Zengin çocukların okulunda okuyan en fakir çocuk bendim

Özer Uçuran Çiller, bir döneme damgasını vurmuş isimlerden. Türkiye’nin ilk kadın başbakanının eşi.

Kimilerine göre Çiller ailesinin iç güveysi. Kimilerine göre milli damat. Kimilerine göre alternatif tıbbın önde gelen isimlerinden biri. Ne derseniz deyin sofistike ve renkli. Gömlek de dizayn ediyor, yeşil sabun da yapıyor, şarap ve zeytinyağı da üretiyor. Meraklı, dünyayı takip ediyor, okuyor, öğreniyor, araştırıyor. Yeniköy’deki yalıda buluştuk ve Doğan Kitap’tan yakında çıkacak yeni kitabı Sırrın Sırrı’nı konuştuk. Rhonda Byrne’in Secret’ından çok daha iyi bir kitap olduğu konusunda iddialı. Ve çok heyecanlı. Rhonda Byrne çekim yasasından söz ediyor, Özer Uçuran Çiller ise rezonanstan. Tabii ki onu yakalamışken sadece enerji, titreşim, çekim yasası ve tamamlayıcı tıp sormadım. O gerçi, bu konuda sonsuza kadar konuşabilirdi ama araya hayatına ve Tansu Çiller’le 46 yıllık evliliğine dair sorular da sıkıştırdım. Buyurun buradan okuyun...
/images/100/0x0/55ea488df018fbb8f875e502
Biz sizi, karısının soyadını alan adam olarak tanıdık...

- (gülüyor) Galiba Türkiye’de mahkemeye başvurup karısının soyadını alan bir tek ben varım. Soyadım Uçuran, farkındaysan öyle süper bir soyad değil, vazgeçmem zor olmadı...

Neden Uçuran?

- Babamın lakabı Uçuran da ondan. Sonra soyadımız Uçuran oluyor.

Baba, neyi uçuruyor?

- Babamın babası Mudanya’da urgancı. Genç yaşta ölüyor. Babam da rahmetli babasından kalan ne varsa satıyor, gidip bir Dodge araba alıyor. Mudanya-Bursa arasında insan taşıyor. Şoför yani. Sonra bir gün Kirazlı Yayla vardır Uludağ’da, oraya çıkıyorlar, yiyorlar, içiyorlar, dönüşte de araba artık nasıl oluyorsa şarampole uçuyor. Tabii babamın bütün mal varlığı orada haşat oluyor, ona geriyi bir lakap kalıyor: Uçuran. Arabayı uçurdu ya, Uçuran aşağı, Uçuran yukarı...

Sonra durumu nasıl toparlıyor?

- Mustafa İpekçi, Bursa’nın varlıklı ailelerinden birinin oğlu. Onun yanına şoför olarak giriyor babam. Hatta onun peşinden İstanbul’a taşınıyor. İpekçiler, Valikonağı’nda büyük bir evde yaşıyorlar, biz de ailecek onların evinin yanındaki müştemilatta kalıyoruz. Ben o evde doğuyorum. Çok fakirdik tabii.

Babanızın şoför olması sizi rahatsız eder miydi?

- Ederdi. Bir de soyadım Uçuran. "Özeeeer, neyi uçuruyorsun?" derlerdi. Ezik bir çocuktum.

Robert Kolej’de okudunuz diye biliyorum...

- Evet evet, önce Saint Joseph sonra Robert Kolej. Zengin çocuklarının okuluna gittim ama o okullara girmiş, gelmiş geçmiş en fakir öğrenci belki de bendim. Bu kadar iyi eğitim almamın sebebi de Mustafa İpekçi’nin büyük kızı. Dame de Sion’da okuyor, zorla beni Saint Joseph’e yazdırıyor. İyi ki de öyle yapmış.

Ama tuhaf! Ağzınızda gümüş kaşıkla doğmuş gibisiniz, doğuştan varlıklı gibi...

