisinin sunumları da o kadar kendine has tarzdaydı ki, dışarıdan rekabet ettikleri anlaşılmayabilirdi! OpenAI cephesinde, konuşma kabiliyeti ve multimodal, ses, görüntü ve farklı kaynaklardan komut alabilme özelliği eklenen GPT-4o vardı. Önemli yeniliği sunan isim OpenAI’ın teknoloji şefi, İtalyan zarafetiyle Mira Murati’ydi. Talk show tadında bir stüdyoda sahneye çıkan Mira Murati sunumu sırasında Chat GPT-4o’yu kendi aksanıyla anlatırken heyecanlı, açık ve kararlı görünüyordu. Asıl yenilikse koltuğa geçince ortaya çıkmayı bekliyordu. Bir Asyalı genç ve bir Anglosakson Amerikalıyla kahve masasını paylaşıyorlardı. Asyalı genç, ChatGPT-4o’ya İtalyanca-İngilizce konuşurlarsa çeviri yapıp yapamayacağını sordu ve aldığı “Perfetto!” (Mükemmel!) yanıtı herkesi güldürdü. Simultane çeviri becerisiyle hayran bırakan GPT-4o’nun ‘Her’ filmindeki Joaquin Phoenix’in yapay zekâ  sevgilisi Samantha ile ses benzerliği, ilgi çeken ayrıntılardan. Konuşma özelliği şimdilik açık değil ancak GPT-4o sınırlı özelliklerle herkesin kullanımına ücretsiz sunuldu.

 

HER ŞEYİN İÇİNDE!

Yazının Devamını Oku

Balinalarla konuşmayı başardık

12 Mayıs 2024
Alaska’da bir balinaya ilk “Merhaba”mızı dedikten sonra prestijli bilim ve teknoloji okulu MIT’den araştırmacılar balinaların seslerinin içindeki örüntüleri, tekrarları ve melodik vurguları makine öğrenimiyle tespit etti. Bu, günün birinde onlarla iletişim kurabileceğimiz anlamına gelebilir.

Tek kelimelik dil tabirini hiç duymuş muydunuz? Hayvanların çıkardığı tek bir sesin, örneğin ‘hav’ veya ‘miyav’ kelimelerinin varyasyonlarını üreterek aralarında anlaşmalarını tabir etmek için yapılan bir tanımlama. Karşı kaldırımdan geçen adama onlarca defa çeşitli şekillerde ‘hav’ veya ‘wuff’ diyen bir köpeğin özetle ne anlatmak istediğini kestirebiliyoruz. Ancak biliminsanlarına göre hayvan dili de olsa bir iletişim dilini tek kelimeyle tanımlamak imkânsız. Hayvanlar basit sesleri, duruşları veya beden dilini birleştirerek nüanslar yaratabiliyor. Üstelik sesleri ve hareketleri, kokular ve salgılar gibi kimyasal iletişim araçlarıyla destekleyip gerektiğinde dünyanın manyetik alanını, doğal enerji yollarını ve kendi ürettikleri elektriksel akımları kullanabiliyorlar. Daha ötesi de olmalı!

‘İfade yetileri geniş’

Dünya Dışı Akıllı Yaşam Araştırması (Search for Extra-Terrestrial Intelligence/SETI) adlı kâr amacı gütmeyen kuruluş dünyada bir ilki gerçekleştirdi: Bir balinayla ilk kez sözlü iletişim kuruldu. Biliminsanı Josie Hubbard sualtı hoparlörüyle “Merhaba” anlamında bir ses çıkardı ve mucizevi olay gerçekleşti. Twain adını verdikleri 38 yaşındaki balina aynı sesi çıkararak yanıt verdi ve ardından grubundan ayrılıp araştırma teknesinin etrafında dönmeye başladı. Hubbard ve bilim ekibi samimi balina Twain ile 20 dakika boyunca hoparlörden sohbet etmişler, daha doğrusu aynı sesi farklı tınılarda 36 kez çıkarıp durmuşlar: “Başka bir dünyayı deneyimlemek gibiydi... Yüzeye geldiklerini duyuyorsun. Sonra büyük bir nefes ve görüyorsun onu...”

