Zeynep Atikkan: ‘Sekiz yıl’ neden sahipsiz kaldı?

Zeynep ATİKKAN
Haberin Devamı

CUMHURİYET tarihinin en büyük eğitim reformu diye sunulmuştu. Ortada reform filan kalmadı.

Günlerdir gazete köşelerinde yazılıp duruyor, sekiz yıllık eğitim sahipsiz, yersiz, yurtsuz, öğretmensiz ve kaynaksız diye.

Cumhuriyet tarihinin en büyük eğitim reformunu açıklayan liderlik ortalarda, Galatasaray'ın başarısını ortalayıp barajın altına düşmemek için birtakım çalımlar atmakta. O liderlik, eline tutuşturulan sekiz yıl reformunu okurken 28 Şubat'ın siyasi tasarımının taşeronluğunu yapıyordu.

Sonra partinin ‘‘kurmayları’’ toplandılar. ‘‘İmam hatipleri kapatmak bir çuval inciri mahvetti, seçimleri kaybettik’’ dediler.

Böylece cumhuriyet tarihinin en büyük eğitim reformcuları, reformlarını öksüz bırakıp arazi oldular.

Yanlış insanlarla doğru reformlar yapılabilir mi?

Eğitimi gündeminden ‘‘kovmuş’’ bir ülke Türkiye. Üniversite giriş sınavları dışında eğitim hiçbir biçimde tartışılmıyor.

Oysa e-ticaret, e-ekonomi, e-hayat, e-gelecek falan filanın bütün tılsımı ‘‘nitelikli insan gücünde’’. Teknolojiyi üretmek bir yana mevcut olanı yönetmek bile vasıflı insan gücü gerektiriyor.

Bşta Amerika olmak üzere yıllardır eğitime yatırım yapmış ülkelerde insanların hayal gücünü en fazla eğitim kurcalıyor. Seçimler ‘‘eğitim’’ temalarıyla kazanılıyor. İnsanlar oylarını buna göre veriyor.

Sekiz yıllık eğitimin bir partinin oylarını düşürdüğü varsayılan bir ülke düşünün. Ve bu ülkenin, 21. yüzyıl performansını hayal edin.

Osmanlı dönemi dahil olmak üzere Türkiye tarihinde, bir kez eğitim reformu yapıldı. O da cumhuriyetin kuruluş yıllarındakiydi. Sonraki süreçler ‘‘reform’’ değil ‘‘deformasyon’’ stratejileriyle eğitimdeki ucubeleşmeyi doğurdu.

80'ler ‘‘hukuksuzlaşma ile eğitimsizleşmenin’’, ‘‘parlak on yılıdır’’. Eksik olmasın, merkez sağdaki cin fikirli kadrolar ‘‘hukuksuzlaşarak ve eğitimsizleşerek çağ atlamanın’’ Türkiye'ye özgü pazarlamasını yaptılar. Sol da ‘‘onlar bizden neden daha cin fikirli’’ kompleksine kapılıp kendi ilgi alanı olan eğitim politikalarıyla ilişkisini kesti.

Türkiye, bugün hálá cumhuriyetin ilk yıllarında gerçekleştirilen eğitim reformunun mirasını yiyor.

Yeni hamleler yapılmazsa bu mirasın soluğu artık tıknefes olmak üzere.

O zaman gelecek nasıl şekillenecek?

Hangi eğitim politikasıyla 21. yüzyılın nitelikli insan gücü yetişecek?

* * *

Prof. Oktay Yenal'ın ‘‘Ulusların Zenginliği ve Uygarlığı-Eğitim Boyutu’’ adlı kitabındaki şu verilerin bugüne yansıyan sonuçlarına ulusça katlanıyoruz:

- 11. yüzyılda Avrupa'nın büyük kısmı yaygın eğitim kurumlarına sahipti. Almanya'da Büyük Frederik'in başlattığı 5-14 yaşındaki bütün çocuklara zorunlu öğretim kısa sürede diğer Avrupa ülkelerinde uygulandı.

- 19. yüzyıl ortasında yetişkinler arasında okur yazar oranı Almanya, Hollanda, İsviçre ve İskandinavya'da yüzde 70'in, İngiltere, Fransa, Avusturya ve Belçika'da ise yüzde 50'nin üstüne çıktı.

- İngiltere'de başlayan sanayi devriminin çok kısa zamanda diğer Avrupa ülkelerine, Amerika kıtasına ve daha sonra da Japonya'ya yayılmasını hazırlayan ve kolaylaştıran nedenler arasında bu ülkelerdeki okur yazar oranının payı başı çekti.

- 1868'de Japonya'da Batı'ya açılma dönemi başlarken erkekler arasında okur yazarlık oranı yüzde 45, kadınlar arasında ise yüzde 17 idi. Japon hükümetinin 1871 yılında kurduğu eğitim bakanlığı çok kapsamlı bir eğitim programı uygulamaya başladı. Pek çok öğrenci Batı ülkelerine eğitime gönderildi.

- 20. yüzyılın başında bütün Japon çocukları okula gidiyordu ve eğitim piramidi altı yıllık zorunlu ilköğretim, sonra beş yıllık orta öğretim, üç yıllık lise ve üç yıllık üniversite olarak yerine oturmuştu.

- Osmanlı Devleti, Avrupa'da 17. yüzyılda başarıya ulaşan temel eğitim seferberliğinin tümüyle dışında kaldı.

- 1800 yılında ülkenin hiçbir bölgesinde okur yazar oranı yüzde 5'i geçmiyordu.

- Tanzimat dönemi sonunda Ahmed Midhat Efendi, okuma yazma bilmeyenlerin nüfusun yüzde 90-95'i olduğunu, bunların kalemsiz ve dilsiz olduklarını yazıyordu.

- Türkiye, Avrupa'nın 19. yüzyıl ortasında eriştiği okuma yazma düzeyine 120 yıllık bir gecikmeyle ancak 1970'te ulaşabiliyordu.

Bu bir ‘‘kara kader’’ tablosu değil.

Bugünün olanakları zamanı hızlandırdığı gibi kararlı toplumlara ‘‘hızlı’’ ve ‘‘köklü’’ reformlar yapma fırsatını tanıyor.

Yeter ki doğru işleri doğru insanlar sahiplensin!

Yazarın Tüm Yazıları