- Görüntü aldatıcı olabiliyor. Robet Kolej’de sabaha kadar telefon operatörlüğü yapıyordum ve yemekhanede garsonluk. Başka türlü yemek paramı çıkaramıyordum. "Babam, şarampole yuvarlandığı için bu soyadı almış" demeye utandığımdan, babamı topçu subayı yaptım. "Soyadın neden böyle?" diyene oracıkta topçu subayı Ramiz Uçuran’la ilgili bir hikaye yazıveriyordum. Sonra şoförlüğü bıraktı babam, Adil isminde bir arkadaşıyla Caddebostan’da bakkal açtı. Adil ve Ramiz’in baş harfleri Ar Bakkaliyesi. Ben de bakkal çıraklığına terfi ettim. Sürekli sipariş alıyorum, elimde fileler koşturup duruyorum, bir de ekstradan yazları karpuz ve dondurma satıyorum. O da ne, ellerinde tenis raketleriyle zengin arkadaşlarım geliyor! Beni görmesinler diye kafamı gizliyorum...

Başka kardeşiniz var mı?

- Ablam var. Orta’yı bitirebildi, şartlar daha fazla okumasına el vermiyordu.

Tüm bunlar hırs yapmaz mı insanda?

- Yapmaz olur mu? İnsan o küçük kafasıyla, "Niye onların var, benim yok" diye düşünüyor. Olması için de çabalıyor.

Peki Tansu Hanım’ın ailesi...

- Onlar daha varlıklı. Yugoslav göçmeni...

Nasıl tanıştınız?

- Robert Kolej’de garsonluk yapıyorum ama kralım. Bu da mühim bir şey. Sevilen biri olmanız gerekiyor, yoksa gözünüzün yaşına bakmıyorlar, oy-moy vermiyorlar.

Neden sizi seviyorlar?

- Güler yüzlüyüm, kimseye kötülüğüm yok, basket oynuyorum. Kral olduğunuz zaman da Arnavutköy Kız Koleji’nde istediğiniz kızı kraliçe seçebiliyorsunuz.

Siz de Tansu Hanım’ı seçtiniz!

- Yok, ben o zaman Tansu’yu tanımıyorum, Esra’yı seçtim. Tansu’yla tanıştığımda ise yüksek mühendislik master’ı yapıyordum. Artık öğretmen statüsüne geçmiştim, kendi odam var, arada çay gibi şeyler olurdu, kızlar-erkekler dans eder. Samim Uygun diye de bir arkadaşım var, çok güzel dans eder, ondan dans figürleri öğrenmişim, yine de çekingenim, Tansu’yu gördüm, "Bu kız da kim?" dedim, eski telefon operatörüyüm ya bütün kızları biliyorum ama onu tanımıyorum, biriyle dans ediyordu, gittim, "Bu dansa benimle devam eder misiniz?" dedim. Fakat çok mu çevirdim nedir, kızın ayakkabısı ayağından fırladı, üstelik ayakkabının topuğu kırıldı galiba, bu sürekli özür diliyor, "Affedersiniz sizi mahcup ettim" diyor, gittikten sonra Samim’e dedim ki "Bu diğer zengin kızlarına benzemiyor burnu havada değil!" Aradan bir hafta geçti o beni aradı, yine bir çay mı ne varmış. Sonra ben grip oldum, okulun hastanesinde yatıyorum, baktım elinde meyvelerle, muzlarla geldi.

Kaç yaşındaydı?

- 18. Ben de 25.

En çok nesinden etkilendiniz?

- Cıvıl cıvıl, hayat dolu, öyleydi, hálá öyledir. Ben herkese söylerim, mutlaka size pozitif enerji veren insanlarla birlikte olun diye. Bir sene geçti geçmedi Markiz vardı Tünel’de, "Tansu seninle..." dedim, daha bitirmedim "Tamam, tamam evlenmeyi kabul ediyorum" dedi. Fakat ikide bir "Soyadını beğeniyor musun?" diyor. Babası hep erkek evladı olsun istemiş, olmamış, "O kadar istiyorsan tamam Çiller olurum" dedim, "ama Uçuran da kalsın..." Ben aslında uyanıklık yaptım. Onun soyadını aldım ama ne zaman münakaşa etsek, bu konuya açarım "Biliyorsun senin için çok büyük bir fedakarlık yaptım" derim, yani hiç unutturmam, hep yüzüne vururum.
/images/100/0x0/55ea488df018fbb8f875e504
Yüzde 100 aşk mıydı?