ABD’nin ve dünyanın önde gelen bilim-teknoloji okulu MIT araştırmacılarından geçen hafta yapay zekânın temel birimi olan makine öğrenimi sistemini kullanarak balinaların alfabesini çözmeye başladıkları haberi geldi. Reuters’ın yayımladığı haberin kaynağı Nature Communications bilim dergisi... Dilini öğrenmek istediğiniz hayvanın deniz altında yaşıyor olması aslında muazzam bir avantaj. Ses dalgalarının havadan çok daha hızlı ve net iletilmesi toplanan verinin çözünürlüğü için avantaj sağlıyor. Biliminsanları balinaların uzaktan kaydedilen seslerinin içindeki örüntüleri, tekrarları ve melodik vurguları makine öğrenimiyle tespit etmiş. Hatta bazı balinaların uzun ‘cümleler’ sonunda tek bir tıklama yaparak noktalama işareti kullandığını fark etmişler. Karayipli balinaların sanılandan çok daha sofistike bir iletişim sistemi kullandığını gösteren analizlerden balinaların kendilerine has bir ‘fonetik alfabe’ geliştirdiği anlaşılıyor. Araştırmayı yayımlayan MIT doktora öğrencisi Pratyusha Sharma “İspermeçet balinaların ifade yetilerinin çok daha geniş olduğu ortaya çıktı” diyor ve ekliyor: “Henüz ne dediklerini bilemiyoruz ancak seslerle davranışlarını kıyaslayarak konuştukları konuyu anlamaya çalışıyoruz.”

18 metreye kadar dalabilen ispermeçet balinaları yeryüzündeki en büyük beyne sahip olan sosyal hayvanlar. Aralarındaki dili aile ortamlarında koordinasyon kurabilmek, bebek bakımını düzenleyebilmek, yiyecek bulma ve korunma için kullandıkları anlatılıyor. Hayvanların dilleri, doğal çevreleri ve topluluklarıyla şekilleniyor. Makine öğrenimi sayesinde gelecekte hayvan dillerini ve farklı hayvanları anlama imkânımız artacak ve günün birinde belki yapay zekâ üzerinden onlarla iletişim kurmaya başlayacağız. Kanımca hayvanlardan öğrenebileceğimiz en hayırlı şey, doğayla iletişimi ve onu hissetmeyi sağlayan üst sezgilerimizi yeniden kullanabilmek olurdu.İspermeçet balinaları tıkırtılarla karmaşık mesajlar iletebiliyor.

Peki ama neden balina?

Dışarıda onca hayvan varken biliminsanları neden en cüsseli ve ulaşması zor hayvana yönelmeyi tercih ediyorlar? Kendimizden yola çıkarak anlaşılabileceğini düşünüyorum… İnsanlar yüz binlerce yıllık evrim sürecinde kendilerine has dil yapısını geliştirmiş. Bununla birlikte, dilin kapsayıcılığının ve ifade gücünün giderek artması insanların farklı duyular ve sezgilerle iletişim geliştirme kabiliyetini köreltmeye başlamış. Karşılığındaysa çok gelişmiş bir iletişim aracına, yaşayan dillere kavuşmuşuz. Balinalarla, tam bu noktada aramızda bir yakınlık var. Şarkılarıyla ünlü kambur balinaların seslerindeki ahenk ve vurgular farklı ifadeler geliştirmelerinin ipuçları sayılıyor. İspermeçet balinalarıysa tıklamalar ve tıkırtılarla birbirlerine daha karmaşık mesajlar iletebiliyorlar. Hatta yeni keşfedildiği üzere Mors alfabesi benzeri, bize yakın bir düzen kullanıyorlar.

