Yoksa biz mikrop muyuz



Ayşe Özek KARASU
Haberin Devamı

Geçen hafta başında açıklanan İnsan Genomu Projesi'yle ilgili son bulgular, üstün bir yaratık sanılan insanın haysiyetini beş paralık etti. Genetik olarak diğer canlılardan pek de üstün olmadığımız kesinlik kazandı. Üstelik sadece maymunla değil, bakterilerle de akraba olduğumuz anlaşıldı. Yani tabiat son dakikada müdahale etmese, sinek, sürüngen veya bakteri olmamız işten bile değilmiş.

İNSANLIK, tarihteki üçüncü şokunu yaşıyor.

Birincisi Kopernik'in marifetiydi. Polonyalı astronom, evrenin merkezi zannettiğimiz dünyanın güneşin etrafında turlayan aciz bir uydu olduğunu ilan edince kibrimiz alt üst olmuştu. Kainatta bir toz zerresi olmaya katlanmak kolay değildi.

Ardından Darwin'in bugün bile tartışılan evrim teorisi geldi. Kendini bütün türlerden üstün tutan ademoğlunun haysiyeti bir kez daha yerle bir oldu. Atalarımızın maymun olduğu iddiası, yenir yutulur gibi değildi.

Ve şimdi öyle bir noktaya geldik ki, evrim teorisinin en ateşli karşıtları bile neredeyse maymun olduklarını itiraf edecekler. Çünkü bir takım bilimadamları, bırakın maymunla akrabalığı, atalarımızın bakterilerle cinsel ilişkiye girmiş olabileceğini ima ediyorlar.

Tabii kimse bunu küt diye doğrudan söylemiyor, ancak İnsan Genomu Projesi'ndeki son bulgular atalarımızla bakteriler arasında esrarengiz bir gen alışverişi olduğunu ortaya koyuyor. Bulgu şu: ‘İnsan, toplam 223 adet geni doğrudan bakterilerden almıştır. Bunlar beyinde protein üreten genlerdir ve bir tanesi de kesinlikle depresyona neden olmaktadır.’

HERKESE TEK ŞİFRE

Genlerin nasıl geçtiği sır. Dünya üzerindeki yaşamın ilk dönemlerinde mikroplar arasında genlerin yatay geçiş yaptığı biliniyordu ama, bunların insanlara kadar ulaşabileceği asla tahmin edilmemişti.

İnsanı mikrobik bir yaratık konumuna indirgeyen bu keşfin yanı sıra insanlık onurunu ayaklar altına alan başka bulgular da var. Bunlar, genlerin hem niceliği, hem de niteliği açısından düş kırıklığı yaratan bulgular. Tabiatın canlılar arasında gen dağıtımı yaparken son derece ekonomik davrandığını, tek bir temel genetik şifre kullandığını gösteren verileri sıralayalım:

Gen sayısı zannedildiği gibi 100 bin veya üzerinde çıkmadı. 30 bin cıvarında olduğu anlaşıldı. Yani meyve sineği ve solucandaki genlerin sadece iki katı. Farenin genlerinden ise 300 adet fazla. Üstelik genlerimizin yüzde 60'ı da bu yaratıkların sahip olduğu genlerin birer kopyası.

Daha da beteri; bir şey hatırlamaya çalışırken devreye soktuğumuz toplam 17 gen, sineğin aynı eylemde bulunurken kullandığı genlerin tıpatıp aynısı. Bu genleri yaklaşık 600 milyon yıl önce yaşayan son ortak atamız olan yassı bir solucandan almışız.

İnsan DNA'sının dörtte birlik bölümü çorak. Burada hiç gen yok. Üçte birlik bölüm ise adeta hurdalık. Burada serseri mayın gibi gezinen işsiz güçsüz genler var. Bunlar esrarengiz bir amaçla, DNA içinde virüsler gibi oradan oraya dolaşıp duruyor. DNA'nın sadece yüzde 1-1.5'lik bölümünde aktif genler bulunuyor. Bunlar vücudu yapılandıran bloklar olan proteinlerin üretimini sağlıyor. Gen açısından en zengin kromozomlar 17, 19 ve 22.

Irkçılar, biraz daha aşağılanmaya hazırlanın. Dünya üzerindeki insanlar yüzde 99.99 oranında ortak genetik yapıya sahip. Yani bir insanı farklı şahıs yapan şey, genomun 0.01'inde yatıyor. Genetik ortaklık farklı ırklar için de geçerli. Üstelik aynı ırk içindeki farklılıklar, diğer ırklarla arasındaki benzerlikten daha fazla olabiliyor.,

Erkeklere duble şok: Bakterilerle atalarımız arasındaki tuhaf ilişki yetmiyormuş gibi erkekler genetik açıdan kadınlara göre daha alt kategoride yer alıyor. Bunun iki nedeni var. Birincisi erkeklerin tek kromozomu (Y) evrim süreci dışında kalmamak için kadınların (XX) kromozomlarına karşı savaş veriyor. Y kromozomu X'e göre çok daha basit bir yapıya ve çok daha seyrek gene sahip. İkincisi erkekten geçen genlerde mutasyon riski, yani hastalığa yol açma tehlikesi kadına göre iki kat daha fazla.

Bütün bu sefil koşullara rağmen yine de insanlığa bir teselli kalıyor. Hayatın kitabı, ya da Tanrı'nın insanları yaratırken kullandığı dil olarak tanımlanan genom projesini maymun ve bakteriler değil, insanlar yürütüyor.

Şimdi de Proteome maratonu başlıyor

İNSAN Genomu Projesi'ni, biri özel Amerikan şirketi Celera, diğeri uluslararası konsorsiyum olmak üzere, iki koldan yürüten bilimadamları, insanı insan yapan şeyin ne olduğunu henüz ortaya çıkarabilmiş değil. Çünkü şu ana kadar öğrendiğimiz en önemli şey, diğer canlılarla olan genetik benzerliğimiz. Yani gen sayısı veya bunların nitelikleri insanın neden bu kadar karmaşık bir yapıya sahip olduğu konusunda bilgi vermiyor. Dahası hastalıkların oluşumu ve muhtemel tedavi yöntemleri konusunda da ipucu vermiyor.

Esas olarak hastalıklara en etkin tedavi yöntemlerinin bulunmasını amaçladığı için şimdi başka bir proje maratonu başlıyor: Proteome. Yani genlerin

komutlarıyla oluşan yapı taşları proteinlerin keşfedilmesi. İnsan vücudunda yaklaşık 300 bin protein ürediği ve yapımızdaki karmaşıklığın da bu proteinlerin çok yönlü işlevinden kaynaklandığı belirtiliyor.

Genlerin tahmin edildiğinden az çıkması belirli hastalıklara yol açan faktörlerin keşfini de güçleştirecek. Çünkü hastalıkların sırrı genlerin verdiği komutla oluşan proteinlerde yatıyor. Proteinler, kanserden Creuzfeldt-Jacob'a kadar birçok hastalığın teşhis ve tedavisinin anahtarını elinde bulunduruyor. Hastalıklara çare olsun diye uzun zamandır genlerin deşifre edilmesini bekliyorduk. Şimdi de proteinlerin sırrının çözülmesini bekleyeceğiz.

Yazarın Tüm Yazıları