- Tabii. Ama mantık da vardı. Ben onun ailesine iç güveysi olarak girdim. Onların Ayaspaşa Ankara Palas’ta güzel bir evleri vardı, orada yaşamaya başladık. Benim aklım fikrim Amerika’ya gitmekte. O Amerikan filmleri, Amerikan yaşantısı, o kataloglardaki giysiler filan aklımı başımdan alıyor...

Nasıl bir çiftsiniz siz? Birlikte eğlenir misiniz?

- Tabii, tabii. Ama Tansu’nun IQ’su benden yüksektir.

Nasıl bir şey insanın karısının ondan akıllı olması. İnsan kompleks yapıyor mu?

- Hayır çünkü benim de EQ’um ondan yüksek! Okulu bitirdim, askerliğimi bitirdim. Bir iki sene Shell’de çalıştım. Tansu da okulu bitirdi. Tansu kafaya bir şey koyduğu zaman korkacaksın, yapamayacağı hiçbir şey yok, ben böyle bir insan görmedim, Amerika’ya gitmek istiyoruz ama paramız yok. Ne yaptı etti, kendine New Hampshire’da bir burs buldu, master yapacak, benden önce gitti, bana iş de buldu. New Hampshire Karayolları’nda köprü mühendisliği. Bir sene orada çalıştım. Hem karayollarında çalışıyorum hem de haftada üç gün Boston’a gidip MBA yapıyorum.

Evliliğinizin en güzel yılları mı o yıllar?

- Hayır, şimdi evliliğimizin en güzel yılları. O yıllar çok koşuşturmalı yıllardı, şimdi yaşamı daha çok hissediyoruz. Gençken bir bakarsınız gün bitmiş çok da üzülmezsiniz, şimdi günleri uzatmaya çalışıyorum. Tansu doktorasını yaptı, sonra profesör oldu...

Neden bütün bu akademik unvanlar alınıyor, kendine koyduğu bir hedef mi var ilerisi için?

- Meğer politikaya girmek istermiş, ben o zamanlar bilmiyordum. Unvanlara gelince, oyuncaklar bunlar. İnsan bir dönem bu oyuncakların peşinde olur.

Kim kime daha düşkün?
/images/100/0x0/55ea488df018fbb8f875e506
- 46 yıl oldu. Biz et ve tırnak gibiyiz. Onun bana kadınsı bir düşkünlüğü de vardır, sevecendir bana karşı çok.

Kıskanç mıdır?

- Bir şey olursa tabii kıskanır. Ama benim içimi dışımı bilir.

Amerika’dan ne zaman döndünüz?

- 67’de gittik, 74’ün sonunda döndük. Daha da kalmaya niyetimiz vardı ama Mehmet Emin Karamehmet Amerika’ya geldi ve beni ikna etti, Türkiye’nin en geç CEO’larından biri oldum, Çukurova Holding’in başına geçtim. Sonra Pamukbank’ı, Yapı Kredi’yi aldık ve derken bir gün yollarımız ayrıldı, ben Has Holding’in başına geçtim.

Siz iş hayatında büyük başarılara imza atmış bir adam mısınız?

- Çok acayip başarılara imza atmış biri değilim. Hüsnü Özyeğin değilim mesela. Ben ondan 10 misli daha fazla maaş alıyordum, bir de bugüne bak. Ama onun hayatı sadece çalışmaktı. Benim hayatımda başka şeyler de vardı.

Ve birdenbire eşiniz siyasete girdi...

- Meğer hep "Ben büyüyünce bu ülkenin Maliye Bakanı olacağım" dermiş, bunu hep istermiş. Ben de tabii onu teşvik ettim. İkimiz açısından da iyi bir tecrübe oldu.

Zirveyi görmüş ve çıkmışken, aşağı inmek sinir bozucu değil mi?

- Yok hayır, her şey yükselir ve sona erer. Doğal bu.

Peki siz kendinizi onun peşinden sürüklenmiş gibi hissetmediniz mi?

- Yapabileceğim bir şey yoktu. En çok beni hırpaladı galiba. Kazanın dışındayım ama sıcaklığı hissediyordum.

Size neden yüzde 10 Özer diyorlar?

