Zillet avukatlığı

Mümtaz SOYSAL
Haberin Devamı

Vedat Dalokay sağ olsaydı da, anlatabilseydi.

Atatürk Bulvarı genişletilirken büyükelçiliklerin davranışlarını.

Eskiden, Bulvar'ın Bakanlıklar'dan Kavaklıdere'ye kadarki kısmı ortadan bölünmüş değildi ve yandaki kaldırımların ikisi de genişti. Yol kısmını ortadan bölmek ve dolayısıyla güneye doğru çıkarken güdük kalan sağ yandaki kaldırımları genişletmek istenince, orada sıralanan büyükelçiliklerin bahçe duvarlarını bir-iki metre geriye almak gerekmişti.

En kibar sözlerle ve en yumuşak yazılarla kendilerinden rica edilerek.

Ama, beyhude. Bütün yabancı misyonlar, söz birliği etmişcesine, Nuh deyip peygamber dememiş ve ‘‘Arsalar hakkımızdır; vermeyiz!’’ tutumuyla bir metre bile gerilememişlerdi.

O arsalar ki, Cumhuriyet'in ilk yıllarında İstanbul'u payitaht bilip gelmeyen yabancı büyükelçilikleri Ankara'ya getirtmek için kendilerine hediye edilmişti!

Kaldırım bugün hâlâ daracıktır.

Eloğlu, hakkına, hem de esasında hak olmayan hakkına böylesine sahip çıkarken, dış ilişkilere de yansıyan Türk kültüründe, hakkı olanı açıkça istemek ve bunu kesin tutumla ortaya koymak hâlâ biraz ayıp sayılır; söylenenler de bu yüzden ezile büzüle söylendiği için pek etkili olmaz.

Örnekler çoktur.

Gümrük Birliği'nin başlangıçta Türk dış ticaretine getireceği aşikâr olan açıklar karşılığında Avrupa Birliği'nin vaat ettiği ‘‘Mali Hükümler’’ uygulanmadığı zaman kıyameti koparmak hakkımız değil miydi? Ama, böyle yapmak yerine, başka konulardaki eleştirilere yanıt yetiştirmek yüzünden aylar yıllar yitirilmiş, bugünkü durum ortaya çıkmıştır. Şimdi hâlâ, konuyu ‘‘para istemek’’ gibi gören ve utançlarından kızarıp bozararak konuşanlar var.

Kıbrıs Rum Yönetimi, uluslararası hukuk çiğnenerek, Türkiye'nin üye olmadığı bir ekonomik ve siyasal birliğe tam üye yapılmaya kalkışılınca Ankara'nın takındığı doğru tavrın adı, İstanbul'un ticaret ve basın çevrelerinde hâlâ ‘‘gereksiz ölçüde sert bir uzlaşmazlık’’tır.

Doğrudürüst ve dayanıklı bir barış oluşturmak için atılacak en sağlam ilk adımın ‘‘KKTC'yi tanımak’’ olduğunu söylemek de.

Hem ‘‘En büyük dostunuz biziz!’’ diyen, hem de parlamentosunda Türkler'i ağır biçimde yaralayıcı bir yasa önerisine açıkça karşı çıkmayan Fransa devletinin yetkili organlarına görevlerini anımsatmak ve gerekenin yapılmasını istemek hakkımız değil midir?

Üstelik, böyle bir girişim, o ülke anayasasının çok temel bir kuralı çiğnenerek yürütülmekteyse? Önleyici hukuk mekanizmalarını harekete geçirmeyenler, sonradan, hem de devlet olarak nasıl dostluktan söz edebilirler?

Ama, Ankara'da İngilizce olarak yayınlanan haftalık bir Türk dergisinin son sayısından öğreniyoruz ki, bunu istemek ‘‘Katılımcı demokrasi açısından halkın sesi olan parlamentolar üzerinde böyle yetkilerin kullanılmasını savunarak büyük hata işlemek ve kabalık etmek’’miş.

Doğrusu, Osmanlı'dan kalma Levantence davranışların bugünkü kültürümüzü hâlâ etkilediği bilinirdi de, Batı karşısındaki ezikliğin bu ölçülere varabileceği düşünülemezdi.













Yazarın Tüm Yazıları