Yazının Devamını Oku

‘Yapay zekâyla ilişki yaşıyormuş!’

5 Mayıs 2024
Replika, Candy.ai gibi yapay zekâ destekli arkadaşlık ve flört uygulamaları her geçen gün daha popüler hale gelirken işin bağımlılık yönü de tartışılmaya başladı. Hatta yapay zekâ kız arkadaş mağduru erkekler bile var.

Geçen hafta “Artık onsuz yapamayız” diyerek yapay zekânın hayatımıza vazgeçilmez biçimde nüfuz ettiğini gösteren güncel bir raporun ayrıntılarını paylaşmıştım. Bu haftaysa işler daha ilginç bir noktaya evriliyor; yapay zekâyla ilişki bağımlılığı. Akla hemen sosyal medya veya teknoloji bağımlılığı gelse de bu konu daha duygusal ve bir yönden daha eğlenceli bir bağlamda gelişiyor.

Yapay zekâ arkadaşlık siteleri ve yapay zekâ kız arkadaş uygulamaları son aylarda hızla yükselişe geçti. Replika, Candy.ai, Myanima.ai, Mitsuku gibi popüler uygulamaların çoğu ilişki simülasyonu yapan sohbet programlarından ibaret. Bazılarında sadece beyaz ekranda sohbet ediliyor, daha gelişmiş olanlarında yapay zekâ arkadaşınızı ya da ‘sevgilinizi’ gözünüze, gönlünüze göre tasarlayabiliyorsunuz. Buraya kadar nispeten masum ama etik açıdan tartışmalı görünüyor.
Öte yandan geçen ay ABD’de yapay zekâ kız arkadaş mağduru genç erkeklerin ortaya çıkmasıyla konu yeni bir boyut kazandı. Kimliği paylaşılmayan 24 yaşındaki bir genç, yapay zekâ kız arkadaşlarına ayda 10 bin dolar harcadığını açıklayınca yer yerinden oynadı. Sadece arkadaşları için her ay 60-70 bin lira harcamaya gönüllü birinin gerçek dünyada ortam yaratmakta hiç zorlanmayacağı bir çağda yaşıyorken, yapay ilişkilere bu kadar para yatırmak hangi ruh haliyle mümkün olabilirdi?

Futurism’e konuşan girişimci ve teknoloji duayeni Greg Isenberg, bu gençle bir araya geldiğinde her ay harcadığı miktarı öğrendiği an küçük bir şok yaşamış. “Şaka yaptığını sanıyordum” diyen Isenberg, genç erkeğin bu işi çok sevdiğini fark ediyor ve onu cezbeden şeyi keşfetmesi de uzun sürmüyor. Meğer genç adam, -aslında yetişkin çocuk- olayı bir oyun gibi görüyormuş. Yani kız arkadaşlarıyla ilişkide olmanın yanı sıra onlarla video oyunu gibi oynuyor. Böylece ilişkide bulunduğu hayali, parayla iyileştirebildiği bir realiteye girmiş oluyor. Şimdi gerçekliğin kaymaya başladığı noktaya dikkat: İlişki kavrayışı yeni şekillenen, olgun bir ilişkinin ne demek olduğu hakkında henüz fikri olmayan bir insan. Bilincinin evrildiği ilişki kavramı kendisini gerçek hayatta büyük hüsranlara hazırlıyor ve en hassas duygusal yerinden illüzyona sevk ediyor. 24 yaşındaki Amerikalıyla sohbetleri sırasında Isenberg, adeta nutkunun tutulduğunu anlatıyor.
‘Her şey çok garip olacak’