- Benazir Butto’nun kocasına dendiği gibi? Alakası yok. İlk defa sizden duyuyorum.

Hadi canım...

- Şimdi inanın Tansu eskisinden çok daha fazla seviliyor. Ben de. Biliyorsunuz o dönem medyayı karşımıza almıştık, en kolayı da bana bulaşmaktı. Yapılan bir şey gizli kalmaz. Bir dönem "Yalı Çetesi" dendi, ama sonuçta hiçbir şey olmadı, bana göre Tansu Çiller dönemi en dürüst dönemlerden bir tanesidir.

Amerika’daki otel...

-Duruyor. Orada bir otel management şirketi var, o idare ediyor. Biz de senede bir kere gidiyoruz. Çocuklar da işlerin başında, burada da iki tane otel var. Ben işi- mişi bıraktım. Emekliyim.

Kaç yaşında emekli oldunuz?

- Yaşımı söylemiyorum. 49’um diyorum. Orada dondum.

BEDEN ELEKTRİĞİ TANI CİHAZLARI GETİRİYOR

Kitabınızı yayınevine teslim ettiniz, piyasaya çıkmasını bekliyorsunuz. Onun dışında neler yapıyorsunuz?


- Ooooo, bende hobi çok. Tamamlayıcı tıbba ilgim var, şimdi bir dernek kuruyoruz.

Ne demek "tamamlayıcı tıp"?
/images/100/0x0/55ea488df018fbb8f875e508
- Günümüz tıbbı konvansiyonel tıp. Bir nevi tesisatçılık yapıyor. Kesiyor, biçiyor, pil takıyor, damar değiştiriyor. Bir yerde bir tıkanıklık varsa musluğa ilaç atıyor, akışı tekrar öyle sağlıyor. Tamamlayıcı tıp ise elektrisyenlik yapıyor. Çünkü beden elektriğiyle ilgili. Valikonağı Caddesi’nde bir poliklinik bunu uyguluyor: Marvega.

Sizin mi orası?

- Hayır. Poliklinik açabilmek için doktor olmak lazım, ben açamam. Dünyada beden elektriği tanı cihazları var, vücudunuzun herhangi bir yerinde beden elektriğinizle ilgili bir problem varsa hemen gösteriyor. İşte ben bu cihazların Türkiye temsilciliğini aldım, onları Türkiye’ye getiriyorum.

Ne sorunum varsa gideceğim?

- Kronik hastalığınız varsa, bir türlü geçmiyorsa, yerleşmişse. Alerjiler, migren, ağrılar, besinle ilgili problemler, kilo vermek istiyorsunuz mesela, gıda taraması yapıyoruz, "Şunları şunları yememeniz lazım" diyoruz.

Siz de arada gidip yararlanıyor musunuz?

- Tabii ki. Bel romatizmam vardı, kambur bile sayılabilirdim, bu cihazlar sayesinde geçti. Eskiden grip olurdum, sürekli aspirin alırdım, başım da ağrırdı, onlar da geçti. İki gün evvel dişlerimde hafif bir sızıyla gittim. Poliklinikte tek tek hepsini baktılar, sonra cihaz "Ortanın solunda 4. ve orta sağında 2. ve 6. dişte problem var" dedi. Diş hekimi de, teyit etti, diş etlerimde ülser başlangıcı varmış. Beden elektriğinizdeki herhangi bir sorunu bu cihazlar küt diye gösteriyor.

TANSU ANNE OLARAK SUÇLULUK DUYUYOR

Tansu Hanım, evde nasıl bir edayla dolaşıyor? Apoletleri hálá duruyor mu? Bazılarında hep kalır ya...

- Onda da var. Bir kere başbakan olan hep öyle kalıyor, Türkiye’ye yardımcı olmaya çalışıyor. Devamlı arıyorlar.

Tansu Hanım’la siz mi yaşıyorsunuz bu evde?

- Evet. İki de yardımcımız var. Büyük oğlum Amerika’da, bir katta o kalıyordu, şimdi yok. Küçük oğlum da yolun karşısında yaşıyor.

Aşk hikayeleri gazetelere yansıyor...

- Gençler yapacaklar tabii.

Onların en zor yaşında anneleri siyasetteydi değil mi?

