Yılmaz'ın yanılgıları...

Oktay EKŞİ
Haberin Devamı

Başbakan Mesut Yılmaz, kendince hepsi doğru, bize kalırsa çok azı doğru yanıtlardan oluşan bir mülakatı Ertuğrul Özkök ile Sedat Ergin'e vermiş.

Ve bir insanın muhalefette iken yaptığı değerlendirmelerin, iktidar koltuğuna oturunca nasıl değişebileceğinin örneklerini de bu arada ortaya koymuş.

Önce doğrulardan söz edelim:

Arkadaşlarımız, Sayın Yılmaz'a ‘‘Cumhurbaşkanı'nın tartışmaya açtığı başkanlık sistemi’’ konusundaki fikirlerini sorunca, çok haklı olarak, ‘‘Başkanlık sisteminin (...) ancak demokratik gelenekleri kuvvetli ülkelerde başarıya ulaştığını’’ ifade etmiş. Buna rağmen şurada burada ‘‘başarılı’’ gibi görülen örneklerin sadece o başkanların kişisel başarısını yansıttığını vurgulamış.

Gerçekten Sayın Yılmaz'ın bu tespitinin aksini gösterecek bir örnek -bizce de- yoktur. O nedenle Türkiye gibi, demokrasisi ikide bir yatağa düşen ve kurtaracak bir doktor arayan bir ülkede, başkanlık sistemi gibi tehlikeli modelleri denemenin ne zamanıdır ne de buna ihtiyaç vardır.

İhtiyaç yoktur. Çünkü ‘‘Sistem tıkandı’’ diyenler düşünmüyorlar ki, sistemi tıkayanlarla bu durumdan şikâyetçi olanlar aynı kişiler. O nedenle kusurun sistemde değil, kişilerde olduğunu görmezden geliyorlar.

Öyle ya... Bu ülkenin iyi yönetildiği -veya hiç değilse sistemin tıkanmadığı- dönemleri de yaşadığımıza göre, kabahat neden sistemde olsun?

Sayın Yılmaz'ın yanlışlarına gelince:

Başbakan'ın birinci yanlışı, ya hafızasının kendisini aldatmasından, yahut da bilgi eksiğinden kaynaklanıyor. O yüzden olacak, 28 Şubat 1997 tarihli Milli Güvenlik Kurulu toplantısıyla başlayan ve kendisinin Başbakan olmasıyla ilk aşamasını tamamlayan olayları ‘‘Türk demokrasisi şimdiye kadar seçimler dışında, parlamento kanalından iktidar değiştirmeyi hiç gerçekleştirememişti’’ diyerek ve ‘‘Türk demokrasisinin başardığı ilk demokratik devrim’’ olarak nitelendiriyor. Ve bunu yaparken galiba, Sayın Süleyman Demirel'in 1964 yılında İsmet Paşa'ya karşı -kendi itirafına göre- ‘‘Parlamento içinde tertip yaparak’’ gerçekleştirdiği iktidar değişikliğini görmezden geliyor. Nitekim o olay sonunda CHP'nin kurduğu koalisyon kabinesi yerine önce -bağımsız- Suat Hayri Ürgüplü hükümet kurmuş, ardından da Adalet Partisi iktidara gelmişti.

Kaldı ki, bu tür tertiplerin ustası olan Sayın Demirel'in 1975'te kurduğu Birinci ve 1977'de kurduğu İkinci Milliyetçi Cephe Koalisyonları da bu ‘‘parlamento içi’’ iktidar değişikliklerinin öteki örnekleridir.

Sayın Yılmaz'ın kendi yakınlarını THY Yönetim Kurulu üyeliğine getirmesine ilişkin savunmaları ise yanlış olmakla kalmıyor, ayrıca ıstırap veriyor. Çünkü, Yılmaz burada tipik bir çifte standart örneği ortaya koyuyor. Kendisi muhalefette iken karşı çıktığı ve çıkacağı hususları savunuyor:

Yılmaz da bilir ki, orada eleştirilen, kendisinin ‘‘takdir hakkı’’ değil, ‘‘takdir hakkını kötüye kullanmış olması’’dır.

Bir demokrasinin iyi işlediğini gösteren kriter, orada iktidar yakınlarının imtiyazlılık değil, tam tersine mağduriyet duygusu taşıyarak yaşamalarıdır.



Yazarın Tüm Yazıları