GeriSeyahat YIRTIK BİR HARİTA Fotoğraflara bakıyorum. Kendim hakkında bana dahi hiçbir ipucu sunmayan eski pozlarıma dalıp, kurtulmayı umduğu gaflet uykularının en
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
YIRTIK BİR HARİTA Fotoğraflara bakıyorum. Kendim hakkında bana dahi hiçbir ipucu sunmayan eski pozlarıma dalıp, kurtulmayı umduğu gaflet uykularının en

YIRTIK BİR HARİTA Fotoğraflara bakıyorum. Kendim hakkında bana dahi hiçbir ipucu sunmayan eski pozlarıma dalıp, kurtulmayı umduğu gaflet uykularının en

YIRTIK BİR HARİTA Fotoğraflara bakıyorum. Kendim hakkında bana dahi hiçbir ipucu sunmayan eski pozlarıma dalıp, kurtulmayı umduğu gaflet uykularının en derinine esir düşüyorum. Kelimeler... Kelimeler... Ya kelimesizlik? Zaten ben de onu arıyorum. Gözlerim bir bakışsızlık çölünde kendisiyle aynı manada buluşabilecek gözler arıyor. Kulaklarım seslerin atlas kumaşını. Uzaktayım. Bütün yakınların uzağında. Bütün uzakların tuzağına düşmüşüm. Bir duayı özlüyorum. Yıldızlar... Hilal... Sen... Avuçlarımda tutmaya çalıştığım su, parmaklarımın arasından kayarak toprağa karışıyor...Uçsuz bucaksız bir ummanın kıyısındayım. Sahranın başında... Ayaklarımda ummanı hissediyorum. Bakışlarım ise çoktan çöllere düşmüş. Bir hazine aramıyorum. Ummanın ötesindeki adalardan birinde bulduğum hazineyi kendi ellerimle batırdığım geminin içinde derinlere yolladım. Bu hazine uğruna terk ettiğim Leylaların en Leylasının peşine düşmek için bin bir güçlükle gömüldüğü adasından söküp aldığım defineyi terk ettim. Gemimi, kaftanlarımı, ilmimi terk ettim. Ummanın sonundayım. Sahranın başında...Bana gelen mektupları tekrar tekrar okuyup, başkalarında kendimi arıyorum. Odamdayım. Işığımı kapatıyorum. Kendimi karanlığın akışına bırakıyorum. Karanlığımın. Sürükleniyorum. Hayata her kıpırdanışta değişen bir kabus dürbününden bakıyorum. Sözlerim sükût değirmeninde unufak oluyor. Bir masalın izinde giden kelimelerim iki menzilin arasında bir eşkıyanın pususuna düşebilir. Saraya varsa bile sultanların sultanını bulamayabilir. Yahut bulur fakat meramını anlatamaz. Ya son nefesim yeter de gönlünü ayaklarının altına döküverirse?.. İşte o zaman... Yaklaşırım. Yakın olurum. Yanarım. Yol ayrılıkları hatırda tutmaya yarar. Menzil ulaşılmamışlığı. "Menzil kayıp, yol mülemma"... Kelimeler... Kelimeler... Kelimesizliğin perdeleri. Kumsalda ayak izlerimi deniz siliyordu, sahrada rüzgar. /Ufuk.../ Leylaların Leylası... Leylaların en leyli... Leylilerin en Leylası... Terkettiklerim senin yanında ne ki? Bunca terke rağmen hala sahranın başındaysam bu olsa olsa daha kurtulmam gereken çok saframın bulunduğunu göstterir. Susturmam gereken çok kelimem var. Rüyayı hakedebilmek için hayaller denizinde bir seyyale olmaktan azadolmalıyım. Bağlanmalıyım.. Sen... Sen... Sen... Sustur beni... Sustur... Ve sus... Sessizliğimiz karanlıkları kül etsin. Gürültüyü