- Evet.

Suçluluk duyuyor mudur?

- Duyuyor. Onun için şimdi kendini daha çok onlara veriyor

Siz nasıl bir babasınız?

- Eskiden klasik bir babaydım. Ama ne zaman ki olumlu düşünme sanatıyla ilgilenmeye başladım, daha iyi oldum. En azından oğullarım böyle söylüyor.

HAYATIMIN EN GÜZEL DÖNEMİNİ YAŞIYORUM

Kuşadası’nda çiftlikte 40 dönümlük bir üzüm bağımız var. İki sene önce Pinno Gricco fidelerini getirdik İtalya’dan, şarap yapıyoruz. Sonra zeytinyağı yapıyoruz. Özelliği süzme sıkım, mekanik sıkım değil yani. Ve yeşil sabun. Bir de tenis merakım var, turnuvaları izliyorum. Hayatımın en güzel dönemini yaşıyorum.

Rhonda Byrne’in kitabı Secret’tan

çok daha mühim bir kitap yazdım

Sırrın Sırrı’nı hangi saikle yazdınız?

- İnsanlığa hizmet etmek için... Birinci kitabım olumlu düşünme sanatıyla ilgiliydi, ikincisi yeni çağ ve ezoterizmle. Bu kitap ise daha olgunluk çağı kitabım. Tamamen düşünceyle ilgili. Düşünce bir enerji. Bunu insanlara çok iyi izah etmek lazım...

"Çekim yasası"ndan mı söz ediyorsunuz...

- Evet, benzer benzeri çeker. Mu Medeniyeti’nden bu yana bilinen bir yasa. Doğa’nın kanunlarından biri. Yaklaşık 12 yasa var: Yer çekimi, çekim yasası, izafiyet kavramı, etki tepki yasası, titreşim yasası, ben ilahi adaletin rezonansını da ekledim. Birine kötülük yaparsan, o kötülük sana bumerang gibi gelir...

Evet ama ben tüm bunları Rhonda Byrne’in Secret kitabından biliyorum zaten. Sizin kitabınızın onunkinden ne farkı var?

- Ben çekim yasasını bilimsel olarak açıklıyorum. Onunkinde böyle bir şey yok.

Desenize sizinki de 16 dile çevrilecek!

- İnşallah. Şimdiden İngilizce’ye çevirecek süper bir çevirmen buldum.

Belki de hayatınızda yaptığınız en iyi şey bu kitaptır...

- Bence öyle. Bir sürü metafizikçiye gösterdim. Hepsi çok etkilendi.

Hadi şimdi bize, bizim anlayabileceğimiz gibi anlatın, Sırrın Sırrı’nda ne anlatıyorsunuz? Sırrın sırrı nedir?

- Sır, Çekim Yasası. "Benzer, benzeri çeker." Sırrın sırrı ise rezonans. İşte Secret kitabında olmayan bu. Çekim yasasından söz ediyor ama nasıl işlediğini söylemiyor çünkü bilmiyor.

Nasıl işliyor peki? Rezonans nedir?

- Her şey bir enerji aslında. Enerji de hem titrer hem salınır. Bu salınma da enerjinin bilgi taşıma özelliğinden kaynaklanıyor. Benzer benzeri çeker, benzer rezonans da benzer rezonansı çeker. Çeşitli rezonanslar var. Mekanik olanından başlayalım: Köprü mühendisi olduğum için Amerika’daki Tacoma Köprüsü’nü örnek vereyim. Her şeyin bir titreme sayısı var. İnsanlar mesela 62-64 Hertz titrerler, Hertz, saniyedeki titreme sayısı demek. Tacoma Köprüsü’nün titreme sayısı da 42. Köprü dizayn edilirken, hangi rüzgarların köprüye hangi titremeyle geleceği de hesap edilir. Tacoma Köprüsü 145 mil rüzgara göre projelendirilmiştir. Ama bir köprü mühendisi çıktı dedi ki: "Bu köprü yanlış dizayn edilmiş, bölgede ters rüzgarlar var, 42 milde gelen bir rüzgar var mesela, o gelirse köprünün titremesiyle rüzgarınki aynı olacağı için bir patlama olur!" İşte bu mekanik rezonans. Boğaz Köprüsü açıldığında bir tören yapıldı, askerler "rap rap rap" yürüdüler ve birden köprü sallanmaya başladı, herkesi durdurdular.