Çoğunlukla Myanima.ai ve Candy.ai’da ‘takılan’ genç adam, bu uygulamaları müstehcenliğe izin verdiği için tercih ediyormuş. Şimdi işler daha da ilginçleşecek. Teknoloji duayeni Isenberg’e göre genç adamın para harcama iştahı, kapitalizmin bu konuya el atacağını gösteriyor. Futurism yazarı Noor Al-Sibai, başlıca arkadaşlık uygulamaları olan Tinder, Hinge, Match.com, OKCupid, Plenty of Fish’i çatısı altında toplayan Match Group’un 9 milyar dolarlık değerini hatırlatırken, ileride büyük bir yatırımcının arkadaşlık uygulamaları sektörünün yapay zekâ versiyonuyla kendi milyar dolarlık piyasasını yaratabileceğini anlatıyor.

Ünlü Dilbert karikatürünün çizeri “Kız arkadaş ‘singularitesi’ gelmiştir. İnsan kadınlar iyi bir yarış çıkardı” esprisiyle olaya tatlı bir yorum katmış. Yapay zekânın insan aklını geçeceği noktaya singularite deniyor. Kelime oyunundaki ‘single’ ise aynı zamanda bekâr demek. Bir başka yorumdaysa “Yakında bu tanıdığınız biri olacak ama öyle olduğunu kabul etmeyecekler” deniyor. Gizli yapay zekâ âşıklarının aramızda olması ilginç bir duygu. Düşünün, birisinden hoşlanıyorsunuz, “Onun yapay zekâyla ilişkisi var” diyorlar. Sadece yapay zekâyla ilişkiye giren insanlar olursa, onlara ‘digito sapien’ gibi bir şey mi diyeceğiz? Isenberg paylaşımında “Her şey çok garip olmak üzere” yazmış. Muhtemelen gariplikten de fazlası olacak...

Kızgın kız arkadaş uygulaması

Yazının Devamını Oku

Yapay zekâ ‘Artık senden ayrılamayız'

28 Nisan 2024
Stanford Üniversitesi’ne bağlı İnsan Merkezli Yapay Zekâ Enstitüsü (HAI) geçen haftalarda bir yapay zekâ raporu yayımladı. Rapordan özetle şu sonuç çıkıyor: “Artık ondan ayrılamayız."

Cep telefonsuz bir dünyayı düşünemeyecek hale gelmemiz 10-15 yılımızı almıştı. Akıllı telefonlara vazgeçemeyecek derecede alışmamız 3-5 yıl kadar sürdü. ChatGPT ile başlayan yapay zekâ (AI) furyasıysa başlayalı 1,5 sene bile olmadı fakat şimdiden onsuz bir geleceği hayal edemiyoruz. Yapay zekâ insanlığın geliştirdiği en hızlı teknoloji. Kendi kendisini ilerletebiliyor olması onu her şeyin önüne geçiriyor. Geçen haftaki yazımda ‘Tanrı’yı oynamak’ temasına yer vermiştim. Konu, soyu tükenen canlıları korumak için evrime müdahale fikrini ele alıyordu. Şayet evrimi, yani doğadaki kendi başına çevreye uyumlanarak varlığını sürdürme yetisini ilahi bir güç yarattıysa, insan da yapay zekâyla Tanrısal bir marifeti sayısal çerçevede kısmen yakalamış olabilir.

ABD merkezli yapay zekâ araştırma şirketi OpenAI’ın CEO’su Sam Altman geçen ay “2024 insanlık tarihinin en heyecan verici yılı, gelecek tüm yıllar hariç” demişti. Yapay zekânın bizi durmadan şaşırtacağı yıllar önümüzde uzanırken, kendisini sürekli geliştiren yapay zekâ modellerinin performansını ve toplum üzerine etkilerini değerlendiren dünya üzerinde birçok akademi ve özel kurum var. En saygın olanıysa Stanford Üniversitesi’nin İnsan Merkezli Yapay Zekâ Enstitüsü (HAI). Enstitünün farklı disiplinlerden kalabalık bir komisyonun yanı sıra Google, OpenAI, NSFA gibi ortakların katkılarıyla her yıl hazırladığı Yapay Zekâ Endeks Raporu, yapay zekânın endüstrilere, toplumlara, ekonomilere ve bilime etkisini değerlendiriyor. Geçen haftalarda yayımlanan 500 sayfalık raporun özet bölümündeki önemli başlıkları derledim.