sustursun. Bize faniliğimizi hatırlatsın. Kıyameti. Sonrasını da... Surun sesiyle toprağa karışmış bedenlerin uyanırcasına dirilmelerini. Kelimeler yerlerini bırakınca tuğlaları tarafından terk edilen bir binaya benziyor yazı. Karayazımı kapkara harflerle kağıda istifleyince harfler kaçıyor, mana göçüyor. Bulutlar, yıldızlar ve hilali benden saklıyor. Sahra ise seni.... /Sen... Duam... / Geliyorum. Sana yaklaştıkça aramızdaki sessizlik koyulaşıyor. Attığım her adımla ismimden uzaklaşıyorum. Her adımla sana ve sessizliğime yaklaşıyorum. Sana, beni ve sessizliğini getiriyorum. Umman çok geride kaldı. Hiç varolmamışçasına. Sanki hep sahrada yaşamışım. Burada doğmuş, burada ölecekmişim... Beni gömecek kimse... Yeryüzünün herhangi bir noktasında mukim değilim. Leylaların en leylasının aşkına düştüm. Ummanı unuttum... Hazinemi unuttum... Vuslat nasip olunca sahrayı da unutacağım. Kendimi... Fotoğraflarım. Onları yakarsam kendimi de yakmış sayılır mıyım? Yırtsam yüzüme bir kırışıklık daha yerleşir mi? Onları unutsam hiç varolmadıklarını iddia edebilir miyim?Hayır... Hayır... Hayır... Bu donuk dörtgenler, ne ebedi gençliği vaadedebilir ne de ihtiyarlamayı becerebilirler. Ne hatırlamayı ne de unutmayı kolaylaştırabilirler. Onlar arasında bir gaflet uykusu aramak, zihin açıklığı sağlayabileceklerini ummak kadar ham hayal. Beraberken hiç fotoğraf çektirmedik. Buna sen mani oldun. Bana kalsa... Kalmadı. Kalamazdı da... Hoş gurbetine düştükten sonra cebimde suretin olsa da bu hangi kelimenin dermanı olacaktı ki? Hangi çığlığımı ve sessizliğimi iki boyutlu bir suretle paylaşabilirdim? Fotoğraflarım... Hiç birinde sen yoksun. Demek ben de yokum. Demek kionları bırakabilirim. İşte onlar da geride kaldı. Kumların üstünde. Böylece bir safradan daha azadoldum. Sana bir adım daha yaklaştım. İsmimden bir adım daha uzaklaştım... Yıldızlar... Hilal... Sensizlik... Kelimeler... Bütün ağırlıklarıyla omuzlarıma çöküyorlar. Seninle arama giriyorlar. Kelimeler... Gürültüyü arttırıyor, sessizliği boğuyorlar. Yani seni... Leylaların en Leylasını... Kelimesizlik... Ah! Kelimesizlik... Vuslat... KADEH Zaman yüzünü çizgisiz bırakmıştı. Hangi doktora görünse onu kapıdışarı ettiler. Vesikalık resmini değiştirmek üzere başvurduğu nüfus dairesinde onu kendilerindeki kayda göre yıllar önce öldüğü gerekçesiyle reddettiler. Bir arkadaşı askere uğurlamak amacıyla gittiğim şehirlerarası otobüs terminalinde Cesur Turizm'le uzak bir kasabaya göçerken karşılaştım. Bana avucundaki çizgileri gösterip onlar hala mevcut dedi. Her nedense hayırlı yolculuklar dedim bu sözlerine cevap olarak. Suratını kaplayan o beyazkağıt misali maskeden yanıt gelmedi. Otobüs hareket etmeden önce bana bulutları gösterdi ve kadeh kaderle doluyor dedi. Ne demek istediğini ancak on yıl sonra anlayabilecektim. Bir kertenkelenin yardımıyla.Suavi Kemal YAZGIÇ - 8 Mayıs 2000, Pazartesi
False