Neden?

- İnsanlar koştuğu zaman bir sorun yok ama ritmik yürüdüklerinde, o ritimle köprünün ritmi eşit oluyor ve köprü başlıyor sallanmaya. Allah korusun çöker de. Bu kavram, bilinen bir kavram. Bir de biyolojk rezonans var.

O nedir?

- Vücudumuzun bir beden elektriği var. Bizim poliklinikteki cihazların belleğinde var mesela bu bilgiler. Bir insanın karaciğerinin, böbreğinin, kalbinin ne kadar titrediği biliniyor. Cihaza giriyorsunuz, bütün vücudunuzu tarıyor ve diyor ki: "Şu şu yerden enerji akımı geçmiyor." Mesela ameliyat izlerinin olduğu yerler, sezaryen yerleri. Yani bilgi geçmiyor. O zaman ne yapıyoruz? Nerede sorun varsa, akış nerede kopmuşsa onu tamir etmeye çalışıyoruz. Oranın titremesi ölçülüyor, aynı ölçüde titreme yapan bir besin vücuda veriliyor. Böbrek sorununuzun olduğunu saptadı diyelim ki cihaz, size diyoruz ki aynı titreşimi olan bir besin alırsanız o sorun geçer. Tırnak mı yiyorsunuz mesela, tırnağınızı keseceğiz bir kaba koyacağız, cihaz tırnağınızın titreşimini saptayacak. Sonra da 425 tane gıda var, aynı rezonansta olanı verip, tırnak yeme olayını bitiriyoruz. Bir de morfik rezonans var...

O nasıl oluyor?

- Evrendeki tüm sistemleri organize eden bir görünmeyen alan var: Morfik alan. Daha ziyade aynı türlerle ilgili. Türlerin davranış biçimleriyle. Embriyonun ilk üç-dört ayında bu morfojen alan oluşuyor. Bu konuda bir otorite olan Rupert Sheldrake diye bir bilim adamı var. Bir laboratuvarda bir labirent koyuyor, farelere de nasıl geçeceklerini öğretiyor, şehrin bir başka yerinde aynı farelerden var, onlara öğretmiyor, ama bir süre sonra bakıyor ki, o fareler de o labirentten geçmesini öğrenmişler. Morfik alanların rezonansı. Hepimizin morfik alanları var, biz farkında olmadan onlar iletişim kuruyor. Bir adada maymunlar yaşıyor mesela, bir davranış biçimi öğretiliyor onlara, bir başka adada daha maymunlar var, onlara öğretilmiyor. Ama benzer, benzeri çekiyor. Bir bakıyorlar, bir gün onlar da öğrenmiş. Çekim yasası devreye girmiş, benzer benzeri çekmiş. Bir de ilahi adaletin rezonansı var. Etme bulma dünyası. Kötülük yaparsan, er ya da geç sana dönüyor.

Bunları keşfettiniz ne oldu? Hayatınızda bir farklılık oldu mu?

- Hem de nasıl. Sor Tansu’ya, çocuklarıma. Bambaşka bir adamım artık.

Bunları anlattığınızda sıyırdığınızı ya da kafayı yediğinizi düşünenler olmuyor mu?

- Ne münasebet. Bizim ortamımızda herkes bana saygı duyuyor, anlattıklarımı ciddiye alıyor. Ben sunumlar yapıyorum, konferanslar veriyorum.

Hangi titrle?

- Hiçbir unvanım yok. Ama ben Türkiye’de tamamlayıcı tıbbı en iyi bilen insanım.

Bütün bu uğraş, bu çaba niye? Vaktiniz bol diye mi?

- Evet vaktim bol. Gidip kahvede lak lak edeceğime, araştırıyorum, sentez yapıyorum, yazıp çiziyorum. Hayatın en güzel dönemi. Artık ölümden de korkmuyorum...