Bazı işlerde insan performansını aştı

Yapay zekâ görüntü sınıflandırma, görsel muhakeme ve İngilizce anlama da dahil birçok kriterde insan performansını aşmış vaziyette. 2021’de matematik problemlerinin yüzde 8.6’sını çözebilen ChatGPT, 2023’te yüzde 87 seviyesine ulaştı. Ancak ileri düzey matematik, gördüklerinden anlam çıkarma ve planlama gibi daha karmaşık görevlerde halen insanlardan geride kalıyor.

Eğitim maliyeti giderek pahalı hale geliyor

2023’te endüstriler 51 kayda değer yapay zekâ modeli üretirken, akademiler sadece 15 modelle katkıda bulunmuş. Yapay zekâ endeks tahminlerine göre son teknoloji yapay zekâ modellerinin eğitim maliyetleri daha önce görülmemiş seviyelere ulaştı. Örneğin OpenAI şirketi GPT-4’ü eğitmek için tahmini 78 milyon dolar değerinde bilgisayar gücü kullanırken Google’ın Gemini Ultra’sı 191 milyon dolarlık hesaplama gücüne mal oldu.

Uluslararası yarışta ABD önde

Soğuk Savaş döneminden sonraki en hızlı teknoloji yarışını ABD bir kez daha önde götürüyor. En iyi yapay zekâ modellerinin kaynağı olarak ABD; ChatGPT, Gemini, Midjourney gibi örneklerle Çin, Avrupa Birliği ve Birleşik Krallık’ın önünde. Öte yandan Çin, en fazla yapay zekâ patentiyle dünya birincisi. Avrupa’daysa İngiltere ve Almanya yapay zekâ sahnesinin başrol oyuncuları.

Yazının Devamını Oku

Tek çare kaldı: Tanrı’yı oynamak!

21 Nisan 2024
Neden olduğumuz doğa tahribatının ardından gezegeni ve canlıları korumak için Tanrı’yı oynamak son çare gibi... Avustralya’da ve dünyanın farklı bölgelerinde biliminsanları soyu tükenmek üzere olan canlıları kurtarmak için ‘evrime müdahale’ seçeneğine yönelmeye başladı.

