Zeynep Atikkan: İşkence ‘ulan’la başlar

Zeynep ATİKKAN
Haberin Devamı

‘İşkence hálá sürüyor.

Basından ilham almama gerek yok. Herşey ortadadır. İşkence insanlık için yüzkarasıdır. İşkence cezasına indirim uygulanırsa işkence hükümet uygulamasına döner’ diyen kişi sivil toplum önderi filan değil. Türkiye'nin Adalet Bakanı.

Bu sözlere, hükümetin minik ortağı ANAP'tan tepki geldi. ANAP'lı Yaşar Topçu şöyle diyor:

‘Onur kırıcı muamele ile işkence nasıl eşit suç olur, hangi mantık bu? Bana ‘ulan' denirse bu haysiyet kırıcıdır. Bunu nasıl işkence kapsamına alacaksınız? Aynı şey mi?

Dışarıya görüntü vermek istiyorsunuz Sayın Bakan.

Buna artistlik denir'.

Ve de İçişleri Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı'nın veciz sözü: ‘Polisimiz ekşi mekşi ama bizim bağın üzümü'.

Türkiye'de çarpışan iki zihnniyetin konuştuğu farklı dil bu.

‘Kim kurallı toplum istiyor, kim istemiyor'u sergileyen ilginç dialoglar.

Yaşar Topçu'nun yukarıdaki sözleri bana çok şaşırtıcı gelmedi. Çünkü bu bir üslûp, bir yaklaşım biçimidir. Türkiye'de merkez sağın yıllardır özenle geliştirdiği sicili yansıtır. Yani ekonomide sözüm ona liberalizmi savunanların siyasi liberalizm deyince sıtma krizinine tutulmaları!

Yaşar Topçu'ya göre ‘ulan' sadece ‘haysiyet kırıcı' bir sözcük. İşkence'nin kapsama alanına girmiyor.

Oysa her işkencenin sinyal sesi, ‘ulan' ile başlar. Bilmem ne ile şiddetlenir, sille tokat, elektrik ve her türlü rezillikle istenilen kıvama ulaşır.

Merkez sağda politika yapanların siyasi refleksleri, yıllardır solculara karşı vatan kurtaranların uyguladığı işkenceyi sineye çekerek hatta teşvik ederek gelişti.

Şimdi sol tehlike olmaktan çıktı ama onlar ‘işkence'ye karşı geliştirdikleri hoşgörüden bir türlü vazgeçemiyorlar. Dünya'da insan hakları kavramlarının geçirdiği evrimi algılayamamalarının nedeni de bu.

Vatanı düşmandan kurturmak adına!

Kendi insanına işkenceyi layik görerek.

Ve de ‘Ne yapalım burası Türkiye. Polisimiz ekşi, mekşi ama bizim bağın üzümü'!

Sanki o üzüm aşılanamazmış gibi!

* * *

Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk'ün işkence konusundaki duyarlılığını, ben yapılması gerekenin kavranması şeklinde algılıyorum.

Düşünceleri yüzünden insanların özgürlüklerinin kısıtlandığı bir ülke burası. Düşünceleri nedeniyle insanlar işkenceye láyik görülebiliyor.

Oysa biliniyor ki kritik düşünce sayesinde ülkeler gelişiyor. Ekonomik kalkınmanın da sihiri burada.

İşkence konusundaki tartışmalar tahkim'den daha az önemli değil. Çünkü buradaki yaklaşım, bir zihniyeti yansıtıyor.

İşkenceden başlayıp ‘özel alanda da kaba kuvvetle iş yaptırmam', noktasına kadar yayılan bir yelpaze bu.

Kurallı toplumu ekonomi dahil her alanda talep ediyor muyuz?

İnsan bazen okuduklarına inanamıyor.

Arkadaşım Tamer Çerçi'nin haberinden aktarıyorum. İstanbul Ticaret Odası Başkanı Mehmet Yıldırım, ‘Rahatsız olduğumuz bir başka konu da 2003 yılında nereden buldun sorusunun yeniden gündeme gelecek olması. Nereden buldun tamamen kaldırılmalıydı. Bu düzenlemeyle devlet diyor ki ey iş adamı dikkat et, üç yıl sonra gelip sana hesap soracağım'.

Bu sözlerin mantığı ile Türkiye'nin demokrasi sicilini karartan işkence uygulamaları ve de bunlara karşı gelişen bağışıklık sistemi arasında bir paralellik olduğunu düşünüyorum.

Düşünceye işkence meşru sayılacak. Sermayeye ak mısın kara mısın diye sorulmayacak. Bu yürümez.

Çünkü sermayeye ak mısın kara mısın diye sorulmasını istemeyen kafa yeri gelir vergi vermemek için işkence düzenini dayatır. Kendi kuralsızlığının politikalarını üretir.

Kara paranın kendi rantını semirdiği bir düzende işkenceci de devlet rantını yer!

Karar verelim, gerçekten kurallı toplum istiyor muyuz?



Yazarın Tüm Yazıları