HZ. MEVLANA’NIN TORUNUYMUŞUM

Tansu, rahmetli babam için "Mevlana gibi insan" derdi. Ben babamın tek erkek evladıyım, buna karşılık Çiller soyadını almam için beni teşvik etti, hatta "Ölünce mezar taşıma Rahmi Uçuran Çiller yazdır" dedi. Çok hoşgörülüydü. Meğer gerçekten de Hz. Mevlana’nın soyundan geliyormuşuz! Doğruluğunu teyit etmek için şecereyi Murat Bardakçı’ya verdim, arşivlere girdi, araştırdı, doğruladı. 12. göbekten Zembilli Ali Efendi, 32. kuşaktan da Hazreti Bekir’in torunuyum. Bunları tabii 2002 yılında öğrendim, Tansu’yla tanıştığımda bilmiyordum. Kimbilir belki de enerjiyle bu kadar ilgilenmem tesadüf değildir. Hazreti Mevlana ne der bilirsiniz: "Sen düşünceden ibaretsin/ Geriye kalan et kemiksin/ Gülü düşün gülistanlık olursun/ Diken düşün dikenlik olursun...

BİR DAHA SİYASET Mİ? HAYIR KATİYEN!

Bir gününüz nasıl geçiyor?

- Sabah 6.30-7.00 gibi kalkıyorum. Elimde gazeteler saunaya iniyorum. 30 senedir böyle. Bir nevi detoks. 45 dakika kalıyorum. İçeride jimnastik yapıyorum. Boynumda sorun var, boyun hareketlerimi yapıyorum. Ondan sonra buz gibi portakal- nar karışımım geliyor. Bir bardak da su. O bardak suya okuyorum. Dua ediyorum yani. Önce onu içiyorum, sonra portakal ve narımı. Duş alıyorum, çıkıyorum. İnternete giriyorum. Aklıma bir kavram mı geliyor, hemen internette araştırıyorum, müthiş keyif alıyorum. Notlar alıyorum, yazılar yazıyorum. Yazdıklarımı Tansu’ya okutuyorum. Oğlumla öğle yemeklerine çıkıyoruz. Tansu ile her cumartesi sinemaya gideriz. Bu pazar balığa çıkacağız.

Güç ve iktidar konusunda ne düşünüyorsunuz?

- Bir doygunluk var. Çok büyük bir tecrübeydi. Değerdi.

Tekrar yaşamak ister misiniz?

- Hayır katiyen.

Eşinizin tekrar siyasete girmesini ister misiniz?

- Hayır katiyen.

Engeller misiniz?

- Engellemeye çalışırım.

O KADAR KIRILGANDIM Kİ GÜN BOYU TEKZİP YAZIYORDUM

Tansu Hanım’ın iktidarını kıskandığınız oldu mu?

- Hiç. Ama doğru başbakanlık bayağı bir imparatorluk, insanın astığı astık, kestiği kestik oluyor. Ama ben o kadar kırılgandım ki, sabahtan akşama kadar tekzip yazıyordum. Bugünkü kafam olsa yapmazdım. Ama o zamanlar yapıyordum.

Eşinizle ilgili tahammül edemediğiniz bir şey söyleyin...

- Yok ki. Olsa 46 yıl sürer mi? Hálá ona bakıyorum ve iyi ki bu kadınla evlenmişim diyorum. Tabii şu var, bir münakaşa olduğu zaman hep ben haklıyım. Soyadını bile aldım, artık daha ne yapabilirim. En fedakar benim!

Akıl hocası kim onun?

- Ben onun akıl hocasıyım, o da benim. Karşılıklı.

Çocuklar gitti ya, evlilik nasıl bir hal alıyor?

- Tam tersine biz çocuklarla şimdi daha çok beraberiz, eskiden olamıyorduk.

Yıllarca "sarışın, güzel kadın" yazıları yazıldı. Ne hissettiniz?

- Tansu’ya hayran olan rahmetli Yavuz Gökmen’le Japonya’ya gitmiştik, çok efendi bir adamdı. Hiç rahatsız olmadım. Kıskançlık filan da duymadım. Amerika’da küçük bir köydeyim, ama minicik bir yer, bir şey alacağım, kredi kartımı uzattım, "A siz o güzel kadının kocası mısınız?" dediler. Hoşuma gidiyor bunları duymak. Ben karımla hep gurur duydum.
Yazarın Tüm Yazıları