Bir canlının doğasına müdahale etmek, yaradılış düzenini değiştirmeye yeltenmek Tanrı’yı oynamak’ demek. Simyacılardan, antik zaman büyücülerinden bu yana bilinen bir kavram. Üstelik teknoloji geliştikçe, Tanrı’nın marifetlerini keşfetme iştahımızın kabardığını, bugün yapay zekânın her fırsatta ‘insan aklını geçecek’ iddiasıyla sunulmasından görebiliyoruz. Doğmadan genetiği geliştirilmeye çalışılan tasarım bebekler, insan biyolojisiyle teknolojiyi buluşturmayı amaçlayan ‘transhümanizm’ gibi konseptler, modern dünyada ‘Tanrı’yı oynama’ fiilinin en tartışmalı hallerini yansıtıyor. Fakat öyle bir zamanda yaşıyoruz ki bazı özel koşullarda gezegeni ve canlıları korumak adına Tanrı’yı oynamak son çare gibi görünüyor. Avustralya’da ve dünyanın farklı bölgelerinde biliminsanları soyu tükenmek üzere olan canlıları kurtarmak için ‘evrime müdahale’ seçeneğine yönelmeye başlamışlar.
Milyonlarca yıllık zengin biyolojik çeşitliliğiyle ‘evrimin oyun bahçesi’ olarak anılan Avustralya tüm dünyada soyu tükenen canlıların sayısındaki korkutucu artıştan ve küresel biyolojik çeşitlilik krizinden en fazla nasibini alan kıta. Vaziyet öyle seviyeye gelmiş ki canlıları korumaya yönelik alışılmış yöntemler işe yaramaz olmuş. Biliminsanlarının bulduğu çareyse hayvanların biyolojik yapısını değiştirmek, yani evrime müdahale etmek.
Victoria Hayvanat Bahçeleri’nde görevli kıdemli ekolojist Dan Harley “Düzeni bozulan bir dünyada yeni çözümler araştırıyoruz. Risk almamız ve daha cesur olmamız gerekiyor” diyor. Klasik yöntemlerin işe yaramaz hale gelmesinin bir sebebi hayvanlar arasındaki genetik çeşitliliğin azalması. Soyu tükenmekte olan canlıları bir araya getirip hayatta tutma çabası da her zaman verimli sonuç vermez olmuş. Çünkü yaşamın sağlıklı biçimde evrilmesi için gen çeşitliliğine ihtiyaç var. Hayvanları bir araya kapatıp çoğaltmaya çalışmak sürekli akraba evliliğine zorlamak gibi bir şey. Türün devamlılığını sağlayacak sağlıklı ve güçlü genlerin seçilmesi zorlaşıyor. Belirli kuş türleriyse bu konuda iyice hassaslar. Kuşların eş seçiminde ne kadar özenli olduğunu ünlü belgesellerden, eşini tavlamak için nice zahmete katlanan erkek kuşların hikâyelerinden hatırlayabilirsiniz. Yani 50 tane kuşu bir araya koymak da hemen eşleşip çoğalabilecekleri anlamına gelmiyor.
Peki, ormanda o kuş türünden yalnızca 50 tane kalmışsa ne yapabilirsiniz? Avustralya’nın kıymetli kuşlarından miğferli balyiyeni (Helmeted honeyeater) kurtarmak için biliminsanları çareyi kıtanın uzak bir bölgesinde yaşayan başka bir balyiyen türüyle genlerini karıştırmakta bulmuş. Uygulanan tekniğe ‘genetik kurtarma’ deniyor. Ancak bir garantisi yok. Ortaya çıkacak yeni türün her iki ortamda da barınamama olasılığı var ve türlerin eşsiz özelliklerini bulandırma riski taşıyor. Türleri karıştırmanın hastalık bulaştırma, yeni istilacı popülasyonlar yaratma veya ekosistemleri öngörülemez biçimde dengesizleştirme riskleri de cabası. Yine de biliminsanları türü toptan yitirmek yerine eldeki imkânları kontrollü biçimde değerlendirmeyi seçebiliyor. Neyse ki balyiyenler açısından çalışmalar olumlu sonuç vermiş ve kardeş türün güçlü evrimsel özelliklerini taşıyan onlarca yeni miğferli balyiyen doğaya salınmış.
Doğa izin vermeyebilir

Başka denemelerde doğanın takdirinin farklı olabileceğini düşündüren ilginç durumlar da yaşanmış. Avustralya’da bir adada, istilacı zehirli kurbağaların bir sansar türünün soyunu tehlikeye sokmasına müdahale ederek, kurbağaya karşı dayanıklı bir sansar türüyle genetik kurtarma yapılmak istenmiş. İlk başlarda sansarlar doğal seçilimle dayanıklı hale gelir gibi görünmüş ancak henüz adapte olamayan bazı sansarlar zehirli kurbağaları yiyip telef olmuş. Üzerine adada büyük bir doğal orman yangını çıkmış. Bir de tayfun gelince yeni tür tamamen yeryüzünden silinmiş. İlahi takdir mi yoksa tesadüf mü bilinmez ancak neticede doğal büstün bilincin duruma müsaade etmediği açık.

Yazının Devamını Oku